İstanbul atları mı? Venedik atları mı?

Sami AJİ Köşe Yazısı
19 Haziran 2013 Çarşamba

12 Nisan 1204.  Şehrin talihsiz kaderi artık bağlanmak üzeredir. Venedik Dükası Enrico Dandolo liderliğindeki Haçlı ordusu (1) komutanları son toplantılarını yapmaktalar. Dandolo, 97 yaşında, son derece zeki ve gençliğinde bir Bizans imparator tarafından gözleri neredeyse tamamen kör edildiğinden, Bizanslılara karşı kin ve nefret doludur.(2)

Tahtı ele geçirmelerine yardım ettikleri Bizans İmparatoru (3), sözünü tutmamış ve anlaştıkları para yardımını Haçlı ordusuna vermeyi reddetmiştir. Dolayısıyla, şehre son hücum yapılacak ve antlaşmaya uygun talepler zorla alınacaktır.

Karar derhal uygulanmaya konur ve Haçlılar olağanüstü bir direnç gösteren şehir halkının tüm gayretlerine rağmen, işgale muvaffak olurlar. (13 Nisan 1204) Ve o andan itibaren kelimelerle tarifi imkânsız bir vahşet ve zamanın geleneklerine göre 3 gün sürecek bir talan, soygun ve katliam başlar. Bu inanılması güç yağmanın çapı birçok görgü şahidi tarafından kaleme alınmış ve bu belgeler günümüze kadar gelmiştir. Bunların içerisinde en ilginci, bizzat bu saldırıya katılmış, çarpışmalarda yer almış, bir Fransız şövalyesinin anlattıklarıdır.(4) Bir cümlesini aynen aktarayım:

“Dünya yaratıldığından beri hiçbir şehirden böylesine muazzam bir ganimet ele geçirilmemiştir.”

Nitekim Ayasofya başta olmak üzere, kiliselerdeki tüm hazinelere el konmuş,

saraylar ve evlere girilmiş, her türlü eşya ya çalınmış ya da tahrip edilmiş, çok değerli sanat eserleri parçalanmış veya yakılmıştır.(5)

Ancak tüm bu talan esnasında, ‘Hipodromun’ giriş kapısı üzerinde bulunan görkemli dört adet at heykellerine dokunulmaz.

Bu atlar 800 seneden beri adeta şehrin sembolü gibiydiler. Şehrin kalbi sayılabilen hipodromun şeref kapısının üstünde yarışları simgeleyen bir kuadrigaya (6)  koşulmuşlardı. İnanılmaz bir ustalıkla neredeyse saf bakırdan yapılmış bu atlar güneş ışığında altın rengini alırlardı.

 Belki de tüm vahşetlerine rağmen, Haçlı askerleri, sekiz asırdan beri orada bulunan atları kutsal sanıp, tahripten korkmuş olabilirlerdi.

Ortodoks Konstantinopolis’in Katolik Haçlılar tarafından istilası ve talanı Bizans İmparatorluğu’na altından kalkamayacağı bir darbe vurdu. İşgalin hemen sonrasında, şehirde 60 yıl kadar sürecek bir Latin (yani Katolik) Krallığı kuruldu.

Birkaç ay geçtikten sonra şehir, nüfusu önemli bir derecede azalmış ve çok fakirleşmiş olsa bile, günlük hayatına devam etmeye başladı.

Aradan iki yıl geçti. Enrico Dandolo vefat etti ve yönetim tam anlamıyla Fransız hanedan mensuplarına ait bir grubun eline geçti.  Şehrin yerli ahalisi ve civar küçük şehir kasabalarla, yönetim arasında belli bir uyuşma ve uzlaşma sağlandı.

Ancak bir sabah, şehir halkı dehşet verici bir haberle sarsıldı. Hipodrom’un üzerindeki sevgili atları yok olmuştur! Ne olup bittiğinden, başta kral olmak üzere hiçbir ‘yetkilinin’ haberi yoktur.

Kısa zamanda gerçek anlaşıldı; atlar, mükemmel hazırlanmış bir planla (7) bir gecede Venedikli bir grup tarafından yerinden sökülmüş, sahile taşınmış ve bir gemiye yüklenerek Venedik’e doğru yola çıkarılmıştır.

Halk derhal sürgünde bulunan Bizans İmparatoru’na haberi ulaştırır. Bizans gemileri, korsan geminin önünü kesmek için denize açılırlar. Ancak kaptanın mahareti mi yoksa şansı mı bilinemiyor, atların yüklendiği Venedik kalyonu bir türlü bulunamaz…

Uzun süren bu deniz yolculuğundan sonra atlar Venedik’e varırlar; ünlü tersanelerinin (Arsenal) binasına konur ve orada 50 yıla yakın bir süre kaldıktan sonra, San Marco Bazilikası’nın cephesindeki balkona yerleştirilir.

Aradan takriben 500 yıl geçmiştir. Genç bir Fransız generali Napoleon Bonaparte, Avusturya ve Piemonte ordularına karşı müthiş bir zafer kazanmış ve Venedik’e girmiştir. Atlar derhal dikkatini çeker ve bulundukları yerden sökülüp Paris’e götürülmeleri emrini verir. Heykeller, 1798 yılında Invalides Sarayı’nın bahçesinde sonra Tuilerie Parkı’nın girişinde yer alırlar ve nihayet 1807 yılında, ünlü Zafer Takı tamamlanınca onun üzerine yerleştirilir.

Tarih 1815 yani sekiz sene sonra, Napoleon’un devri sona ermiştir. Venedik, Avusturya İmparatorluğu’nun hükümranlığına verilmiştir. İmparator 1.François ilk iş olarak Fransa’dan atları geri ister ve tekrar San Marco Bazilikası’na eski yerlerine konmasını talep eder. Birkaç ay sonra atlar görkemli bir törenle tekrar kilisenin balkonuna konuşlandırırlar.

Ama serüven bitmemiştir. 1915 yılında, I. Dünya Savaşı’nın olası etkilerinden korumak için, atlarımız tekrar yerinden indirilir ve Roma’da San Angelo şatosunun mahzenlerinde koruma altına alınır. Harp bittikten bir yıl sonra, 11 Kasım 1919’da eski yerlerine kavuşurlar.

20 sene geçer ve II. Dünya Savaşı başlar. Şahane dörtlünün orada kalması düşünülemez ve bu sefer Padova Sarayı’nın bodrumlarında ‘misafir’ edilirler…

Ağustos 1945’te tekrar eski localarına kavuşurlar. Ama çileleri bitmemiştir.

1977 yılında beş sene süren ciddi bir bakımdan geçirildikten sonra artık açık havada barınamayacaklarına karar verilir ve atlar kapalı mekâna, yani bazilikanın müzesine taşınır ve bazilikanın cephesine kopyaları yerleştirilir. Şimdilik, müzedeki bir galeride ikamet etmekteler.

Venedik şehrine yolunuz düşerse, lütfen bu atları ziyaret edin; onlara belki de 800 yıldan beri özledikleri ‘Konstantinopolis’in havasını götürün; Marmara Denizi’nin, dalga seslerini dinletin; poyraz ve lodosun hâlâ onların hissettikleri şekilde estiğini söyleyin. Böylece bir nebze de olsa hasretlerini giderebilirsiniz.

 

1 Dördüncü Haçlı Seferi; siyasi entrikalar sonucu hedefinden sapmış ve Kudüs yerine Konstantinopolis hedef alınmıştır.

2 A.A.Vasiliev; History of the Byzantine Empire (1964 baskısı). 2. cilt syf.452

3 İmparator Isaac Angelus.(o devirde Bizans entrikaları inanılmaz boyutlara ulaşmıştır.

4 Geoffroy de Villahourdin: La Conquête de Constantinople

5 A.A.Vasiliev yukardaki eseri syf. 461

6 Quadriga, özellikle Roma ve Bizans’ta dört at tarafından çekilen yarış arabalarına verilen isimdir.

7 Jean Diwo ‘les Chevaux de Saint-Marc’ adlı tarihi romanı. (2000)