Usta işi

Rafael ALGRANATİ Köşe Yazısı
26 Kasım 2014 Çarşamba

Bir süredir başımı kuma gömüyorum. Ne haber dinlemek istiyorum, ne de gazete okumak. İnsanı yoran, üzen, kahreden olumsuzluklar silsilesi yaşıyoruz. Birini sindiremeden, diğeri geliyor üstümüze üstümüze… Memnuniyetsizlikler, yakınmalar, takıntılar, imalı laf atmalar, çekememezlikler, suçlamalar, gerçekleri çarpıtmalar, çamur at izi kalsın misali iftiralar, kendi uydurdukları yalanlara inananlar, çatışmalar, bölünmeler, ayırımcılıklar, kin kusmalar, hedef göstermeler, menfaatlerin insan hayatının ve doğanın üstünde tutulmasından doğan felaketler… Almış başını gidiyor.

İnsan insandan, kardeş kardeşten ayrı düşüyor.

Akıl aklını yitiriyor…

Birileri çıkıp “durun artık, kendinize gelin” demiyor, diyemiyor. İnsanları geçimsiz yapanın sevgisizlik, birbirine düşman edenin iletişimsizlik, güzellikten yana ne varsa yok edenin ilgisizlik olduğu unutuluyor, unutturuluyor.

***

Bir zamanlar, birbirine bitişik iki çiftlikte yaşayan iki erkek kardeş varmış. Günlerden bir gün bu iki kardeş arasında bir anlaşmazlık baş göstermiş. İki kardeş arasında o zamana değin ilk kez görülen anlaşmazlık, giderek büyümüş ve kardeşler arasında ayrılığa neden olmuş. İki kardeş, birbirlerine yalnızca küsmekle kalmamışlar, yıllardır ortaklaşa kullandıkları tarım makinelerine değin sahip oldukları tüm araç gereçlerini ve mal varlıklarını da ayırmışlar. Küçük bir yanlış anlama sonucu başlayan anlaşmazlığı izleyen ayrılık, giderek büyüyen bir uçuruma dönüşmüş ve en sonunda yerini, karşılıklı kullanılan hoş olmayan sözlere bırakmış. Bunun arkasından da beklenenler olmuş.  Kardeşler arasında önce şiddetli bir kavga, sonra da ürkütücü bir sessizlik yaşanmaya başlamış.

Bir sabah, bu iki kardeşten büyüğünün kapısına bir usta gelmiş. Elinde büyük bir marangoz çantası varmış. Ev sahibinden geçici bir iş istemiş:

“Yapılacak ufak tefek bir işiniz varsa, size yardımcı olmak isterim,” demiş.

“Elimden hemen her iş gelir. Birkaç gün çalışırım, işi bitiririm” diye devam etmiş.

Büyük kardeşin aklına o an bir ‘iş’ gelmiş.

“ Evet, sana göre bir işim var” demiş ve küçük kardeşinin çiftliğini işaret etmiş.

 “Şu derenin karşısındaki çiftlik, komşumundur. Daha doğrusu, benim küçük kardeşime aittir o çiftlik. Geçen haftaya dek benim çiftliğimle onun çiftliği arasında bir otlak vardı. Sonra o, buldozeriyle oraya ırmak bendi yaptı ve şimdi aramızda otlak yerine, çiftliklerimizi birbirinden ayıran bir dere var.”

İş isteyen adam, büyük kardeşin söylediklerini dikkatle dinledikten sonra:

 “Benden ne yapmamı istiyorsunuz?” diye sormuş. Büyük kardeş önce kuşkusunu, sonra da kararını açıklamış:

“Kardeşim bunu, bana acı vermek için yapmış olabilir”, demiş.

“Fakat şimdi ben, onun yaptığından daha büyük bir şey yapacağım.” Bunları söyledikten sonra adamı almış, ahırların olduğu yere götürmüş ve duvarın dibinde yığılı duran kütükleri göstermiş:

“Senden, bu kütükleri kullanarak, iki çiftlik arasında üç metre yükseklikte bir çit yapmanı istiyorum,” demiş.

“Kaç gün çalışırsan çalış, nasıl yaparsan yap ama bana öyle bir çit yap ki, gözlerim kardeşimin çiftliğini artık görmek zorunda kalmasın.”

İş arayan usta, başını sallamış:

“Sanırım durumu anladım, efendimi” demiş.

“Şimdi bana çivilerin, kazma küreğin yerini gösterin ki hemen işime başlayayım.”

Büyük kardeş ustaya kazma, küreğin ve çivilerin olduğu yeri gösterdikten sonra, alışveriş yapmak için kasabaya gitmiş. Usta ise, tüm gün boyunca ölçerek, keserek, çivileyerek sıkı bir çalışmaya koyulmuş.

Akşam güneş batarken usta işini bitirmiş. Alışverişini bitiren çiftlik sahibi büyük kardeş de aynı saatlerde kasabadan dönmüş. Döner dönmez ustanın yaptıklarına bakmaya gitmiş. Derenin kenarına yaklaşırken şaşkınlıktan gözleri, yuvalarından fırlayacakmış gibi açılmış. Karşısında yapılmasını istediği çitin yerine, derenin bir yakasından öteki yakasına uzanan görkemli bir köprü varmış. Biri kendi çiftliğinin toprağına, diğeri küçük kardeşinin çiftliğinin toprağına oturtulmuş sağlam iki ayak üzerinde, yanlarındaki korkuluklarına varıncaya dek en ince ayrıntılarına kadar düşünülerek yapılmış, tam anlamıyla ‘usta işi’ denilecek kusursuzlukta bir köprü uzanıyormuş.

Büyük kardeş, hâlâ geçmeyen şaşkınlığıyla bu köprüyü seyrederken, karşıdan birinin geldiğini görmüş. Dikkatle baktığında gelen kişinin, komşusu, yani küçük kardeşi olduğunu anlamış. Kardeşi, kollarını iki yana açmış olarak köprünün karşı ucundan kendisine doğru yürüyormuş. Biraz yaklaştığında:

“Benim sana karşı yaptığım bunca haksızlığa ve söylediğim bunca kötü sözlere karşın sen, bu köprüyü yaptırarak ne denli iyi ve ne denli büyük bir insan olduğunu gösterdin” demiş ağabeyine.

“Şimdi bir büyüklük daha yap ve sen de kollarını açarak bana gel...

Köprünün iki ucundan ortaya doğru yürüyen kardeşler, köprünün ortasında bir araya gelmişler ve özlemle kucaklaşmışlar.

Büyük kardeş bir ara arkasına baktığında, çantasını toplayıp, oradan ayrılmakta olan ustayı görmüş.

“Gitme, dur, bekle,” diye seslenmiş.

“Sana yaptıracağım birkaç iş daha var çiftliğimde...”

Usta gülümsemiş;

“Ben buradaki işimi tamamladım, artık gitmem gerek,” demiş ve eklemiş:

“Yapmam gereken daha çok köprü var.”

***

Acaba bizler de usta işi köprüler yapabilir miyiz?

Tüm olumsuzluklara rağmen atılan köprüleri tekrar kurabilir, kollarımızı açıp tekrar birbirimize sarılabilir miyiz?