Islanan kartpostallar

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
26 Şubat 2014 Çarşamba

Cumartesi gecesi yatarken çalar saati kurdum, ardından da eşime sıkı sıkı tembihledim. “Duymazsam lütfen uyandır.” Pazar sabahı Kabataş’tan 9:00 motoruyla Büyükada’ya gidecek, Anadolu Kulübü’nün Genel Kurul seçimleri için oy kullanacak ve bir sonraki motorla geri dönecektim. Çok da azimliydim. Ne var ki, gece yağan yağmur, haftanın yorgunluğu ile birleşince, ne çalar saati duydum ne de uyandırılma çabalarını hissettim. Doğal olarak bir sonraki motor/vapuru yakalamalıydım. Ama yapamadım. Nedenine gelince öğle saatlerinde daha önce hiç tanık olmadığım bir ‘saç kesme’ törenine davetliydim. Merak bazen iyidir, bazen de kötü. Görevimi bir yana bırakıp koşa koşa törene gittim.

***

Üç yaşındaki erkek çocuklarına uygulanan bu adet Yiddiş dilinde ‘upşerin/upşeriniş’, Sefarad cemaatlerinde ise ‘halake’ olarak biliniyor. Saçın neden ilk kez üç yaşında kesildiğine gelince, ağaç ve çocuk arasındaki benzetmeyle açıklanıyor. Meyve ağaçlarının ürünleri ekildikten üç yıl sonra kopartılıp yenilebiliyor. Aynı paralelde bir çocuk ancak üç yaşında büyümeye başladığını fark eder ve toplumda yerini alır. Bunun simgesel göstergesi olarak da önce aile büyükleri sonra da davetliler çocuğun saçından bir tutam keserler. Kutlamanın en güzel yanı, ailenin dünyanın dört bir tarafında olan yakınlarının bir araya gelmiş olmasıydı. Neşeli, keyifli, çocuk dolu bir ortamdı.

‘Upşeriniş’ cemaatimizde bilinen bir uygulama değil. Tora’da yazılı bir yasa da değil; sadece bir gelenek. Bu vesile ile Yuda’ya sağlıklı bir yaşam, anne ve babasına hayırlı bir evlat olmasını dilerim.

Bu arada pişmanlık duymaktansa, hatalarımdan ders almayı yeğlerim. Büyükada’ya gidemedim ama oy kullanmak için Nisan ayında Ankara’ya gitmeye çalışacağım.

***

Geçenlerde bir arkadaşımız akşam yemeğine davet etti. Çocukluğundan beri tanıdığım, benden biraz daha genç olan arkadaşım ‘Erken gelin, en geç yedide masada olalım’ dedi. Meğerse bir müddettir, hafta sonları günde iki kez yiyorlarmış. Geç bir kahvaltı ve erken bir akşam yemeği. Diyeceğim şu ki, her nesil kendine bir öncekinden daha iyi bakıyor. Aynı hafta içinde hem sünnete, hem de bir cenazeye gitmek doğal. Ama bir hafta içinde yakın çevrenizde dört-beş kişiye kanser teşhisi konması hiç de doğal değil. Ne yaptık, ne yedik, içtik de birçok bilinmeyenin bedelini ödüyoruz?

Birkaç günlüğüne Bodrum’a giden arkadaşlarımız, “Sanki yaz mevsimi, her yer açık. Gözümüzle görmeseydik, bu kadar çok insanın kışları da Bodrum’da yaşadığına inanmazdık” dediler.

Büyük şehrin olanakları çok. Ancak başta sağlık olmak üzere bedeli de pek çok.

Yemeğe gittiğimiz gece, Vatikan Sözcüsü Rinaldo Marmara ile sohbet ettik. Birçok kitap yayınlamış olan R. Marmara, aralarında babasının kartpostal koleksiyonunun da yer aldığı, ‘İstanbul’ kitabının manevi değerinin çok büyük olduğunu anlattı.

Uzun yıllar özenle saklanan kartpostallar bir sel felaketinin ardından ıslanınca, ‘belki kurtarırız’ ümidiyle kızıyla birlikte tek tek kâğıtların arasına koyarak suyun emilmesine çalışmışlar. Mucizevî bir şekilde birkaç gün sonra kartpostallar eski renklerine dönünce, onları yazdığı kitapta kullanmış.

Yazarlar benzer olayları hep yaşarlar. O gece çok daha ilgi çekici olan konu ise, Vatikan Arşivleri’nin 1939 yılı ve sonrası için araştırmacılara kapılarını açacağıydı.