Şemini- Mucize Yaratmak

Rav İzak ALALUF Köşe Yazısı
15 Nisan 2015 Çarşamba

İçinde bulunduğumuz, yaşadığımız ortamı düşündünüz mü? Her şey bir arada iç içe yaşanıyor. Hastanelerin bir servisinde bir bebek dünyaya merhaba derken bir başka serviste yaşamını tamamlayan biri elveda diyebiliyor. Bir çift hayatının en mutlu anını yaşarken diğer bir çift aralarındaki anlaşmazlığı ayrılıkla sonuçlandırabiliyor. Bazen görkemli bir açılış birden bire bir trajedi ile sonlanabiliyor. Aynen peraşamızda olduğu gibi.

Mişkan’ın görkemli açılışı özünde kötü bir niyet veya amaç olmayan bir davranış nedeniyle toplumsal bir trajedi haline gelebiliyor. Aslında her şey mükemmel başlamıştır. Mişkan’ın açılışı için her şey hazırdır ve kuralına uygundur. Birlik, beraberlik, uyum her şey vardır. Olay o kadar mükemmeldir ki bu mükemmelliği arttırmak isteyen iki istekli kişi kimseye danışmadan, hatta birbirleriyle bile konuşmadan ‘Tanrı’nın emretmediği’ ama kendilerince ‘iyi’ olduğunu düşündükleri bir davranışta bulunurlar. Bu davranışın bedelini ise hayatlarıyla öderler.

Hepimiz Kipur gününe has anlatılan fakir köylü ile köyün sahibinin öyküsünü biliriz. Fakir köylü hep ‘biraz daha fazla’ arazi sahip olmayı dilemektedir. Kipur gecesi yüksek sesle yaptığı duayı köyün sahibi de duyar. Ona ertesi gün gelmesini söyler. Köylü, ertesi sabah köyün sahibinin yanındadır. Köyün sahibi akşama kadar geçtiği bütün toprakların onun olacağı müjdesini vermektedir. Sadece tek bir koşul vardır. Güneş batmadan başladığı noktaya geri gelecektir. Köylü dönüşü düşünmeden koşmaya başlar. Yolun üstünde sayısız kişinin yardım dileğini ‘ertesi gün çok zengin olacağı’ düşüncesi ile geri çevirir. Güneş alçalmaya başladığında ilk noktaya geri dönmek için inanılmaz bir çaba harcar. Güneş batarken başlangıç noktasına ölü bir halde geri döner. Köyün sahibi “istediği toprak sadece iki metrekarelik bir yermiş” ifadesiyle köylünün gömülmesini emreder.

Maddi dünyanın sıkıntıları içinde hayatımızı daha ‘mükemmel’ hale sokabilmek için birçoğumuz bu köylünün yaptıklarını yapar ve etrafımızı ihmal ederiz. Sadece kendimiz bu geleceğin daha ‘iyi’ olduğunu düşünmekteyizdir ve kimsenin fikrini bile almamışızdır. Bize göre ‘iyi’ olanın herkes tarafından benimsenmesini de isteriz. Kucağımıza çıkmak ve bizlerle bir şeyler paylaşmak isteyen çocuğumuzu nasıl saçma nedenlerle azarladığımızı hatırlamaya çalışalım. Birlikte sohbet etmek isteyen eşimizi ‘yorgunluk’ bahanesiyle nasıl kırdığımıza bakalım. İyi bir öğüt vermek isteyen anne ve babamızı nasıl gücendirdiğimizi ve öğütlerini dinlemediğimizi anımsayalım. Bunları tamir etmek için ne kadar geç kaldığımızın farkına varabildik mi dersiniz? Ama biz daha da mükemmel olmak için çaba göstermiyor muyduk? Neden başarılı olamadığımızı hiç düşündük mü dersiniz.

Genç bir arkadaşım Bar Mitsva konuşmasında ‘mucize yaratmaktan’ söz etti.  Doğrudur eğer istersek bizler de mucize yaratabilir veya buna ortak olabiliriz. Bu bizlere Tanrı’yı içimizde yaşamanın mutluluğunu hissettirir. Tora “bana kutsal bir yer yapın içinizde barınacağım“ derken Tanrı’nın niyeti hepimizi bir Mişkan yani ibadethane kadar Tanrı’yı içinde hisseden bireyler olmamızdır. Bizler mucizeler yaratmaya çalışır, başkaları için de karşılıksız bir şeyler verirken aslında Tanrı’nın mucize yaratması için nedenleri ortadan kaldırırız. Çünkü Tanrı mucize yarattığı zaman asıl dünyadaki payımızın bir kısmını daha tüketmiş ve kullanmış oluruz. Hâlbuki birbirleri için karşılıksız, sebepsiz bir şeyler yaratmaya çalışanlar asıl dünyadaki paylarını tüketmedikleri gibi Tanrı’nın varlığını içlerinde yaşama ayrıcalığına da sahip olurlar.

Acı ve tatlıyı, sıkıntı ve refahı, hüzün ve mutluluğu bir arada yaşayan bizler şimdi daha da mükemmele ulaşmak için çaba göstermenin her zaman iyi sonuç vermeyeceğini öğrenmiş durumdayız. Önemli olan izlememiz gereken yolda neler yaptığımızın bilincinde olarak çabalarımızı yoğunlaştırmak ama bu arada da çevremizdeki kişileri, yaşamı yaşama anlam katan mucizeleri ihmal etmemektir.