Söyleyecek çok şarkımız var daha...

23 Eylül Pazar günü. Parc de la Villette’in içinde Cabaret Sauvage’ı arıyorum. Gecikmişim, hızlanıyorum, konserin bir dakikasını bile kaçırmak istemiyorum. Salona girdiğimde şaşırıp kalıyorum. Koskocaman sirk çadırı 1930’ların balo salonlarını andırıyor. Art Nouveau stilinde, dekorasyon ahşap ve kırmızı kadife, fonda Roza’nın gülümseyen portresi asılı…

Sibel CUNİMAN PİNTO Köşe Yazısı
17 Ekim 2012 Çarşamba

Sanki bir büyü dolaşıyor havada... Yerimi alıyorum, ışıklar azalıyor, çepeçevre yerleştirilmiş onlarca pencere ve aynaya vuran spotlar kırılıyor ve binlerce minik mum yanıyormuş gibi nefes kesici bir atmosfer oluşuyor. Rebetiko’nun Divası İstanbul doğumlu Roza Eskenazi’nın anısına düzenlenen Les Voix du Rebétiko (Rebetiko’nun Sesleri) konserindeyim. İki saat boyunca müzik seyircinin ruhunu okşuyor, hayatıyla ilgili filmden ekstreler tarihte yolculuğa çıkartıyor. Sahnede üç ülkeden müzisyenler… Mehtap Demir’i ilk kez orada görüyorum, konser boyunca mükemmel sahne hakimiyeti, etkileyici sesi ve güzelliği ile sahnede devleşiyor. Yoğun programı arasında sorularımı içtenlikle yanıtladığı için kendisine çok tesekkür ediyorum ve bu özel müzik insanıyla yaptığımız röportajı bu ayki Paris Esintisi’nde sizlerle paylaşıyorum.

 

Mehtap Hanım, özgeçmişinizle başlayalım.

1978 doğumluyum. Onbir yaşımda İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuarı sınavı ile müzik eğitimime başladım. Orta, lise ve üniversite eğitimimi konservatuarda Türk Makam Müziği, Halk Müziği ve çok sesli müzik üzerine yaptım. Master öğrenimimi bir başka önemli müzik okulu olan İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarında Müzikololoji alanında tamamladım, sosyal etkileşim ve müzik konusunda tez hazırladım. Doktora eğitimimdeyse müzik antropolojisi alanındaki tez konum Göç ve Kültürel Etkileşim bağlamında İsrail güncel sahnesine Türkiye Müziğinin icrası üzerine oldu. Bir yıla yakın İsrail’de Bat-Yam ve Tel-Aviv’de yaşadım. Türkiye Yahudileri onursal başkanı sevgili Bensiyon Pinto’nun aracılığı ile İsrail’deki günlerim başladı. Türkiyeliler Birliği ile irtibata geçtim, sevgili Jak-Eti Aboresi ve yine Dostluk Bat-Yam derneği kurucuları Leyla-Yosef Ağlamaz dostlarım sayesinde Türkiye’den göç edenlerin ve müziğin bu göçle katettiği yolu anlamaya çalıştım. Herkes bana kapılarını açtı, çok keyifli zamanlar yaşadım, 2011 yılında doktora tezimi tamamladım. Halen İstanbul Üniversitesinde Müzikoloji bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışmaktayım.

Paris konserinde hınca hınç dolu salonu ihya ettiniz. Paris izleyicisi nasıldı?

Salonun biletlerinin tükendiğini konserden önce öğrenmiştik. Bu bizi çok heyecanlandırdı. Daha çok Rebetiko’ya meraklı Yunanlı ve Yahudi dostlarımızı bekliyorduk fakat çok sevindirici bir şekilde dünya müziğini takip eden çok sayıda Fransız dinleyici de geldi. Bu bizim için doğru bir müzik yolculuğu yaptığımızın işareti oldu çünkü sadece kendi kültürel bağlarını takip eden kişilere değil, aynı zamanda müzik aktarımını ve tanıtımını yapabileceğimiz yeni bir dinleyiciye de ulaşabildiğimizi gördük. Konser sonlarında herkesin ayakta dans ettiğini görmek muhteşemdi.

Bu konser dünya turnesinin bir parçasıydı sanırım...

Amerika, Almanya, Belçika, İsrail, Yunanistan başta olmak üzere dünyanın önemli festivallerinde ‘Benim Tatlı Kanaryam- Roza Eskenazi’ şarkılarıyla Ladino, Türkçe ve Yunanca bir repertuvarı dinleyiciye ulaştırdık. 17 Ekim’de Selanik’te WOMEX festivalinin açılış konserini yapacağız. Kasım itibari ile yeni konser programımız açıklanacak. Üzülerek söylüyorum ki henüz Türkiye’de konser yapamadık, bunun için  destek bekliyoruz.

“Benim
Tatlı Kanaryam” dokümanter filminden de bahsetmek istiyorum. Film çalışmasını biraz anlatır mısınız?

2010 yılında çekimlerine başladığımız film 90 dakikalık bir müzik belgeseli. İstanbul Yahudisi olan şarkıcı Roza Eskenazi’nin inanılmaz yaşam hikayesi ekseninde yeniden hayat bulan bir müzik yolculuğu. Türkiye’den ben, İsrail’den buziki ve ud icracısı Tomer Katz ve İngiltere’den Kıbrıs kökenli gitar ve vokal icracısı Martha Lewis’in Kudüs’te tanışmasıyla başlayan hikaye Roza’nın şarkılarını söyleyerek İstanbul’dan Yunanistan’a uzanıyor. Ben Roza’nın, Osmanlı Makam müziği etkisiyle söylediği Yunanca gazel (Amane) ve Türkçe şarkılarını söylüyorum. Yönetmenimiz Roy Sher’in tanıştırması ile buluştuk. Çok ilginç biridir Roy, hissettiklerinin ve merak ettiklerinin takipçisi ve iyi bir yönetmen. Film, Avrupa ülkelerinden, Amerika’nın eyaletlerine, Hindistan’dan Japonya’ya, İsrail’den Türkiye’ye sayısız ülkede gösteriliyor. Gösterimlere şimdi televizyon kanalları da eklendi. San Franscisco’da en iyi belgesel film ödülünü aldı, Selanik Film Festivalinin açılış filmi oldu. Tel-Aviv ud festivalinde verdiğimiz konser İsrail’de defalarca televizyondan yayımlandı.

Grubun Türk, Yunan ve İsrailli sanatçılardan oluşması birlikteliği çok anlamlı kılıyor. Film nedeniyle hep birlikte İstanbul’dan, Selanik’e, oradan Atina’ya yaptığınız tren yolculuğu sizlere neler yaşattı?

Uzun, keyifli, bol bol şarkılar söylediğimiz bir yolculuktu. Neticede üç farklı geçmişten gelen ve kendi hayatlarında Roza’nın müziğini tanıyan insanlardık. Kendimize ait farklı Roza Eskenazi anlayışımız vardı. Örneğin ben daha gelenekselciyim, eserleri çalışırken ve okurken birebir orijinal nağmeleri ve nüansları yapmaya özen gösteriyorum. Martha tamamen yeni aranjmanlar, jazz ve new age müzik anlayışıyla Londra’da rebetiko müziği icraatte bulunuyor. Tomer ise İsrail’de İbranice ve Ortadoğu müziği etkisinde yeni ‘Jewish Rebetiko’ ruhuyla icralar yapıyor. Aynı trende aynı müzikten farklı yorumlarla yol aldık, birbirimizden çok şey öğrendik tabii. Hayat hikayelerimiz, eğitimlerimiz ve memleketlerimiz farklı, dilimiz ise müzikti.

Sahnede ise, filmden farklı olarak sizi Savina Yannatou ve Giota Negka ile izledik. Üç özel ses, üç lisan, üç kültür…

Filmde biz üç müzisyene eşlik eden bir orkestramız oldu Türkiye’den, Yunanistan’dan… Film bittiğinde Roy yeni bir ensemble ile seri konserler yapacağımızı teklif ettiğinde, özel çalışmalarından dolayı uzun süreli bir sorumluluk almak istemeyen müzisyenler konserlere katılmadılar. Ben ve konser maestromuz kanun sanatçısı Mümin Sesler filmin başında eser seçimlerinden aranjmanlara kadar herşeyle ilgilendiğimiz için sonrasında ensemble’ın sorumluluğunu da üstlendik. O yüzden müzisyenler değişti ama ben en başından beri varım.

Roza Eskenazi’nin ayak izlerinde hayatını araştırırken bir çok döküman toplandı, torunu dahil bir çok kişiyle görüşüldü. Bu proje ‘yaşayan bir proje’ olarak sürecek mi?

Belgeselin içerisinde yer alan görüşmecilere, bilgi veren herkese ve eski görsel kayıtlara ulaşmak yönetmenimiz Roy’un sorumluluğundaydı. Benim görevim eserleri seçmek, eski kayıtları bulmak ve yeni düzenlemeleri için notalarını yazmak oldu. Hem belgesel filmciliği hem de etnomüzikolojik açıdan çok önemli bir derleme ve envanter oldu bu film. Zaten kaybolmak üzere olan bir hayat hikâyesinin ve bir dönem müzikal kimliğinin ilmiklerini biraraya getirdik. Filmden sonra ‘keşke şu bilgiyi de koysaydık’ dediğimiz bir durum yaşamadık. Projenin konserler halinde sürmesini bekliyoruz çünkü Yahudi, Hristiyan ve Müslüman kimliklerinin aynı sahnede ortak şarkılarla ve insani bir naiflikte buluştuğu yaratımlar çok az oluyor. Popüler kültüre rağmen iyi bir izleyiciye ve dinleyiciye ulaştığımızı düşünüyorum lakin daha çok başındayız, sanki söyleyecek çok  şarkımız var daha….

Hem çok başarılı hem çok hüzünlü bir hikâyesi olan Roza için ‘yaşadığı gibi, tutku, ateş ve aşk ile şarkı söylerdi.’ deniyor. Sahnedeyken siz de şarkıları yaşayarak söylüyordunuz. Kendisiyle ilgili duygularınız neler?

Cesur bir kadın Roza, tıpkı kendi döneminde yaşayan diğer kadın şarkıcılar gibi ama daha karışık bir hayatı var. Yahudi doğuyor, Hristiyan ölüyor, evli bir adama aşık oluyor, çapkın ve riskle yaşamayı seviyor sanki… Ben ses rengini ve okuma üslubunu çok benimsedim. O dönemin diğer şarkıcılarında da aynı doku var fakat bana haz veren bir tınıya sahip Roza. Kişisel olarak kendimle bağdaştıramam tabii, her ne kadar riski sevsem de daha kuralcıyım ben. Fakat özgür ruh halimi, cesaretimi ve sahnedeki duruşumu Roza’ya benzettiğim oluyor bazen. Benim hayatta en çok mutlu olduğum an dinleyici ile gözgöze geldiğim, onların nefes alışlarını hissetiğim anlar… Roza’yla bu konuda aynı ruh halindeyiz sanıyorum.

Biraz da ‘Söyle Mehtap’ adlı albümünüzden bahsedelim. Çok değerli müzisyenlerle çalıştığınızı görüyoruz. Nedim Nalbantoğlu Paris’te özellikle çok tanınan bir isim.

Nedim Abi, çok kıymetli bir müzisyen, ‘ben gelir çalarım’ dediğinde çok sevinmiştim. Bir Uygur halk şarkısını tango formunda yaptık, ona çigan kemanıyla eşlik etti. Sözlerini benim yazdığım Makedon halk şarkısı ‘Dünya’ onun kemanıyla çok farklı oldu. Benim bestem ‘Hüzün Çiçeği’ Nedim Abi’nin kemanı eşliğinde çok güzel bir Hicazkâr şarkı haline geldi. Türkiye’nin en kıymetli müzisyenleri albümünde yanımda oldular, hepsi dostum ve arkadaşım, iyi ki varlar.

Neve Şalom Kültür Merkezinde perküsyon sanatçısı Yinon Muallem’e de eşlik etmiştiniz. Farklı kültürlere ait ezgiler sizde ne gibi duygular uyandırıyor?

İşte ben böyle garip biriyim, merakım ve öğrenme azmim hiç bitmiyor. ‘Deneyimli olmak masumiyetin ve saflığın yok oluşudur’ derler bunu bilirim. Ben her yeni güne saf ve azimli bir öğrenci edasıyla başlarım. 23 yıldır müzik hayatımda  her yeni gün yeni bir başlangıç benim için. İsrail alan çalışmasıyla başlayan süreçte Yinon’la tanıştık. Hem İstanbul’da hem de Tel-Aviv’de müziği üretmeye ve paylaşmaya gayret ediyoruz. Ladino, Yunanca ve Türkçe repertuvarıma bir de Yinon Muallem’in besteleri eklendi. Yeni albümünde ‘İstanbul-Tel Aviv’ şarkısını beraber söyleyeceğiz. Benim müzikal yolculuğumdaki en büyük şansım Anadolu topraklarının müzik zenginliğini ve Osmanlı makam müziğini çok iyi biliyor olmam. Bu şu ana kadar karşıma çıkan bir çok farklı müzik türünü anlamama ve kavramama yardım ediyor.

 

Bir yandan akademisyen kimliğinizle bir bilim insanı, diğer yandan müzisyen ve icracı olarak sahne hayatı nasıl elele gidiyor?

Konservatuarda eğitim veriyorum ve yaptığım diğer projeler hep etnomüzikoji içerikli, yani birbirinden kopuk konular değil. Zaman konusunda yaşadığım sıkıntı dışında çok zorluk çekmiyorum. Birbirini tamamlayan ve kendi yaşam biçimini oluşturan bir işle uğraşmak herkese nasip olmuyor sanırım. Yorgun fakat mutluyum!

 

Yakın gelecekte başka projeleriniz?

Ekim ayı itibari ile programı belli yeni bir yıl beni bekliyor. Dersler, akademik makaleler ve konserler... Bir müzik insanı daha ne ister ki? ‘Söyle Mehtap’ albümünün de tanıtım dönemi başlıyor. Azerbaycan’dan Ege’ye uzanan, Makedonya’dan kendi memleketim olan Ardahan’a kadar halk şarkıları söyledim bu albümde ve kendi bestelerime, sözlerime yer verdim. Bu emeği geniş kitlelere ulaştırmak gibi bir sorumluluk hissediyorum. ‘Benim Tatlı Kanaryam’ devam edecek tabi ki. Türkiye kültür alaşımını dünya festivallerinde temsil etmek önümüzdeki yılları kapsayan en önemli amacım olacak.

Şalom gazetesini takip etme imkânınız oluyor mu? Okurlarımıza özel bir mesajınız var mı?

Sevgili Sibel, Şalom gazetesinin takipçisiyim ve senin ‘Paris Esintisi’ köşendeki romantik yazım şeklini ve ifade biçimini okumayı seviyorum. Özdüşünümsel bir kalemle ele aldığın röportajlarında konukların ve sen okuyucuya kültür köprüleri kurmayı bilen ve insanlık için tarihe güzel notlar düşen kişilersiniz. Bu açıdan Şalom okurları çok şanslı bence…

Biz Yahudi kültürünün ve Türkiye Yahudilerinin müzik tarihine ışıık tutan bir çalışma yaptık, aynı sahnede Ladino, Türkçe ve Yunanca şarkılar söylüyoruz. Mor Karbasi, Giota Negka ve ben İstanbul’da, İzmir’de şarkılar söylemeyi sabırsızlıkla bekliyoruz. Açıkçası Şalom okurlarının bu konudaki mesajlarını ve enerjilerini hep birlikte yaşayacağımız bir konseri organize etmeyi çok isterim. Bu konuda destek istiyorum. Herkese çok selam ve sevgilerimi sunuyor, yeni yılın tüm insanlığa huzur ve refah getirmesini diliyorum.