“Bu toprağın derinliklerine kanımı akıttım”

Tarihi yeniden yazmak... Bildiklerimiz gerçeğin tüm yüzlerini ne kadar yansıtıyor? Anlatılanlar, yaşanılanlar, tarihin tozlu raflarında zaman içinde sessizliğe gömülenler, kaybolmuşluklar yeniden gün yüzüne çıkmakta... Zaman tünelinde bir yolculuk bu...

Dalia MAYA Köşe Yazısı 0 yorum
12 Kasım 2014 Çarşamba

Tarihi yeniden yazmak...

Bildiklerimiz gerçeğin tüm yüzlerini ne kadar yansıtıyor? Anlatılanlar, yaşanılanlar, tarihin tozlu raflarında zaman içinde sessizliğe gömülenler, kaybolmuşluklar yeniden gün yüzüne çıkmakta... 

Zaman tünelinde bir yolculuk bu. Ama bu sefer şimdiye kadar sıklıkla kapalı kalmış bir bakış açısından dolanıyoruz zaman tünelinde. Tarih kitaplarında pek de yer verilmemiş olan, arka planda kalan... Uzun araştırmalar sonucu anılardan toparlanıp 100 yıl kadar sonra gün ışığına çıkan bilgilerin yönlendirmesindeki bir zaman tünelindeyiz. Bu sefer, ‘kadın’ açısından dolanıyoruz...

Bir avuç toprağı yoğurmayı bile bilmeyenler / Duygusuz yavan insanlar. / Bu benim ruhum en kutsal varlığım / Bunlar çalışma saatleri. Ruhumun yandığı saatler / Siz yiyip içerken, dalga geçerken, oburca tıkınırken, ben heykelimle yalnızdım. / Ve yavaş yavaş akan benim hayatımdı. / Bu toprağın derinliklerine kanımı akıtıyordum...

Zamanın kadını ikinci planda bırakan toplumsal baskılarının arasından dışa çıkmak için kendisini zorlayan dehası ile büyük aşkı Rodin’in kabul gören dehası arasında sıkışan Camille Claudel’in aşağı yukarı bu satırları yazdığı dönemlerde, yaşadığımız topraklarda başka kadınlar, İstanbullu kadınlar, Müslüman’ı, Ermeni’si, Yahudi’si, Kürdü bir olmuş, Anadolu kadınının da desteği ile taleplerini önce Nuriye Ulviye’nin şahsi servetini kullanarak kurduğu, 3000 üzerinde tirajı olan ‘Kadınlar Dünyası’ dergisinde dile getirmişti. Kadın erkek eşitsizliğine karşı çıkıyorlardı. Kadınların da çalışma yaşamına entegre edilmesi, kadınlar için de yüksek öğretim olanaklarının sağlanması, onların da kamu kurumlarında çalışmasını talep ediyorlardı. Okur mektuplarına da ağırlıkla yer veren derginin de etkisiyle 1914 yılında İnas Darülfünun’un kurulması sağlanmıştı. Aynı kadınlar 1919’da ekonomik zorluklar nedeniyle darülfünunun kapanmasına boyun eğmemiş karma eğitime karşı çıkan maarif müdürünün görevinden alınması ve yerine zamanın Maarif Nazırı Ali Kemal Bey’in kadınların eğitiminin sağlanabilmesi için gerekli değişikliklerin yapılmasına izin verecek olan başka bir müdürün, atanmasını kararlı duruşları ve baskıları sonucunda sağlamışlardı."

Bu noktadan sonra kadınlar, önce erkeklerle aynı binada farklı saatlerde, ardından eğitim eşitliği için tam anlamı ile birlikte karma eğitime hak kazanmışlardı.

***

30- 40 kişilik bir grup insan, ağırlıklı kadın, sırtlarında çantaları, ellerinde A4 kağıtlar, kuru fakat soğuk bir akşam üzeri Beyoğlu’nda dolaşıyoruz. Grubu bir arada tutabilmek ve kalabalık caddede birbirimizi kaybetmemek üzere, grup yönlendiricisi çiçekli bir şemsiye açmış, hepimiz onu takip ediyoruz. Tünel’in karşısındaki Tünel Apartmanlarının arasında yer alan ve bugünlerde lokantalarla neşelenen ufacık pasajın içinde, bir kitapçı önündeyiz. Moda dergileri ithal eden Kohen Kardeşler kitapçısı. Meğer bu kitapçı 1918 yılında Mazalto ve Eliza Kohen kız kardeşler tarafından İstiklal Caddesi 491 numarada kurulmuş, birkaç adres değişikliğinin ardından, bugün bulunduğu yere taşınmış. Bu arada Kohen Kardeşler yaşlandıkları için kitapevini akrabaları Samuel Sapan’a, çok sonraları da Albert Sapan’a devredilmiş. Ancak, kapının üzerindeki Kohen Hemşireler Kitap Evi ibaresi dikkatli bir gözün odağına hâlâ takılmakta. Rotamızın bir sonraki durağı İstiklal Caddesi’nde Narmanlı Han oldu. Fahrelnisa Zeid, Aliye Berger gibi birçok sanatçıya mekân olmuş bu ihtişamlı binanın yıkık dökük hali zaman tünelinin toprağında kaybolanlara bir ağıt, Aliye Berger’in hikâyesi ise o dönemde kadının sanatçı olmanın zorluğunun bir göstergesi niteliğindeydi.

İlk Ermenice - Türkçe kitapların basıldığı Aras Yayınevi’nin 1993 yılında kurulduğu Hıdivyal Palas’ın önünde özellikle kadın hakları, savaş ve barış üzerine yazan Ermeni Yazar / Aktivist Zabel Yesayan ve ardından öğrencisi olduğu Alliance il okulunun sokağı, Kumbaracı Yokuşu’nun başında ilk Türk kadın oyun yazarı Beki L. Bahar tanıtıldı eserlerinden birer bölüm okunarak. Kürt şarkıcılar Rojda ve Ayşe San’ın tanıtıldığı Mezopotamya Kültür Merkezi’nin önünde biraz uzun kalınca - varlığımız caddeden geçmekte olan halkın da dikkatini çekmeye başlamış olacak ki - grubumuz büyümeye başlamıştı. Bir gösteri mi gerçekleşiyordu burada? Etrafta birileri Arapça yorum yapıyordu. İngilizce sorular soran oldu. Bir adam, uzun uzun inceledi bizleri, insanların elindeki kağıtları okumaya çalıştı. İngilizce idi yazılar. Kimi katılımcının sırt çantasının yanından sarkan yaka kartlarını okudu yaklaşıp. Sanırım sivil polisti. Şemsiye tutan kızın arkasında uzunca bir süre duran gençten bir delikanlı kendi kendine konuşur gibiydi. Kendince bizi uyarıyordu oysa: “İngiliz galiba... Birisi söylesin şu İngiliz kızına, farkında değil sanırım,  yağmur yağmıyor!”

Geziye devam edemedik. İstiklal hareketlenmiş, polis araçları geçmeye başlamıştı. “Yürüyüş olacak, geri dönün” mesajı gelmiş organizatörlerden birine…   

***

Kimi ermiş muradına / Varmış Osmanlı’ya / Kimi sana bana kalmış/ Denizler Giz kuyusu/ Yollar suskun.”  demişti bir şiirinde Beki L. Bahar. 

Kanlarını akıtmıştı bu topraklara kadınlar… Uğraşmış, didinmiş, çabalamış, yaşam kalitesinin oluşmasına katkıda bulunmuştu. Gülümser Yıldırım İstanbul Kadın Kültür Vakfı’nı ve “2674 yıllık İstanbul kadın tarihini gündemde tutmasıyla gelecek nesillere bir armağan” olmak üzere İstanbul Kadın Müzesi’ni kurmuştu. Müzenin gerçekleştirdiği Kadınların Üniversitede 100 Yılı - İnas Darülfünunu / Kadın Üniversitesi 1914 Sergisi’ni gezdikçe tarihin karanlık yollarında suskun kalanları hatırlamak, tarihi yeniden yazmak ve belki de bugüne o suskunların da eklendiği bir bakışla topluma yeniden yorum getirebilmektir bir anlamda.

1 Yorum