İğneada’nın inekleri

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
12 Kasım 2014 Çarşamba

Havaların güzel gitmesinden istifade, geçenlerde küçük bir arkadaş grubu ile Edirne İğneada gezisi düzenledik. Biraz kültür, biraz tatil şeklinde düşündük. Gerçi Edirne’yi hakkını vererek görmek için iki tam gün lazım. Sadece kültür turu olduğunda rehberin yanı sıra bir tarih profesörü de vazgeçilmez. O zaman da haldır haldır o tepe senin, bu kazı benim nefessiz kalıyorsunuz. Eve döndüğünüzde de kendinize gelmek için zaman gerekiyor.

Dikkat ederseniz, son zamanlarda insanlar günlük hayatın stresinden kurtulmak için kısa gezileri tercih etmeye başladılar. Nereye gittikleri çok da önemli değil.

Sonuç olarak kendimize göre bir program hazırlayıp yola çıktık. Güneşli havada yol almak çok keyifli. İhtiyaç molası verdiğimiz her yerde küçük alışverişler yaparak ilerledik.

Yol alırken eskilerin anlattıkları film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Edirne doğumlu olan anneannemin tarafında Edirne Başhahamı bir büyükbaba varmış. Kayınvalidem ile kayınpederim orada doğmuşlar, birbirlerini tanımışlar. Alt katta iş yeri ‘la butika’ üst katta ise evlerinin bulunduğu bir yaşam tarzı sürerlermiş. Soli Avigdor’un anlattığı Bülbül Bahçesi’nde beş gazozu on kişi paylaşırlarmış. Malum Edirnelilerin eli sıkılığı nükte gibi anlatılır…

Ancak İstanbullu gelinler devreye girdiğinde bu alışkanlık tarihe karışmış. Zamanla İstanbul’a taşınan Edirnelilerin yaz aylarında en sıkıntı çektikleri konu yüzme bilmeyişleriydi. Suadiye Oteli’nin plajında, gruplar halinde boy olan yerde, el ele tutuşup suya girerlerdi.

***

Edirne’ye yaklaşırken en çok dikkatimi çeken evlerin çoğunun bitişik nizam olmayışıydı. İki, en fazla üç katlı olan binalar sayesinde de sokağın başından en sondaki evi bile görebiliyordunuz. Arnavut kaldırımları, yolda aheste aheste giden büyükbaş hayvanlar; çarşı haricinde sokaklarda fazla insan yok. Arabadan indiğimizde ise temiz hava bir müddet sonra etkisini gösterdi.

‘Bir kahve olsa’ ricalarıyla mola verdik. Dinginlik ruhumuzu okşadı.

Selimiye Cami ve Külliyesi; Mimar Sinan’ın ustalık dönemi eseri. Rehberi can kulağıyla dinliyoruz. Saatlerce durabilirdim orada. İnsanı başka bir boyuta taşıyan bir huşu var içeride.

Edirne İğneada yolu üzerindeki Longoz Ormanları, doğanın insana sunduğu bir armağan. Ağaçların arasından ilginç bir yürüyüş parkuru var. Yolun hemen başında tahta masalarla oturma yerleri mevcut. Şahsen beklemeyi yeğledim. Oksijen otururken de yürürken de aynı benim için.

İğneada’ya vardığımızda artık Karadeniz sahilindeydik. Deniz dümdüzdü. Kumların üzerinde oturup güneşlenen iki inek ‘işte hayat bu’ dercesine bize bakıyordu.

Güncelden iki günlüğüne sıyrılmak, ‘hayat bu işte.’