Sevgi almayı bilmek

Eddi ANTER Köşe Yazısı
3 Aralık 2014 Çarşamba

Bazı sorular vardır kafamı kurcalayan ve cevabı her ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin yeterli değildir. İşte böyle sorulardan biriyle karşı karşıyayım yine. Sevgi ve sevmenin zamanı, yeri, boyu, yaşı veya cinsiyeti var mıdır? Geldiği yer ne kadar önemlidir? Bu sevgi denilen olgu madem olumlu bir deneyimdir, neden onu depolamak kolayca mümkün değildir? Her birimiz hayatlarımızı yaşarken dışarıdan gelmesini umduğumuz hatta beklediğimiz bu sevgiye niçin aç veya muhtacız? Bir arabanın benzinsiz hareket edemeyeceği gibi bizler sevgisiz yaşamı sürdürebilir miyiz? Sevginin kimden, hangi şekilde geldiği bizler için önemli midir? Bu sevgiyi, belli bir kişiden, belirli bir zamanda, özel bir şekilde bekliyorsam, diğer kişilerden gelen sevgiyi ıskalıyor muyum acaba? Sevgi benim varoluşumun temelinde yatıp, beni ben yapan on özelliğimden biri midir? Önem sırasında nerede yer alır? Lafla peynir gemisi yürümez diye düşünenler sevgiyle karın doymaz mı diyecekler?

Yürümeye başlayan bir çocuğu tekrardan emekletmenin yolu yoktur; aynı şekilde bildiğini zanneden birisine de yeni bir şey öğretmenin de zorluğunu bilen bilir. “Yaşlı bir köpeğe yeni hünerler öğretilemez” diye bir deyim var ancak hemfikir değilim. Geriye gitmek başka, öğrenip tekâmül etmek bambaşkadır. Kesinlik olan her şey değişimin önünde bir engeldir. Hangi konuya sıkı sıkı bağlıysak ve hangi alanda bildiğimizi zannediyorsak, hangi bilgiye vakıf olduğumuzu düşünüyorsak yenilik ve değişime açık olmamız da o kadar zorlaşıyor. Elbette öğrenmenin yaşı da yok sonu da... Her gün yenilik ve değişiklik demektir. Fakat bunun farkına varmayan bir ben varsa, o zaman her şey yanı başımızda olsa bile ben onu göremeyen, fark etmeyen olurum. Beni es geçer. Bir gün şayet kör olan gözlerim açılır, eğik boynum dikleşirse belki o zaman bu olan biteni hatırlayıp farkına varabilirim. Etrafımda olan, hayatımda kalan herkes benim için var. Sevgiyi de bu şekilde almak, etrafımda olanların bana gösterdikleri şekil benim hak ettiğimdir. Sevgiyi uzakta aramanın bir anlamı yok. Beklentinin sonu yok ve beklenen beklenmedik bir şekilde cereyan ettiğinde hayal kırıklığı da kaçınılmaz olur. Hayal kırıklığı korkuları hortlatır, üzüntü ve kedere dönüşür. Tasa ve mutsuzluk olunca sevgi de içine giremez; sana ulaşamaz. Sevginin her şeklinin ilahi oluşu bundan kaynaklanır.

Evimde senelerdir baktığım tek bir bitkim var. Her gün sular, yapraklarına dokunur arada bir konuşur ona sevgimi veririm. Geçen yaz iki aylığına seyahate gittiğimde onu susuz bir halde evimde unutmuştum. Geri döndüğümde kurumaya, çöpe atılmaya yüz tutmuştu. Üzüldüm... Sulayıp, sohbet edip özürler diledim. Bir bitki bana sevgisini nasıl verecekti ki? Hemen ardından yeşermeye, yeni yapraklar açmaya başladı. Yaprakları çoğalıp, boyu uzayıp çiçek verdiğinde bana kendince sevgisini, şükrettiğini gösteriyordu. Büyüyüp, gelişerek kendini ortaya koyup, sevdirmeye devam ediyordu. Doğanın kanunu zaten, bitkiyi toprakta bıraksaydın, yağmurla yaşar ve yeşerirdi diyenler olacaktır. Bu sadece benim bakış açım diye düşünenler de vardır. Doğada olan her şey doğaldır fakat her biri aslında mucizedir. Bugün ben bitkimde olan değişikliği gördüğümde, ona olan katkımın farkındalığına ulaşıp mutlu olabiliyorum. Bu his sevildiğimin bir göstergesi, sonucu olarak ortaya çıkıyor. Bana bunu hissettiren, konuşmayan, hareket etmeyen basit bir bitki. Canlı, hayatta bulunan ve toprağa bağlı bir bitki alt tarafı diye aklından geçirenlerin de olduğunu düşündüm. Bunun için kafa yormaya değer miydi? Bir bitkiyi saksının içinde, mutluluk ve sevgi kaynağının varlığı olarak görüp bu hissi yaşamak beni iyi hissettiriyorsa etrafımda olan doğaya bakıyor ve düşünmeden edemiyorum. Bütün bu güzelliklere bakıp ben neden göremiyorum? Yüzlerce bitki, ağaç ve çiçeğin bana verebileceği sevgiyi hayal ediyorum. Her birine bakmak, onlarda olan değişimi fark edip, bu evrenin ve dünyada olan tüm güzelliklerin benim için yaratıldığını görmek, her şeyin benim mutluluğum için var olduğunu bilmem demektir. Bunu bilip, buna inanmak sevginin kaynağını bulmak, O’na ulaşmanın ilk basamağı değil midir?

Kimimiz bitkilerin canlı olduğunu, onların da nefes alıp verdiklerini düşünmez. Düşünmeye vakit veya ihtiyaç yoktur ondan. Anlamak işlerine gelmez. Daha önemli işleri vardır. Kimisi de sevgiyi hayvanlarda arar. Hayvanların nefesleri olduğu gibi ruhları da vardır. Evimde köpeğim olduğu zamanlar bana sevgisini göstermenin hoşuna gittiğini hatırlarım. Her evden çıkışımda ağlamasına şahit olur, kapının ardından gelen o ses bana tarifi zor bir mutluluk verirdi. Beni sevip bekleyen, yolumu gözleyen birinin varlığına işaret ederdi. Eve her dönüşümde ise zamanın farkındalığını bilmeyen köpeğim atlaya zıplaya beni karşılardı. Gidişler terk ediliş gibi geliyordu sanırım. Her buluşma bir ilk gibi olurdu. Bu beni mutlu ederdi. Onu okşayıp gezmeye çıkartmam ve beslememe karşılık, o bana sevgisini verir, beni kollardı. Herkesten kıskanıp korumaya çalışırdı. Bu hisleri insanlardan öğrenmiş olsa gerekti. Ancak köpeğimin bana verdiği sevgi gerçekti. Hissettiğim sevgi insanlardan aldığımla eşitti. Aynıydı. Geldiği yer, şekli farklıydı sadece. Sevgi sevgidir. Kimden, nereden gelirse gelsin benzer hisleri deneyimletir.

Söz konusu insanlar olunca iş epeyce derinleşip karmaşaya dönüşebiliyor. Eş, akraba ayrımı, ardından kan bağı olmayan seçtiklerimiz ve bizi seçen arkadaş ve dostlar, ilişkiler karşımıza çıkıyor. Burada söz konusu olan sevgi ile beklenti dengesi önem kazanıyor. İnsanlar, bitkilerin nefesi, hayvanların ruhundan öte bir varlığı içinde taşıyorlar. Bu üçüncü boyut ile birlikte düşünme yeteneği olan bir canlı. Homosapiens denilen düşünen canlılar gurubuyuz. Çoğu zaman düşünmeden konuşan, düşünmeden harekete geçen insanlar yine bizler değil miyiz? Sevgiden uzak hayatları seçerken, sevgiyi ne kadar vermeye hazırız acaba? Aldığımız kadarıyla mı bu hazırlık? Kime vereceğiz? Hak edene mi? Biz kim yargılamak kim? Kimin neyi hak ettiğini bizler nasıl bileceğiz? Yapmamız gereken herkesi ve her şeyi olduğu gibi görüp kabullenmek ve sevmek. Sevginin kendisi olmak bu demektir.

Birini veya bir şeyleri sahiplenmeden sevmek neden bu kadar zor gelir acaba?

Değişimin kendisi garantidir; kaçınılmazdır ve süreklilik arz eder ancak görünmeyebilir. Ordadır, oluşum içindedir. Biz içinde değilizdir veya içinde olup bakan görmeyen körleriz. Değişim ve gelişim zamanı hep şimdi ve buradadır. Yarın ve bir başka ortam veya yerde değildir. Ben değişiyorum ya siz? Sadece verdiğin şeye gerçekten bir zamanlar geçici olarak sahiptin demek oluyorsa sevgiyi de verebildiğin kadar ver. Bak göreceksin ki sana kat kat geriye dönecek. Ya bir çiçekle ya bir kuşla belki de tüm insanlıkla...