“Ben de varim” diyebilmek

Avram VENTURA Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Ertan Doğan’ın, Ben de Varım kitabını bir solukta okudum. Kimi an satırlar arasına takılıp duygulanarak, kimi an düşünerek, kimi an yaşamı yeniden sorgulayarak... Bu kitap, bir anlatının ötesinde, bir başkaldırı, bir boşalma, bir paylaşma, bir uyarı görevini üstleniyor.
Kitaptan önce, yazarından söz etmemiz gerekir: Ertan Doğan, doğuştan özürlü. Elleri, ayakları tutmuyor. Bir başkasının ilgisi, yardımı olmadan yaşaması olanaksız. Bunu da doğduğu andan başlayarak, yirmi yılı aşkın bir süredir annesi üstlenmiş. Ailenin tüm çabalarına karşın, sağlık açısından bir başarı elde edememişler. Bütün fiziksel güçlükler ve maddesel olanaksızlıklar karşısında yılmayarak, çocuğun ilkokula gitmesini sağlamışlar. Bedensel eksikliklerine karşın Doğan, ortalamanın çok üstündeki zekâsıyla okulu başarıyla bitirmiş. Bu arada kaç kez Tanrı’ya sığınmış, ona isyan etmiş, yaşamdan umudunu keserek ölmek istemiş. Sonunda çevresindekiler onu hayata bağlayacak bir amaç olarak, yaşadıklarını başkalarıyla paylaşmasını, bir kitap yazmasını önermişler. Öncelikle buna karşı çıkmasına rağmen, Ertan öneriyi benimsemiş, satır satır annesine yazdırttıktan sonra bu kitap doğmuş.
Birkaç sözcükle anlatmaya çalıştığım bu yaşam öyküsündeki ayrıntılar, hiç düşünmediğimiz ya da düşünemeyeceklerimizi hem en yalın şekliyle ortaya koyuyor, hem de yüreğimizi derinden sarsıyor.
Benzer duyguları, Mori’nin kitabını okuduğum zaman yaşamıştım. Salı Buluşmaları adıyla yayınlanan bu kitapta, ölümüne üç ay kalan, yavaşça bütün bedensel işlevlerini yitiren eski felsefe öğretmeni Mori’nin, öğrencisiyle yaptığı söyleşiler yer alıyordu. Onun da amacı, duygu ve düşünceleriyle yaşadıklarını, ölmeden herkesle paylaşmak, onların hayata farklı bir gözle bakmalarını sağlamaktı.
Biz yine Ertan Doğan’a dönelim.
Yaşamının bir döneminde, Tanrı’ya bile dilekçe yazmış. Bu uzun ve düşündürücü mektubun birkaç satırını birlikte okuyalım:
“Tanrım, ya gerçekten varolmak ya da yok olmak istiyorum. Varolmakla olmamamın arasına sıkıştırılmış bir yaşam istemiyorum. Yaşamımın bir anlamı olmalı... İşlediğim herhangi bir suçtan dolayı cezalandırıldığımı da zannetmiyorum! Çünkü bir suç işlemek için zamanım olmadı! Yine de eğer bir yanlışım varsa yeniden yargılanmak istiyorum”
Her sözcük içimizi acıtsa da, Doğan’ın ve özellikle annesinin gösterdiği dirence saygı duymaktan başka elimizden bir şey gelmiyor. Hiç değilse kitabın son satırlarındaki bu çağrıya duyarsız kalmadığımızı gösterebilir miyiz?
“Sabah yataktan kalktığınızda, lavaboya gidip, elinizi yüzünüzü yıkarken... Kahvaltınızı ederken elinizdeki, bir lokma ekmeği ağzınıza götürürken... Bisiklete binip pedalı çevirirken... Bir dostunuzla buluşup hasret giderirken... Ya da sevgilinize bir gonca gülü sevgiyle uzatırken... Lütfen ama lütfen, sizi dilediğiniz yere taşıyan ayaklarınıza, yaşamınıza işlerlilik kazandıran o güzelim ellerinize dikkatle, sevgiyle bir bakın. Alıcı gözüyle bakın... Ve sonra, yürüyemeyen, yaşamını bir başkasına bağımlı olarak geçiren yatalak ya da tekerlekli sandalyeye mahkûm olan insanları düşünün. Bir dostun merhabasından mahrum olan, engellerinden ve yaşamda önlerine konan engellerden dolayı yalnız bırakılmışları düşünün. İşte ben bunlardan biriyim. Ve yüreğimin tüm sıcaklığını, tüm sevgisini avuçlarıma doldurdum, ellerimi size uzattım, bekliyorum. Haydi, tutun ellerimi...”
Ertan Doğan’ın, Ben de Varım diyebilmesi bile başlı başına alkışlanacak bir olay!