Ya yaşamı bir oyuna çevirsek?

Dalia MAYA Köşe Yazısı
25 Kasım 2015 Çarşamba

Ya mutluluk arayışındaki bir sanatçı, mutlu oldukları zannı ile gözüne kestirdiği insanların peşine düşse? Ya bir takipçi gibi, takip ettiği insanların adım adım fotoğraflarını çekse? Ya yaşamı bir oyuna çevirse? Oyun, yaşamın içinde, kurallı ya da kuralsızca... Kurallar bazan oynadıkça belirlenmekte... Mutlu zannettiği insanların peşinden, onları adım adım fotoğraflarken... Belki bir göz göze gelme anında, bir gülümseme ile başlar oyun; belki gözüne takılanın yürüyüşündeki bir belirgin eda takılır sanatçının ruhuna, o an başlar takip: Kim bilir nerelere uğrayacak, kimlerle rastlaşacak, kimlerle buluşacaktır. Bazan tek başına süren bu yolculuk, bazan sevgiliye bir sarılma ile devam edecek... Ama her şekilde bir noktada, sanatçının, sokakta, kalabalığın arasında takip ettiğini kaybettiği an bitecek. Sonuçta, eklediği yeni kurallarla, kartpostallardan oluşan bir foto/hikâyeler kitabı yaratacaktır sanatçı. Elif Süsler, ilk kişisel sergisinde böylesi bir yaratıcı oyunu sergiliyor izleyiciye. Oyun, Galeri Apel’in üst katında, siyah bir perdenin önünde bir kabareye girer gibi, elinizi damgalamanızla başlıyor: Club Butterfly. Damgalamanın ardından, siyah perde kapıdan içeri geçiyorsunuz. Dev insan heykelleri karşılıyor sizi... İnsanların kendisini kaybettiği bir gece kulübü... Galerinin taş iç duvarlarından birine monte edilmiş dev ayna sayesinde, siz de zaten bu gece kulübü/sanat sergisinin bir parçası durumundasınız. Dev heykeller, kimliksiz, ama bir o kadar da kimlikli... Kim bilir belki gecenin heyecanı ile kıyafet değiştirmiş insanlar, bir saldırganı yaka paça yakalamış bir polis memuru; mini eteği ve kravat ceket kıyafeti ile kim bilir hangi işten çıkmış gelmiş elinde sopası arkadaşları ile cinsellik oyunları oynayanlar... Ateşe düşmüş kimliksizler... Belki de sadece bir tiyatro sahnesindeki oyuncular... Dünyanın en hüzünlü şarkısı belki de tüm bu kalabalık ortasında her birinin kendi yalnızlık hallerinde kendilerine söylediği... Zuhal Olcay’ın şarkısında olduğu gibi belki de en hüzünlü şarkı idi yalnızlık: “Yalnızlığım, yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin”. Yine bir oyun da olabilirdi yalnızlığı sanatçı için... “Yalnızlığım Çaresizliğimsin” derken Zuhal Olcay, Elif Süsler yalnızlığını da bir oyuna çeviriyordu kara kalem kendi kendisine ayna olan selfie çalışmalarında.

Sanat da bir oyun belki de, belki yaşamı gerçekleştirmenin en yaratıcı yanı.

Oyun deyince... Dünyada son dönemde gerek yaşam anlarında gerekse iş yapma şekillerinde gelişmekte olan yeni bir trendden de bahsetmek gerek: Oyunlaştırma (Gamification). Bizler bir taraftan çocuklarımızın ve gençlerimizin giderek daha fazla teknolojik aletlere bağımlı olduğundan şikâyet edip teknolojik oyunlarla zaman öldürdüklerini düşünüyorsak da, dönüşen bu dünyada değişen belki de aslında daha çok, oyun oynama şekilleri. İnsanlar ‘mutlu’ oldukları, biraz heyecan, rekabet, biraz zorlanma ama her şekilde başarıya ulaştıkları bu oyunlara bağımlı oluyorlar. Bağımlılığın en önemli sebebi oynarken dopamin salgılamaları. Oyun sırasında salgılanan dopamin hem mutlu olmayı sağlıyor hem de kişiyi öğrenmeye çok açık bir hale getiriyor. Öğrenmenin, çalışmanın ya da yaşamda her ne yapıyorsanız onu başarı ve inançla yapmanın en önemli yapı taşı, yaptığından mutlu olmak. İş dünyası da bunun üzerine gidiyor. Oyun, giderek daha fazla gündelik bireysel, toplumsal ya da profesyonel her alanda hayatımızın içine giriyor. Eğlence amaçlı olduğu kadar, eğitimsel oyun kurgulamak da mümkün. Belki de bugünlerde en çok ihtiyacımız olan ise toplumsal davranış değişikliklerini geliştirecek kurgular yaratmak. Ancak oyunlaştırmanın amaca daha etkin hizmet etmesi ve oyuncuları hedefe ulaştırması için belli bir takım teknikler geliştirilmiş. İngilizcedeki ‘Gamification’ isminin yaratıcısı Gabe Zicherman oyunlaştırmayı basit bir dille “Sorun çözmede oyun ve oyun teknikleri kullanma prosesi” olarak açıklıyor. Ve başarılı bir oyunlaştırma örneği sunuyor. Bu örnek, Kevin Richardson’un tasarladığı ve İsveç’te test uygulaması yapılan bir oyun: Radar hız çekilişi. Kevin test noktasındaki radarı trafikte hız limitinin altında seyreden her aracın otomatik olarak bir çekilişe katılmasını sağlayacak şekilde modifiye ediyor. Çekilişin sonucunda şanslı sürücü, radara hızlı yakalananların ödediği ceza tutarı ile ödüllendiriliyor. Birçok iş yerinin, pazarlama yöntemi olarak giderek daha fazla kullandığı oyunlaştırma, bu noktada toplumsal davranış şekillerini ciddi olarak değiştirebilecek bir güce dönüşüyor.

Dünyanın dört bir yanında, Beyrut’ta, Ankara’da, Silvan’da, Kenya’da, Nijerya’da, Paris’te, Mali’de... Ve daha nice nice yerde, insan insanı yok ederken, kötülüğün, karanlığın hüküm sürdüğü bir dönemde yaşadığımızı düşünürken, kızımın arayıp İstanbul’da, orman yolunda bir aracın altında kalmış köpeğin bedeninin üzerine birilerinin bir buket çiçek bırakmış olduğunu söylemesiyle kendime geldim. Belki de aydınlık için hâlâ umut vardı. Belki de ceza yerine ödülü, savaş yerine iyiliği oyunlarımıza katarak dünyayı yaşanılabilir bir yere çevirebilirdik. Tıpkı Paris’te bir çok yaşamın yok edildiği Bataclan yakınlarında televizyon muhabirine verdiği cevaplarla yüreklere taht kuran uzak doğulu minik oğlan çocuğunu babasının ikna ettiği gibi “çiçekler ve mumlar silahlara cevabımız” olmalıydı.

Belki de şimdi, her şeyi – hatta Şalom okumayı bile - bir kenara bırakıp çocuklarınızla oynamaya gitmelisiniz. Belki de düşmanlığı dünya üzerinden kaldırma gücüne sahip olabilecek bir oyunu, sizin çocuğunuz geliştirecek zamanı gelince. Ne dersiniz? 

Meraklısına not:

- Elif Süsler’in sergisi 5 Aralık’a kadar Galeri Apel’de izleyebilirsiniz

- Oyunlaştırma hakkında daha fazla bilgi için www.oyunlastirma.co ya da www.thefuntheory.com sitelerinden ulaşabileceğiniz gibi, geçtiğimiz ay yayınlanan Ercan Altuğ Yılmaz’ın Niels van Der Linden katkılarıyla yazdığı ‘Oyunlaştırma’ kitabını da okuyabilirsiniz.

- Gabe Zicherman’ın ted konuşması için link – Türkçe alt yazı olmadığı gibi, İngilizce altyazıları da ne yazık ki hatalı yapılmış 

www.youtube.com/watch?v=xIjk_fCVcH4