Sanal Muhtira

Haymi BEHAR Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

27 Nisan Cuma akşamı oturmuş, yorgun  gözlerle televizyonda Şahan’ın geyik programıyla haftanın ağırlığını üzerimden atmayı umut ederken Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bildirisiyle yerimden zıpladım. Ankara’da, benim gibi birçoklarını oturdukları koltuktan düşürecek sertlikte ve netlikte bu açıklamadan sonra, Türkiye’nin demokrasi ile imtahanında gelinen noktayla ilgili ciddi soru işaretleri oluştu.
Nasıl bu noktaya gelindi?
15–25 Nisan arasında Anayasa’nın belirlediği Cumhurbaşkanlığı adaylık sürecinin son dakikasına kadar aday ismi açıklanmadı. Seçim süreci, adayların demokratik bir ortamda kamuoyu tarafından tartışılmasına izin verilmeden adeta yangından mal kaçırılırcasına yönetildi. Mecliste temsil edilen üç büyük muhalefet partisiyle görüşülüp anayasada belirtildiği gibi uzlaşmayla ortak bir isim belirlenmedi.  Başta Deniz Baykal olmak üzere muhalefetin aylar öncesinden “AKP’li bir adaya karşı değiliz” çağrıları yanıt bulamadı. Basına yansıdığı gibi Vecdi Gönül veya üzerinde uzlaşılabilecek AKP’den herhangi bir isim aday gösterilseydi bu noktaya gelinmeyecekti.
Eğri oturup doğru konuşalım: Turgut Özal ve Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanı seçildiği dönemde ne partiler arası uzlaşma ne de 367 şartı aranmıştı. Kimse kalkıp seçimleri iptal ettirmeye kalkmamıştı. Ancak AKP hükümetinin kayıtlı seçmenin yalnızca %25’ini temsil etmesi ve Milli Görüş ideolojisinden gelmesi nedeniyle uzlaşma aramama lüksü yok.
Yabancı basına "Türkiye'de Cumhuriyet'in sonu geldi. Kesinlikle laik sistemi değiştirmek istiyoruz" diyen bir kişinin cumhurun başına gelmesi ihtimalini sessiz çoğunluk içine sindiremedi. Muhalefet Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kitabına uygun yapılmasında ısrarcı oldu. Siyasi satrancı çok başarılı bir şekilde yöneterek, uzlaşmaz tavır takınan hükümeti köşeye sıkıştırmayı başardı. Sonuçta düğümlenen demokratik süreci çözmesi için mahkeme yoluna gidildi.
TSK’nın “sanal muhtırası” özellikle AB kurumları tarafından hızlıca ve sert bir dille eleştirildi: Avrupa ülkelerinde demokrasi 1215 yılında Magna Carta’dan başlayan, 1789, 1848 ve 1968’e dek devam eden yüzyılların halk hareketlerinin birikim ve kazanımları ile bugünkü şeklini almıştır.
Türkiye Avrupa’nın aksine bu süreçlerin neredeyse hiçbirini yaşamadan bağımsızlık savaşı sonrasında Atatürk devrimleri ile tepeden tırnağa bir modernleşme sürecinden geçmiştir. 
AB kurumları  Türk demokrasisini kendi standartlarıyla yargıladıkları için Türkiye’nin içinden geçtiği süreci doğru yorumlamakta zorluk çekiyorlar. Irak batağına saplanmış ABD, daha dengeli bir açıklama yaptı. TSK’nın Türkiye’de demokrasi ve laikliğin korunmasındaki önemine vurgu yaparak, Anayasa Mahkemesi’nden çıkacak sonuca saygı duyulması gerektiğini ifade etti. Bu, iki ülke arasında  varolan politik ilişkinin dışında askeri ilişkilerin de ağırlığının bir ifadesidir. Dahası batı demokrasilerinde de ordu zaman zaman siyasi sonuçlar doğuracak açıklamlarda bulunur. Hatırlayalım, Irak savaşı ile ilgili Pentagon’un yayınladığı bir rapor sonucunda Savunma Bakanı Donald Rumsfeld görevden istifa etmişti.
Demokrasiyi bir araç olarak görenlerin, istendiği zaman binilip inilebilecek bir trene benzetenlerin bu tür açıklamalarla muhattap olmaları doğaldır. Demokrasi tren ise Cumhuriyet raylardır. Tren toprakta ilerlemez. Treni raylardan çıkarmamak seçilmiş ve atanmış, tüm erklerin görevidir. 
Cumhurbaşkanlığı seçim süreci ve sonrasında gelen muhtıra benzeri açıklamayla bozulan demokrasimizin görünümünü Pazar günü Çağlayan meydanında coşkulu kalabalıklar olumluya çevirmiştir.
84 yıllık Cumhuriyet yolculuğunun kazanımları 14 ve 29 Nisan yürüyüşlerinde ortaya konmuştur. Cumhuriyet mitingi aynı zamanda bir kadın buluşmasıydı.  Kadın örgütlerinin organizasyonlarıyla gençlerin çoğunlukta olduğu Çağlayan’da halk demokratik-laik cumhuriyeti kucakladı ve bağrına bastı.
Daha birkaç gün önce Tahran’da gösteri yapan bir grup kadın hakları savunucusu, polis tarafından sokak ortasında tekme tokat dövüldü.  Yanıbaşımızda, kadınları saçları görünüyor diye sokaklardan toplayıp nezarete atan bir rejim varken, Mustafa Kemal’in 1934’te medeni ve siyasi hayatta cinsiyet ayrımını ortadan kaldıran ileri görüşlülüğü sayesinde kadınlarımız bugün Ata’nın kurmuş olduğu Cumhuriyet’e sahip çıkıyor.  
Atatürk’ün “muhasır medeniyet seviyesine çıkma” hedefine burgulu gökdelenler dikerek,  son model uçak ve deniz otobüsleri satın alarak ulaşılmaz. Esas olan bilime dayalı eğitim ve gelişimi desteklemek, kadın erkek eşitliğini hayatın her alanında sağlamaktır.
Prof. Dr. Türkan Saylan’ın Çağlayan’da söylediği gibi,  "Halk Çankaya'da Cumhuriyet'i içine sindirmiş bir çift görmek istiyor".