Berber Sinan

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
7 Aralık 2011 Çarşamba

Çocuklar büyürken bir takım risklerle karşı karşıya kalırlar. ‘Düşe kalka büyüyecekler’ cümlesini uygulamak  söylendiği kadar kolay değildir. Farklı yapıda iki erkek çocuğu yetiştirirken bazı deneyimler yaşadık. Büyük oğlum Şişli Terakki’deydi. En ufak vukuatta eve telefon gelir ve şimdiki Migros’un olduğu yerde bulunan Teşvikiye Sağlık Evi’ne götürülürdü. Ben oraya gidene kadar Başhekim rahmetli  Dr. Osman Üçer, çocuğu sakinleştirmiş, tedavisini başlatmış olurdu. Terakkili öğrenciler Dr. Osman için hep ayrıcalıklıydı. Beşinci sınıfa geldiğimizde ziyaretler seyrekleşmişti. Dr. Osman’ın verdiği son hediye, su dolu bir naylon torbanın içinde yüzen kırmızı süs balıkları oldu. Anlaşıldığı üzere, bir zamanların hastane anlayışı, günümüzden çok farklıydı.

İkinci oğlum hastane havasını solumak için daha erken davrandı. Bir-bir buçuk yaşlarındaydı ki, şeker niyetine bir kutu ilaç yutunca midesini yıkatmak üzere Amerikan Hastanesi’ne gittik. Hiç unutmuyorum; günlerden cumartesiydi. Nöbetçi doktor bir bayan.Yüzüme dik dik baktı, “Niye dikkat etmiyorsunuz;  Şimdi çocuğun canı nasıl acıyacak biliyor musunuz?” dedi. Kanım çekildi. Sonuçta bir şekilde mide yıkandı ve eve döndük. Olayın üzerinden 28 yıl geçti. O günden bugüne, hastaneler söz konusu olduğunda, değişmeyen tek gerçek, hafta sonları ve bayramlarda hasta olmamanız gerektiğidir.

Aradan zaman geçti. Çocuklar birer yetişkin oldu. Her ne kadar elde olmayan nedenlerle hala müdahale ediyorsak da, sağlık sorunlarını artık kendileri hallediyorlar. Bu paralelde biz ebeveynler de aynı hızla büyüdük. Ne kadar spor yapsak, ne kadar sağlıklı yaşam kurallarına uysak da bazı aksaklıklar baş gösteriyor.

***

Geçen hafta eşimle birkaç gün hastanede dinlendik. İşin tıbbi boyutunu bir kenara bırakırsak durum o kadar kötü değildi. Sporcu disiplini olan eşim, gereğinden bir lokma fazla yemedi ve tabii kilo verdi. Ben ise ziyarete gelen dostlara çikolata ikram ederken, ‘bir onlara iki bana’ diyeti uyguladığımdan, doğal olarak kilo aldım.

Hastanede kaldığımız süre içinde en iyi dostlarımızdan biri Muharrem’di. Muharrem her işe koşturan kat görevlilerindendi. Biz onu kolladık, o da bizi. Tabii onun gibi başkaları da. Muharrem saat başı geldi. Hiç şikayetimiz olmadı doğrusu. Temizlik derseniz pir-ü pak. Odaya girdiğimiz gün yerde bir plastik iğne kapağı vardı. Çıktığımız gün de oradaydı.

Hasta psikolojisi için en önemli unsurlardan biri güler yüzdür. Bu bakımdan ‘Berber Sinan’ psikologumuz oldu. Sinan her gün ziyaretimize geldi. Pırıl pırıl bir genç. Yanında malzemelerini  taşıdığı koca bir çanta. Önce bir dekor oluşturdu. Bir iskemlenin tepesine yastıklar katlayarak berber koltuğu yarattı. Ardından havada kavisler çizerek müşterisine beyaz örtüyü giydirdi. Her gelişinde, “Jileti sizin için yeni değiştirdim” dedi. Sıcak havlu kompresleri, cilt yumuşatıcı kremler v.s. Berberin yüzünde bir farklılık vardı. Ama ne olduğunu bir türlü çıkaramadım. Nihayet Sinan’ın şaşı olduğunu fark ettim. Nasıl odaklandığını bilmiyorum, ama işini çok iyi yapıyordu. Tatlı dili, hoş sohbeti ile tam bir profesyoneldi.

***

Yaşananların tümü bu kadar sevimli değildi elbette. Ama insan sıkıntılı günlerin içinden mizah unsuru çıkarmak zorunda. Yoksa, devam etmek kolay olmuyor.

Henüz bilinmezler aşamasındayken, tesadüfen rastlaştığımız Rav İsak Haleva, yanımıza geldi. Ne sorguladı, ne de ayrıntıya girdi. Sadece ortamı yumuşatan kısa bir sohbet yaptık. O akşam omzumuza koyduğu elin sıcaklığını eşim ve ben asla unutmayacağız. Tanrı beraberinde olsun.