Geleneğin getirdiği baskı

Avram VENTURA Köşe Yazısı
15 Haziran 2011 Çarşamba

-Çocuklarımız, maddesel ve tinsel anlamda ne zamana kadar ve ne ölçüde bize bağımlı olmalı?

Üstünde çok uzun bir süre tartışılacak ve genelleme yapılamayacak kadar dişli bir soru bu. Öncelikle şunu düşünmek gerekiyor: Her çocuk aynı birikim ve yetenekte değildir. Kimi daha küçük yaştan ayakları üstünde durabileceğini kanıtlarken, kimi de ileri yaşına rağmen büyüklerinin bir desteği olmadan yaşamını sürdüremiyor. Ortak bir sonuçta buluşmanın olanağı olmasa da, bu sorunun yanıtlarını istediğimiz ölçüde yayabilir, her boyutuyla üstünde düşünebiliriz.

Beni bu konuya yönelten, yeni olmasa da son zamanlarda okuduğum, filme de çevrilmiş bir kitap: Acı Çikolata. Yazarı Meksikalı Laura Esquivel. Romanın ne kurgusu, ne biçemi ne de öyküsü üstünde duracağım. Aslında birçok özelliğiyle bu güne değin okuduklarımdan tümüyle farklı bir kitap; ama beni düşünmeye yönelten, yazarın ele aldığı, öykünün temelini oluşturan bir gelenek…

Bu geleneğe göre ailenin küçük kızı, annesinin ölümüne kadar hiç evlenemez, ona bakmakla yükümlüdür. Romanın kahramanı Tita, bu baskıya başkaldırmaya çalışır; annesi şiddetle karşı çıkar, her fırsatta onu cezalandırır. Yazar, Tita’nın içini kemiren soru ve kuşkuları şöyle ortaya koyar:

“Tita hiç evlenemez de çocuğu olmazsa, ona kim bakacaktı peki ihtiyarlığında? Bu durumda doğru çözüm ne olabilirdi acaba? Bir de şu vardı: Annelerine bakmak için evde kalmış kızların da, annelerinin ölümünden sonra yaşamlarını sürdürecekleri hesaba katılmıyor muydu? Ya evlenip de çocuğu olmayan kadınlar; kim bakacaktı onlara? Hem bilmek isterdi doğrusu, yapılan hangi araştırmaya göre anneye bakmanın, en büyük kız yerine en küçük kız için daha uygun olduğu kanıtlanmıştı? Bir kez olsun en küçük kızların görüşü alınmış mıydı acaba? Tita evlenemeyeceğine göre, hiç değilse aşkı tatmasına izin verecekler miydi? Yoksa aşk bile yasak mıydı ona?”

Bu sorular bile okuyucuyu yeterince düşündürtüyor. Öyle ki, bu geleneğin egemen olduğu bir ailede, bir hizmetlinin ya da kölenin olsun evin küçük kızından daha çok hakları olduğunu söyleyebiliyoruz.

Romandaki ezilen kadın kahramanın durumuna üzülürken, aslında Anadolu’nun birçok yöresinde etkili olan, kadını baskı altında tutan töreleri düşünüyorum. Gün geçmiyor ki gazetelerde bir töre cinayeti okumayalım. İnsanların duygu ve düşünceleri hiçbir şekilde göz önüne alınmadan, geçmişten gelen dayatmalarla insanlar yönetilmeye, daha üzücü bir deyişle, ezilmeye çalışıldığını okuyor, bu konudaki haberleri izliyoruz.

Roman bir yana, baştaki sorumuza dönecek olursak…

Kuşkusuz kendi payıma konuşuyorum. Çocuklarımdan her zaman bir beklentim olmuştur, ama bu benim ile değil, onların gelecekleri ile ilgilidir. Bu da, kendi kararlarını özgürce kendilerinin vermeleri ve her koşulda bilgi, deneyim ve yetenekleriyle ayakları üstünde durabilmeleridir. Atacakları her adımın sorumluluğunu kendileri üstlendikleri zaman, başarılarının da keyfini çıkarmalarına olanak sağlamış olacağız.