Eciş bücüş sebzeler

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
15 Nisan 2015 Çarşamba

Nihayet perde aralandı ve bahar bir nebze de olsa yüzünü gösterdi. İnsan sokağa çıkarken nasıl giyineceğini bilemiyor. Aslında ‘soğan kabuğu’ yöntemi, yani kat kat giyinmek en iyisi.

Çevremizde gripten nasibini alanların sayısı bir hayli fazla. Bir hafta boyunca antibiyotik kullandıktan sonra öksürüğünü kekikli balla iyileştiren arkadaşım, “Eski yöntemler daha iyi galiba” dedi. Bu hem doğru, hem de yanlış. İlaç kullanmamakta direnenler yok değil. Ancak doktorun önerisiyle bir an evvel tedaviye başlamak kanımca birçok komplikasyonu önlüyor.

Öte yandan doğal şifalı bitkileri beraberinde kullanmak tabii ki yararlı.

Bir zamanlar ıhlamur çiçekleri, melisa yaprakları ağaçtan toplanır, bahçeye ekilen nane elle toplanır ve kışın kullanılmak üzere bezlerin üstünde kurutmaya bırakılırdı. Gerçi biz ailece aynı yöntemi sürdürüyoruz. Ancak, aynı otları ve daha bin bir çeşidini aktarların yanı sıra, organik bitkiler ve gıda ürünleri satan mağazalar da satıyor. Söz konusu mağazalarda ‘eciş bücüş’ sebzeler, kararmış meyveler son derece dekoratif hasır sepetlerde fahiş fiyatlara satılıyor. Zerdaliler, zencefiller, mate çayı, kekik çeşitleri vs gibi bildiğimiz ve bilmediğimiz bir sürü karışım selofanlara doldurulup, sonra kraft kağıdına konup, üstüne de grafik tasarım bir etiket yapıştırılınca kasada hafif titreşimler yaşıyorsunuz.

Aslında organik beslenme bir yaşam tarzı. Bunu da büyük şehirde gerçekleştirmek kolay değil. Yaz mevsimi süresince aldığımız taze meyve ve sebzeden sonra şehre döndüğümüzde marketlerden kullandıklarımız yavan geliyor.

Artık her konunun yan dalları var. Beslenme ve dolayısıyla diyetisyenler de kapsama alanına dâhil oluyor. Birkaç yıl evvel, ‘eve en yakın ve bütçeye en uygun’ uzmanı seçerek, yine ve yeniden farklı(!) bir diyete başladım. Tartıya çıkmak için elimi tutan asistan giyinmemi bekleyip dışarı çıktı. Odada yalnız kaldım. Sağa sola, masanın üstüne baktım. Gariptir, meraklı yapıda değilim ama ayrıntılar gelip gözümün içine girer. Kısaca, iyi bir gözlemciyim. Derken kapı açıldı, son derece bakımlı bir bayan girdi: diyetisyenim…

Varla yok arası elimi sıktı. O an içim çekildi sandım. Yerine oturduktan sonra, “Eveeet Tilda Hanım. Şu kadar suyunuz, bu kadar yağınız vs vs”nin ardından koca bir dosya kâğıdı alıp ‘haldır haldır’ yazmaya başladı. Sonra da, “En önemlisi verdiğim karışımları düzenli içmeniz” diyerek zarifçe kapıyı açtı.

Çıkışta ön hazırlık için organik bitkiler satan en yakın dükkâna gittim. 50 gr bundan, 100 gr ondan, 150 gr şundan diyerek gerekeni aldım. Eve gelir gelmez bir kimyager titizliği ile karışımları hazırladım. Daha kaynatırken dayanılmaz bir koku yayıldı. İçtikten sonra fena bir mide bulantısı…

Bu hikâye tefrika halinde sürebilir. Bir aylık sürem bitince tatile gideceğimi söyleyip, az daha uzaktaki bir uzmanla devam kararı aldım. Mutfak dolabıma kokusu sinen bütün organikleri çöpe atıp, sadece kendi topladıklarımı sakladım.

Aslında boyum pek uzun değil, yoksa kiloyla bir sorunum yok…

Sağlıkla kalın.