Düğün

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
8 Haziran 2012 Cuma

Aile olmak güzeldir. Uzak ya da yakın hiç fark etmez, birileriyle akraba olmak, birilerinin elinde büyümek ya da birilerini elinde büyütmek... Bu konuda haftalar önce başka bir yazı yazmıştım. Şimdiyse beni yine duygulandıran, yine yakın olmanın, sevgiyle dolu olmanın güzelliğini bana hatırlatan başka bir olay yaşadım, yaşamanın ne kadar önemli ve güzel olduğunu yeniden düşündüm.

1981’de ben on yaşında, ilkokul öğrencisi küçük bir kız çocuğuyken, aramızda kan bağı olmasa da abla dediğim; mavi gözlü, sarışın, güzel mi güzel, her şeyiyle örnek aldığım genç kızın evlenip hayatımdan az da olsa uzaklaşmasıyla yaşamıştım ilk ayrılığımı...

Annemler olmadan onu göremeyecek olmak, bana büyük üzüntü vermişti. Hatta o kadar üzgündüm ki küçük kalbim, hayatımda gerçek anlamda abi dediğim eşini bile sevememiştim ilk günlerde... Ablamı benden alıp götürmüştü. Bana makyaj yaptığı geceler, ellerime en renkli ojeleri sürdüğü akşam üstleri, çay fasılları, deniz sohbetleri, evciliklerimiz, masal olup gitmişti geçmişe...

Bir yıl sonra kendi gibi maviş bir bebek getirdi dünyaya... Hayatımda hiçbir bebeği bu kadar sevmediğimi düşünüyorum. Aramızdaki yaş farkı beni de ona abla yapmıştı. Adımı söyleyemeyen, bana ancak “La!” diyebilen, bu küçük, inanılmaz derecede yaramaz, ama bir o kadar da sevimli erkek çocuk, hayatımdaki sorumluluk, sevgi, anlayış ve sonsuz bağlılık sözcüklerinin bir anda anlamı olmuştu.

Ablam olgunlaştı, ben büyüdüm, bebek büyüdü. Aramızdaki onar yaş farkıyla birbirimizin ardından aynı basamakları tırmandık. Önce ben bitirdim okulları, sonra bebek...

Ben öğretmen oldum, onu hayatının sınavlarına ben hazırladım. Üniversite girişte tercihlerini yaptım. Askerliğinin bitmesini ailesiyle birlikte bekledim. Başarılarıyla en az onlar kadar gurur duydum.

Annesi elli, ben kırk o da otuz yaşına geldiğinde ailedeki herkes büyümüştü artık. Aynı masa etrafında hayatı konuşur olduk. Kayıplar yaşadık, mutlu anlar paylaştık. Hayat bizi olgunlaştırdı, bazen konuşarak, bazen susarak anlaştık.

Onun işinde ne kadar başarılı olduğunu, ne kadar iyi bir sporcu olduğunu, çok merhametli ve dürüst bir insan olduğunu adım adım izlemek, hayata yeniden inanmak gibiydi. Sorumluluklarımız artmıştı. Birbirimizi daha az görüyorduk kuşkusuz ama beraber büyümüş olmanın tatlı huzuru ve sonsuz güveniyle bir yerlerdeydik yine birbirimiz için.

Sonra kendi gibi mavi gözlü bir kıza rastladı. Hayatının en büyük şansı ve güzelliği olan bu kızla evlenmeye karar verdiğinde en az onun kadar heyecanlıydık hepimiz.

Bu hafta sonu İstanbul’un su kenarında, ikisinin gözleri kadar mavi bir akşam üstünde, eski yalılardan birinin rıhtımında hayata beraber evet, dediklerinde hayatın ne kadar anlamlı, ne kadar mucize dolu, ne kadar güzel olduğunu yeniden düşündüm.

Ben annesinin elinde büyümüştüm o da benim elimde büyümüştü. Bir başka elinde büyüme hikâyesiydi bu da...

Bazı insanlar aynı ailede doğmazlar, ama sonsuza kadar aile olurlar.

Bu erkek çocukla, annesi ve babasıyla hayatın bir yerinde çakışmış olmak, onlarla binlerce anı biriktirmek, hayata güzel yaşanmışlıklar eklemek benim için aslında Tanrı’nın bir lütfuydu. Tanrı bazı insanları bizim için seçer ve bir sebeple hayatımızın içine yerleştirir, sonra bu insanlar bizim hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olur, sonsuza kadar orada kalırlar.

Hiçbir hikâyemiz tek kahramanlı değildir.

İçinde yalnız bizim olduğumuz hikâyeler, donuk, mat ve renksizdir. Onları anlamlandıran, onlara hakiki adını veren, derinlik katan, diğer kahramanlardır.

Bir abla, bir ağabey, bir yeğen ve bir gelin...

İstanbul’un mavi pembe bulutları altında elim, eşimin elinin içinde, onlar birbirlerine evet derken, ben onların ömür boyu mutlu olmalarını yürekten dilerken gözlerimin dolduğunu hissettiğimde hayatın bazı anlarının neden bu kadar tek ve benzersiz olduğunu yeniden anladım.

Hayat çok kısa bir serüvendi.

Ve bu serüveni sevgi, saygı, bağlılık, vefa, dostluk ve sadakatle yaşayan herkes çok şanslıydı.

Yaşanan her anı, hayat adına yazılmış ayrı bir şiir gibiydi.

Evet, yaşlar geçiyordu, hayat yavaş yavaş belli bir düzende akıp gidiyordu ama yirmiler onlardan, otuzlar yirmilerden, kırklar otuzlardan güzeldi işte!

Aile olmak, insanlara seni seviyorum, diyebilmek ve herkesin mutluluğuyla çoğalabilmek güzeldi.

Birileri için dua etmek ve bir düğünün ardından mutluluktan uyuyamamak güzeldi.

La’dan Tülay Abla’ya uzanan ve hiç bitmeyecek bu bağa karşıdan bakmak, ona dokunmak güzeldi. Onun evet’ini alkışlamak, onun için en iyisini istemek, onlar için dua etmek güzeldi.

Hayatın içine böyle yazılar yazmak güzeldi.

Hayattaki en büyük zenginlik, insanın kendi mutluluğuyla beraber başkalarının mutluluğuyla da sevinebilmesidir.

Hayatımdaki bu hikâyenin ve diğer bütün hikâyelerimin kahramanları beni büyüten, benim büyüttüğüm beraber büyüdüğümüz kahramanlardır. Onları çok seviyorum.

Sizin kahramanlarınız kimler?