Yaşlılık algısı

Avram VENTURA Köşe Yazısı
24 Temmuz 2013 Çarşamba

Yalnız Fransa’nın değil, dünya yazınının ünlü yazarlarından André Gide, 9 Haziran 1930 tarihli güncesine şöyle yazmış: “Gençken çok yaşlı gördüğüm kişilerin yaşına geldiğimi bir türlü inandıramıyorum kendime.”

Gide’in bu notunu okurken bilinç dışı gülümsedim. Zaman zaman arkadaşlarımla söyleşirken benzer sözleri söylediğim olmuştur. Ünlü yazarın o algısını ben de gençliğimde yaşadım. Çevremdeki elli yaşını aşkın insanlar, nasıl da yaşlı görünürlerdi çocuk gözlerimde... Hele altmışını devirmişlerse!.. Oysa bu gün, bu yaşı geride bırakmış olmama karşın, ihtiyarlığı kendime hiç yakıştıramıyorum. Çağımızın geçmişe göre algıları da değişti, tıbbın insan yaşını uzatma sonuçları da... Belki günümüz gençlerine, onların gözünde yaşlı kimdir diye sormak gerekir. Alacağımız yanıtlar hiçbir şeyi değiştirmese de, yaşanan döneme göre bakış açılarını öğrenmiş olurduk.

İngiliz yazar Joseph Conrad, 1917 yılında yayınlanmış Gölge Çizgisi kitabında, insanın kırk yaşından sonra gençlik çizgisini geride bıraktığını söyler. André Mourois, yirmi yıl sonra Conrad’ın bu kitabından söz ederek şöyle diyor:

“Her ne kadar bugün, bu çizginin daha çok elli yaşlarına doğru geçildiğini kabul edersek de, böyle bir geciktirme ile onun varlığını yadsımış olmayız; bu çizginin üstünden geçenler, ne kadar çevik ve sağlam da olsalar, Conrad’ın betimlemiş olduğu hafif titremeyi duyarlar ve kısa bir umutsuzluk krizi geçirirler.”

Bu dönemlere göre değişen algıları okuduğumda, çocukluk çağımdaki bakış açımın çok da abartılı olmadığını düşünüyorum. Ayrıca çevremdeki insanların, o yıllardaki ölüm yaşı ortalamasının günümüzle kıyaslandığında çok düşük olması, bu algının yerleşmesinde etkili olduğunu sanıyorum.

André Gide’in güncesindeki birkaç söz, bu gün neleri çağrıştırıyor.

Samuel Ulman’ın bir süre önce not ettiğim şu sözlerini paylaşmak istiyorum:

“Sadece belirli birkaç yılı yaşamakla hiç kimse ihtiyarlamaz. Yıllar sadece deriyi buruşturur. Ruhun kendisini ise isteklerin, heyecanların, ideallerin yok olması buruşturur.

Bir insan inançları kadar genç, kuşkuları kadar yaşlı, kendine güveni kadar genç, korkuları kadar yaşlı, umutları kadar genç ve hayal kırıklıkları kadar yaşlıdır.      

Kalbiniz güzel şeylerden, sevinçten, cesaretten, dünyadaki muhteşem kudret insanlıktan ve sonsuzluktan ne kadar zevk duyarsa, o kadar gençsiniz demektir.

Kalbinize giden bağlar ne vakit kopar ve kalbinizin merkezi ne zaman kötümserlik karları, fenalığın buzları ile örtülürse işte o zaman ihtiyarlamışsınız demektir.

Allah yolunuzu ihtiyarlıktan korusun...”

Ulman’ın sözlerine şunu ekleyebilirim:

Kayıtlı olan değil, duyumsadığımız yaştır yaşamımıza bir anlam katan!..