Altınlı Kadın

Joelle PİNTO Köşe Yazısı
15 Nisan 2015 Çarşamba

Gustav Klimt denince aklıma ilk The Kiss (Öpücük) adlı tablosu gelirdi. Tabloyu üniversite yıllarında, bir arkadaşımın öğrenci evinde görmüştüm. Tabii ki ünlü eserin poster formatının çerçevelenmiş haliydi. Kadının masalımsı, kırılgan, çiçeklerle, puantiyelerle, dallarla bezenmiş halini ve erkeğin daha sert geometrik, keskin hatlarla resmedilmiş vücudunu unutmadım. Resimdeki kadının üzerindeki bizim nazar boncuklarımıza benzeyen figürler, ayaklarına serilen çiçekler ve erkeğin öpüşündeki duygu ve sahiplenme hissi hâlâ aklımda… Resmin arka fonundaki, sathındaki doku farkını bile baktığım bir poster olmasına rağmen hayranlıkla incelemiştim. Ünlü tabloların poster formatlarının hayranlık uyandırabilmesi benim için zordur. Orijinali 1907-1908 yılları arasında Klimt tarafından resmedilmiş bu tablonun bir gün gerçeğini görmek çok isterim. Ancak henüz ne Belvedere Galerisi’ni ne de Viyana şehrini ziyaret etme fırsatım olmadı. 

***

Geçtiğimiz Pazar günü seyretme fırsatını bulduğum Woman in Gold (Altınlı Kadın) filmi ise Hellen Mirren’in oynadığı Amerika’da yaşayan Maria Altmann karakterinin İkinci Dünya Savaşı sırasında Naziler tarafından el konulmuş ailesine ait (Klimt’in resmettiği) tabloyu 1998 yılında geri almak için Avusturya Hükümeti’ne açtığı davayı konu alıyor. Film Altınlı Kadın tablosu hakkında gibi gözükse de, kanımca Holokost hakkında çok güzel dersler ve öğretiler sunuyor. Filmde sıkça yapılan Altmann’ın gençliğine geri dönüş sahneleri, Nazi işgalini, dağılan ve bir daha birbirini hiç göremeyen ailelerin acılarını, korkuları, kaçışları, nefreti gözler önüne seriyor. Filmin diğer başrolünü oynayan aktör Ryan Reynolds ise, Altmann’ın avukatını, ünlü besteci Arnold Schoenberg’in torunu Randy Schoenberg’i canlandırıyor. Filmin benim için en etkileyici sahnelerinden biri ise Maria Altmann’ın avukatına, “Dava nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, Amerika’ya dönmeden önce Holokost Anıtı’nı ziyaret edip, saygılarımızı sunacağız. O zaman Viyana’ya boşuna gelmemiş oluruz” dediği sahne. Orada Schoenberg’in gerçek köklerini anlayıp, davaya dört elle sarılmasını hissedebiliyor seyirci.

***

Tabloya gelince, Klimt’in Altmann’ın teyzesi Adele Bloch-Bauer’i resmettiği Altınlı Kadın tablosu (Adele Bloch-Bauer’in Portresi) hem Adele’nin zarafeti ve daha da çarpıcı olan, altından yapılan dokusu yüzünden tabii ki çok etkileyici.  Nazi işgalinde el konulan Adele Bloch-Bauer’in Portresi, Avusturya’nın Mona Lisa’sı olarak biliniyor. 

Her film hakkında olduğu gibi Altınlı Kadın hakkında da yabancı basında ve internette bazı olumsuz eleştiriler okudum. Hellen Mirren’in taktığı kontak lensleri eleştirenler, Klasik Mirren - Meryl Streep mukayesesi yapanlar, Reynolds’ın oyunculuğunu eleştirenler de vardı tabii. Herkes filmler konusunda fikrini yazmakta, özellikle de uçsuz bucaksız internette yazmakta serbest. Ancak bu filmin vermek istediği mesajlar, Hellen Mirren’in kontak lenslerinden çok daha mühim. Alışılagelmiş tarzda, tipik bir Holokost filmi olmayan Altınlı Kadın’ın, eğitici ve düşündürücü yönü benim için daha önemli.  Özellikle de Holokost hakkında çok bilgisi olmayanların görmesinde fayda var.  Ne hissetseler, ucundan ne öğrenseler kâr. Bir daha asla…