Akıntı burnunun en çalkantılı hali

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
28 Ekim 2009 Çarşamba

Akıntı burnunun en çalkantılı halidir gençlik.

Hele bir de bu zamanda genç olmuşsa insan.

Her zaman hayata geç geldiğimi düşünmüşümdür. Etrafımdaki gençlere bakınca her geçen gün daha da haklı olduğumu görüyorum.

Ben çocukken akşam olmazdı bir türlü. Babamın eve geliş saatini beklerken gün, yıl gibi uzardı önümde... Büyüdükçe de değişen bir şey olmadı. Bu defa da erkek arkadaşımın beni arayacağı saat gelmek bilmezdi. Hep zamanı sayardık. Cep telefonu yok, gündüz televizyon yok, internetin i’si yok.

Ama hayat vardı.

Bütün o boşluklar, şarkı söylemekle, hayal kurmakla, geleceği planlamakla, ümit etmekle dolardı. Herkes evinin yakınındaki okullara giderdi, servise binmek diye bir şey yoktu.

Okul yolunda yürümek, ağır adımlarla yolu uzatmaya çalışmak, hiç olmazsa bir iki dakika ayaküstü sohbet etmek ne kadar büyük keyifti bizim için!

Dersler nasıldı?

İyiiii...

Başarısız olmak zaten ayıptı. Özel ders almak, utanılacak bir şeydi. O zaman ders veren de yoktu pek. Bir tek yabancı dil için ders verenler olurdu. Ara sıra duyardık, hiç oralı olmazdık. Düşünülecek şey,  üniversite sınavıydı az buçuk. Yine de korkulu rüya değildi bu kadar.

Tek tük dershanelerin olduğu bir düzende, yalnızca o güne kadar sınavlarda çıkmış soruların basıldığı bir iki kitapçık dışında kaynak da yoktu sınava çalışacak. Çok başarısız değilse, mutlaka bir yer kazanıyordu insan. Okulu bitirince de iş zaten bulunuyordu.

Ya bugün?

Bugün genç olmak,  hayatı sondan yaşamak gibi.

Bugün gençlik; akıntı burnunun en çalkantılı hali...

Deli istekleri, bitmez beklentileri, çaresiz çırpınışları ve etraflarında onlardan hep daha iyisini isteyen sert bir rüzgâra benzer hayatla, bazen bizlerle olan mücadeleleri...

Cep telefonlarıyla istedikleri kişiye her an ulaşabiliyorlar;  istedikleri her saat, istedikleri kanalı izleyebiliyorlar, babalarının eve gelişini beklemek şöyle dursun, onları görmüyorlar bile; çünkü odalarında beş şıktan birini seçme savaşı içinde ne bilip bilmediklerini bilmeden dalgalarla mücadele ediyorlar.

Yorgunlar, kaygılılar, mutsuzlar...

Dershaneden, dersten, testten başını alamayan bir gençlik var artık.

Hayatın düzeni buyken nasıl ümit edecekler merak ediyorum. Bu hıza, bu çalkantıya, bu dalgalanmaya nasıl dayanacaklar?

Galiba bizim yapacağımız en doğru iş, zaman zaman, zamanın dışına çıkıp oradan onlara bakmak...

Ne istiyorlar, ne hayal ediyorlar, edebiliyorlar mı; on yıl sonra kendilerini nerede görüyorlar, görebiliyorlar mı; onlara sormak...

Burun istediği kadar çalkantılı olsun, bir gün tüm çalkantılar geçecektir. Biz soruları zamanında sorarsak, işte o zaman kayalara çarpmaktan yüzü gözü yara bere içinde çocuklar değil, saçlarına denizin tuzu sinmiş mutlu çocuklar görürüz.

* * *

Değerli ŞALOM Okuyucuları,

Zaman zaman sizinle bu sayfada buluşacağımız ve hayata mavi bir pencereden birlikte bakacağımız için büyük bir mutluluk ve onur duyuyorum.

Sevgilerimle...