Ali Sami Bey’in Yolu

Vedat LEVENT Köşe Yazısı
12 Şubat 2014 Çarşamba

Bu aralar Galatasaray Spor Kulübü’nün kurucusu kıymetli Ali Sami Yen’in 1 Ekim 1905’te kulübün kuruluşunda söylediği cümleyi düşünüyorum sürekli: “Maksadımız İngilizler gibi toplu bir hâlde oynamak, bir renge ve bir isme mâlik olmak ve Türk olmayan takımları yenmek.” 

Ali Sami Bey, neredeyse yüzyıl öncesinden işin gittiği yeri öngörebilmiş. Futbolun kitleleri etkileme gücünü, ekonomik yapısını ve küresel etkisini anlamış. Kulübün henüz kuruluşunda kullandığı genel geçer tanımın içerisine esas amacını “Türk olmayan takımları yenmek” cümlesiyle ortaya koyma cesaretini göstermiş. 

Dönemin şartlarını, ülkenin içinde bulunduğu sosyal ve politik konumu düşündüğümüzde sürekli savaşlardan yenik çıkan, fakirlikten ve hastalıktan kırılan, yolsuzlukların, haksızlıkların, hukuksuzlukların vurduğu, hayata sadece negatif gözle bakmaya alışan bir toplumun yegane ihtiyacını tespit ediyor Ali Sami Bey… 

Umut! Bu halka umut gerektiğini biliyor Ali Sami Bey. 

Zira umut, morali doğurur. Moral ise cesareti… Cesaret, yanlış giden şeyleri değiştirme gücü verir insana… Bu gücü hisseden kişi dağlara bile karşı durabilir! 

Ali Sami Bey’in Galatasaray’ı, Black Stockings’den yeşeren Papazın Çayırı’nın Fenerbahçe’si, 22 vizyoner gencin kurduğu Beşiktaş Bereket Jimnastik Kulübü’nden köklerini alan günümüzün Beşiktaş’ı, kuruldukları dönemde Türk halkını girdiği ağır depresyondan çıkaracak küçük fakat etkili anahtarlar olmuşlardır.

İşte bu umut, ulus bilincinin yeniden doğuşunu hızlandırmış, ulusu oluşturan bireylerin birbirine beslediği güven duygusunu yeşertmiş, parlak bir liderin ortaya çıkışını hızlandırmış, toplumsal dayanışmanın yeniden doğmasına vesile olmuş ve Türk ulusunun bir amaç etrafında birleşerek emperyalist güçlere karşı Kurtuluş Savaşı’nı vermesinin tetikleyicisi olmuştur… 

İyi bir vatansever olan Ali Sami Bey’in Galatasaray Kulübü’nü kurarken aklındaki düşüncenin tam da bu olduğunu düşünüyorum. 

Tarih tekerrürden ibarettir. Tam da üç yıl önce, Arap Baharı’nın yaşandığı günlerde, 31 Ocak 2011’de ünlü spor yazarı James Dorsey, Mısır futbolu ve Mısır’ın en büyük takımı Al Ahly’yi anlattığı yazısında şöyle bir saptama yapıyor:

“Mısır’daki hükümet karşıtı gösterilere Al Ahly’nin organize taraftarlarının katılımı, harekete cesaret vermiş, gösterileri yaygınlaştırmış ve hızlandırmıştır. Bu durum sadece Mısır’ın rejimini değil tüm Arap hükümetlerini korkutmuştur. Futbol, Ortadoğu’da, halklara baskıyı aşabilecekleri özgür bir platform sunuyor.”

Dorsey’in bu tespitinden bir hafta sonra Libya’da sarsılmaya başlayan Kaddafi hükümeti her ne hikmetse Libya Futbol Federasyonu’na futbol maçlarının ikinci bir emre kadar iptal edildiğini bildirir. 

Tarih boyunca liderler, hükümetler, diktatörler futbolu yanlış teşhis ettiler. Futbolu kontrol edebileceklerini ve bu şekilde güçlerini halka daha kolay nüfuz ettirebileceklerini düşündüler. Hitler, Franco, Salazar, Mussolini, Arjantin Askeri Cuntası, Arap Baharı’nın devrik diktatörleri… Hepsi de orta vadede başardıklarını sandılar ancak hep kaybettiler.

Güney Afrika’da sıkça söylenen anonim bir söz vardır:

“Futbolu aristokratlar icat etti, halk oynadı.”

Söz doğru… Kanıt tarih…

Futbol halkındır. O’nu halkın elinden almaya çalışan bu zamana kadar hep kaybetmiştir! Bundan sonra da kaybedecektir!