Çocuklarımıza anlatacağımız hikayeler...

Vedat LEVENT Köşe Yazısı
12 Mart 2008 Çarşamba

Çok heyecanlı bir lig maratonu yaşıyoruz. Potada dört önemli takım, nefes almadan birbirleriyle mücadele ediyorlar. Birbirlerini burun farkıyla takip ediyorlar. Bu hafta büyütecimizi bu heyecan fırtınasına doğru tutuyoruz.

Dostlarımla ettiğimiz futbol sohbetlerinde hep Sivasspor’un inanılmaz performansından bahsediyorum. Mehmet Yıldız ile Balili ikilisinin yarattığı sinerji takımı taşıyor, Balili’nin sakatlığıyla Sivas yarıştan kopar diye düşünüyordum. Yanılmışım. Takımın başarısında çok fazla etken var. Öncelikle ekibi, yönetimi ve şehri takım henüz ikinci ligdeyken tanıyan çok başarılı bir isim takımın teknik direktörlüğünü yapıyor. Oyuncular, Bülent Uygun’u sayıyor ve seviyorlar. Eğer Bülent Uygun’a duyulan saygının yarısı bugün Kalli’ye duyulsaydı, Galatasaray herhalde 6-7 puan farkıyla bugün Beşiktaş’ın olduğu yerde olurdu. Sivasspor’dan bahsetmeye devam edelim. Anadolu takımlarının çok büyük bir engeli de taraftar yoksunluğudur.  Öyle ki bazı Anadolu takımları kasalarını doldurmak için 3 büyüklerin şehirlerini ziyaret etmesini iple çekerler. Ancak Sivas bu sorunu yaşamıyor. Tüm büyük şehirlerde gözden kaçmayacak bir Sivas nüfusu var. Hatta bazı söylentilere göre sadece İstanbul’da yaşayan Sivaslılar’ın sayısı 4 milyonu geçiyor. Büyük şehre her açıdan uyum sağlamayı başarabilmiş, ekonomik ve sosyal yönden güçlü ve birbirine oldukça bağlı bu camia Sivasspor’un kanımca en güçlü yanı. Takıma inanılmaz bir destek var. Hiçbir deplasmanda yalnız kalmıyorlar, hatta kendi evlerinde oynadıkları her maçta seyirci izdihamı yaşanıyor. Gönlümden geçen yarışı son dönemece kadar başa baş götürebilmeleridir. Zaten şu an tüm Türkiye’yi güzel futbolları ve birbirlerine bağlılıklarıyla kendilerine hayran bırakmış durumdalar.

Galatasaray, o eski bildiğimiz güveni vermiyor kanısındayım. Hani 2000’lerin başında sahaya çıktıklarında rakipleri tedirgin eden o yırtıcı Aslan bugün çok sıradan bir portre çiziyor. Karl Heinz Feldkamp çok büyük umutlarla gelmesine rağmen takımı gençleştirmek ve bu gençlere (diğer teknik direktörlere örnek olmasını dilerim) her fırsat bulduğunda şans vermek dışında pek olumlu özellikler katamadı takımına. Hani ticarette bir terim vardır: “Piyasa kötü, satıcılar kötü ama mal kendi kendini satıyor”. Galatasaray’ı bu durumda görüyorum. Yaklaşan başkanlık seçimlerinin tedirginliği de oyuncuların suratına yansıyor. Rahatsızlık veren bir nokta var: Kalli tarafından kadro dışı bırakılan Sabri, kaptan Hakan Şükür’ün baskılarıyla tekrar kadroda yer buluyor ve tam anlamıyla son birkaç haftadır döktürüyor. Özellikle son hafta attığı takdire şayan gol sonrasında Kalli’nin sevinci ve oyuncuya sarılışı gözümün önünden gitmiyor. Daha birkaç hafta önce Sabri’yi yerin dibine sokan sözde takımın patronu çok kısa bir zaman sonra onu övüyor… Bu dengesiz tavırları gençleşen Galatasaray’ın gencecik oyuncuları nasıl yorumluyorlar acaba? Şahsen ben, böyle bir hocam olsaydı, ona pek saygı göstereceğimi sanmıyorum. Son bir tespit daha… Aykut, iyi yolda gidiyor. Aykut’la beraber, Türk futbolu iyi yolda gidiyor. Temiz karakterli dürüst ve işini iyi yapmaya çalışan bu gence, daha çok destek çıkılması kanısındayım.

Üç büyüklerin hepsinde, Türk kaleciler kaleyi koruyor… Hatta yedekleri ve onların yedekleri de Türk. Dahası hepsi çok kaliteli… Daha sadece 5 yıl önce yabancı kaleciden geçilmeyen ülkemizde çok güzel bir nesil yetişiyor… Volkan, bunların en güzel örneği… Çabuk sinirlenmesi dışında (Lincoln’e kupa maçında yaptığı hiçbir suretle tasvip edilemez) çok profesyonel bir oyuncu öyle ki Fenerbahçe tarihinin en kritik maçında iki hatalı gol yemesine rağmen moralini bozmuyor ve maça üç penaltı kurtarışıyla imzasını atıyor. Dahası önceki hafta ezeli rakipleriyle oynanan kupa maçında yüz kızartıcı hareketleri sonrası kırmızı kart görüyor ve bunun moral bozukluğunu da üstünden atmasını becerebiliyor.

Fenerbahçe şu etapta en derli toplu ekip gibi gözüküyor. Takım dayanışması iyi. Alex, bir virtüöz gibi arkadaşlarını toparlıyor. Roberto Carlos, ekibin ağabeyliğini yapıyor. Geride herkesin sonuna kadar güven duyduğu bir emniyet supabı. Arkadaşları onu sahada görünce rahatlıyor. Uğur Boral, muhteşem top oynuyor. Tabi ki Boral’ın kazanılmasında ,Carlos’un rolünü de gözden geçirmek gerekir. Sağ kanatta, Gökhan Gönül mucizeler yaratıyor ve Fatih Terim’e mesajlar gönderiyor. Defans bloğu Lugano’nun ve Edu’nun kritik dönemlerde yaptıkları hataları saymazsak sağlam bir duruş sergiliyor. Selçuk, Barış, Maldonado ve talihsiz Appiah’ın yokluğunu aratmıyor, Kezman taraftarla, başkanla ve Zico’yla barışıyor ve eski günlerine geri dönüyor. Semih, en iyi sezonunu yaşıyor. Zico ise, taraftarın güvenini kazanıyor… Fenerbahçe iyi gidiyor ve kanımca Beşiktaş’la beraber şampiyonluğa diğer iki rakibinden daha yakın duruyor.

Beşiktaş, Ertuğrul Sağlam’a hala güvenmiyor. Açıkçası, pek de iyi top oynamıyor. Dört galibiyetin 90 +’larda gelmesi kafalardaki soru işaretlerini arttırıyor. Acaba bu gidişat tamamen tesadüf mü soruları kafalardan eksik olmuyor. Beşiktaş’ın futbolu kesinlikle izleyene zevk vermiyor. Katılıyorum.

 Peki Süper Lig’de şampiyonluğa oynayan hangi takımın futbolu, sezon başından beri çok zevk verdi? Beşiktaş’ın oyununu İskandinav ekolüne benzetiyorum: “Kötü ama sonuç odaklı futbol.” Kendimize gelelim… Lig maratonundayız. 3 puan için savaşıyoruz. Sonuca mı bakarsınız, sonuca giden yola mı? Beşiktaş’ta iyi şeyler oluyor. Holosko geldi, Nobre’nin futbolcu olduğunu hatırladık. Pek göze batmasa da Holosko’nun takıma kattığı sinerji önümüzdeki kritik haftalarda daha çok ortaya çıkacak kanısındayım. Tello, takımı sırtında taşırken hiç hak etmediği halde Paşa lakabını taktığımız Ricardinho ondan futbol öğreniyor. Bobo, ise Brezilya milli takımını hak ettiğini her defasında bize gösteriyor. Ancak Beşiktaş’ın Türk oyuncuları hakkında aynı olumlu düşüncelerde değilim. Performans ve kalitelerini gün geçtikçe düşürdüklerine inanıyorum. Ertuğrul Sağlam, liderliği sağlam temeller üzerine oturtabilecek mi? Sanmıyorum… Ancak yine de kendisini şampiyonluğun en önemli iki adayı arasında görüyorum…

Bu aralar, fırsat buldukça biraz futbol seyredin… Hani her 20 yılda bir efsane mücadeleler olur da konuşulur… 1989, 1993, 2000 gibi mesela… İşte öyle bir lig yaşıyoruz… Çocuklarınıza anlatacak hikayeleriniz olsun…

Sevgiyle kalın...