Bir taksi şoförünün gözünden…

Dünyanın öbür ucunda, New York şehrinde de taksi şoförleri çıldırtan bir trafikte ve stres içinde arabalarını sürüyorlar. Benim tecrübe ettiğim, İstanbullulardan daha da kötü, tehlikeli ve stresli kullandıkları. Üstelik orada taksiler kapış kapış gidiyor.

Joelle PİNTO Köşe Yazısı
5 Şubat 2014 Çarşamba

Aslında taksilerde konuşmaya pek meraklı değilimdir. Konuşmamak canıma minnet. Bu davranışım kayıtsızlık veya şımarıklıktan değil. Sadece artık trafikten bitmiş bir İstanbullu olarak, bir an evvel varacağım yere ulaşmak tek dileğim. Ancak çoğu zaman başaramıyorum. Genç olsun, yaşlı olsun bir sohbet açılıyor. Taksi şoförlerine de hak vermek lazım, bir arabanın içinde uzun saatler geçiriyorlar. Saatlerce araba kullanıyorlar. Durmadan… Genelde taksiye binişlerim hafta sonları oluyor; ya araba park etmesi imkânsız bir yere, ya metroya, ya da araba çıkarmaya değmeyecek kısa mesafelere. Sohbet konuları genelde benziyor; İstanbul’un çıldırtan trafiğinde yakılan benzin, güncel ekonomik ve politik şikâyetler, bir de adımı bilmemelerine rağmen “Aslen nerelisin abla?” sorusu…

***

Dünyanın öbür ucunda, New York şehrinde de taksi şoförleri çıldırtan bir trafikte ve stres içinde arabalarını sürüyorlar. Benim tecrübe ettiğim, İstanbullulardan daha da kötü, tehlikeli ve stresli kullandıkları. Üstelik orada taksiler kapış kapış gidiyor. El kol sallayarak insanlar, biraz sonra büyük ihtimal deli gibi kullanacağını bildikleri bir şoförün arabasına binmeye uğraşıyorlar. Oradaki taksiciler bizimkiler kadar konuşmaya meraklı değil, üstelik taksilerine çeşitli memleketlerinden insanlar biniyor. Yani insanlar daha renkli, ya da şoförün canı sıkılıyorsa sohbet açmaya daha uygun.

Bir de işini sanata dönüştüren insanlar var bu dünyada. Sanatı içinde olanlar. Hayat onları hangi şartlarla mücadele etmek zorunda bırakırsa bıraksın, zorluktan sanat çıkaranlar… Geçtiğimiz pazartesi günü Business Insider’da okuduğum bir makale, 1990’lı yıllarda taksicilik yapmaya başlayıp birkaç yıl öncesine kadar bırakmamış bir taksi şoförü olan David Bradford hakkında. Bradford taksisini kullanırken ön camdan inanılmaz fotoğraflar çekerek iki fotoğraf kitabı yayınlıyor; Drive by Shootings ve The New York Taxi Back Seat Book. İki kitabının da fotoğrafları çok değişik ama birincisi benim için daha ilginç. Taksinin ön ve yan penceresinden kompozisyona fazla bakmadan çekilen fotoğraflar arasında sokakta dans eden balerinlerden, 11 Eylül’de ikiz kuleler patlama anına, karda New York resimlerine kadar çok güzel pozlar var. Saniye yakalanmış, çoğu zaman bakılmadan çekilmiş. Taksi şoförü olmadan üniversitede sanat eğitimi alan Bradford orada kör çizim üzerine uzmanlaşmış. Bir yere bakmadan çizebilme yeteneği, büyük ihtimal bu hızlıca çekilen fotoğraflar konusunda faydalı olmuş. İkinci kitabında ise taksisine binen müşterileri çekmiş. Onlar da çok güzel ama taksi penceresinden New York’u fotoğraf yoluyla anlattığı kitap kadar değil…

İlk kitabı insanı düşündürüyor. Ne kadar çok olaya şahit oluyoruz İstanbul’da aslında bizde araba kullanırken. Ancak hiçbirine dikkat etmiyoruz. Sadece “trafiğe kalmadan” sağ salim varacağımız yere gitmeye odaklıyız. Trafik polisine yakalanmadan birinin yıllarca akıllı telefonuyla resimler çekip kitap haline dönüştürdüğünü düşünün. Yollarda çiçek satan çingeneleri çekse, kestanecileri, karda kayan lüks arabaları, sabah erken saatlerde bir koluyla altı yedi köpek birden gezdiren adamları, okula mutsuz giden beyaz suratlı çocukları, TIR kullanırken cep telefonunda konuşan şoförleri, TIR’ların arkalarındaki yazıları, trafik tıkanınca TEM’de şarj, simit, su, hatta ok ve yay satanları çekse…

İstanbul’dan da albüm çıkar.

Albüm de çıkar, roman da…