Benim kasabim akillidir

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Hafta sonlarını da içine kattığımız Kurban Bayramı bu yıl dokuz günlük bir tatile dönüştü. Şehirde kalıp sakin caddelerde yağmurlu havayı doyasıya yaşayanlar, renk renk şemsiyeleriyle bol bol dolaştılar. Bu arada içlerinden ‘Singing in the Rain’i mırıldandılar mı, bilmiyorum.
Yeşilköy Hava Limanı İç ve Dış Hatlar Terminali, hem geri dönenler hem de personel açısından traji komik anlar yaşadı. Bu vesile ile bazı illerimizde güvenlik kontrolünün ve önlemlerinin ‘sıfıra’ yakın olduğunu görmek ise düşündürücüydü.
Bayram sabahı havalimanına yaklaştığımda hüviyetimi evde bıraktığımı farkettim. Yanımda ehliyet, SSK kartı gibi herhangi bir resmi belge yoktu. Karın ağrısıyla içeri girdim. Sonuçta kimlik niyetine, çantamdaki iki kredi kartını gösterip geçtim! Dönüşe gelince; üç saat rötar yapan XYZ Havayolları yolcuları ‘güvenlik kapısına lütfen’ anonsuyla uzun bir kuyruk oluşturdu. Akşamın bir vakti olmuş. Yolcular perişan, memurlar daha da perişan. Önce X-Ray cihazından geçtik. Bir telaş, bir patırdı. Ne uçak bileti soran oldu, ne hüviyet... Anahtarlığını ve kemerini toparlamaya çalışan eşimin koluna girip: ‘Sonra düzeltirsin’ diyerek uçağa bindik. Rahatladım mı? Ne gezer... Zira, İstanbul’dan arayan bir tanıdık televizyonda bir alt yazı geçtiğini görmüş: “Antalya’dan kalkacak bir uçağa bomba ihbarı yapılmış”. Uçağa binecek adama söylenecek söz mü bu? Ben elimi kolumu sallaya sallaya uçağa bindikten sonra, başkaları neler yapar? Her hava boşluğunda yanımdaki arkadaşımla bakıştık... Doğrusu çok dua bilmiyorum ama bildiklerim en etkilileri galiba. Aynı sözleri tekrarlaya tekrarlaya Yeşilköy’e ayak bastık. Onun içindir ki: “Boşver ya; adam sen de, seni mi bulacaklar” gibi sözleri pek kabullenmem.
Hüviyetimi unutmak kişisel sorumluluğumdu. Ciddi bir görevli beni geri çevirebilirdi. Diğer yandan bir kişinin ciddiyetsizliği kaç kişinin sorumluluğuna bedel.
Yurtdışına çıkanlar ‘ne yaptınız’ sorusuna sözleşmişçesine: “Bol bol tavuk yedik” yanıtını verdi.
* * *
Bayram süresince televizyonlarda üç haber gündemi oluşturdu. Kuş gribi ve elle tutulan tavuk görüntüsü; Ağca’nın infaz kararı ve giydiği mavi kazak; son olarak da İran ve nükleer oyuncakları. CNN, BBC ve TV5 gibi dünya televizyon kanallarında hafta boyunca ana haber ise Türkiye’deki kuş gribi idi. Çoğu kez olduğu gibi, yabancılar bizim sorunlarımızı daha ciddiye alıyor.
* * *
Tatil süresince bilgisayarımda biriken e-postaların arasında konuyla ilgili birkaç yazı buldum. İşte bir alıntı: “Şu anda nereden geldiği belli olmayan kaşer tavuklar kasaplarımızda satılmaya devam ediyor. Bence bu ara tavuk satışını durdurmamız gerekmiyor mu?”
Duyarlı okurlarımıza, tavuk (kaşer) kesiminin salı günü itibariyle durdurulduğunu yetkililerden öğrendiğimizi söylememde yarar var. Ancak, insanları gerçekten bir nebze rahatlatacak olan kasap tezgahlarında et ve tavuğun yanyana konmamasıdır. Tavuklar entegre tavuk çiftliklerinde paketlenmiş olsalar dahi, kimsenin bu riski almaya hakkı olmadığını düşünüyorum. Kendimizi kandırmayalım. Bir müddet tavuk yenmese ne olur?
Önerim: Kaşer et satan kasaplarımız akıllı insanlardır. Bir müddet tavuk satmazlarsa zarar  etmezler. Tam tersine, sadece et satıldığını duyan ve kaşer et yemeyen birçok cemaat bireyi de onlardan alışveriş etmeye başlayacak. Böylece kasaplar yeni bir müşteri kitlesi edinip, daha çok satış yapabilecekler. ‘Her kötülükten bir hayır doğar.’ demişler. İşte fırsat; umarım kasaplarımız sandığım kadar akıllıdırlar.
* * *
Bu arada hatırlatmış olayım. Gatosalam gene ‘out’. Belki yumurtaları sabunlayıp yıkamak yerine, hiç yemezsiniz. O da sizin kararınız.
Son hatırlatma: Eminönü’nde Nimet Abla’ya giderken adımlarınızı sıklaştırın. Bu kez yanlışlıkla kuş sizi kirletirse alın size piyango!