Kulüp dizisinin ardından…

Joelle PİNTO Köşe Yazısı
17 Kasım 2021 Çarşamba

2009 yılında Kıbrıs’tan Türkiye’ye döndüğümde Atatürk Havalimanına inmiş ve Kıbrıs’tan dönen herkes gibi pasaport kontrol kuyruğuna girmiştim. Türk vatandaşlarının kimlik taşıması yeterli olduğundan pasaportumu yanıma almamış, o zamanlarda kullanılan pembe T.C. nüfus cüzdanımla sıramı beklemeye başlamıştım. Sıra bana geldiğinde kimliğimi pasaport kabininde görevli polise vermiş, sadece önü ve arkası olan kimlik kartımı incelemesini merakla beklemiştim. Elinde T.C. Nüfus Cüzdanımı tutan polis bana “Türk müsünüz?” diye sormuştu. Ben de “Evet, Türk’üm” demiştim.  Sonra “Babanız Türk mü?” diye sormuştu; ben de “Evet” demiştim. “Anneniz?” dediğinde sabırla cevap vermeye kendi kendime söz vermiş bir biçimde “Evet” dedim. Bu arada kuyrukta sadece Kıbrıs’tan gelen insanlar değil, dünyanın her yerinden dönen yolcular sırasını bekliyordu. Buna aldırış etmeden benim pembe cüzdanı on defa evirip çeviren polis memuruna dayanamayıp “Elinizde tuttuğunuz Türkiye Cumhuriyeti Nüfus Cüzdanıdır” demiştim. Sonunda çok tatmin olmayan ama beni daha uzun tutamayacağını hisseden polis memuru, beni memlekete sokmuştu. Arkamdan gelen kadının ise polis memuruna “Çok ayıp ettiniz beyefendi” dediğini duydum, gerisini duyamadım.  Gönül isterdi ki 2009 yılında havalimanımızın pasaport kontrolünde görevli olan, Türkiye’yi temsil eden bir memur Türkiye’de gayrimüslimlerin de yaşadığından biraz haberdar olsun, onlara pasaport kontrolde garip sorular sormasın.

***

5 Kasım günü Netflix’e yayınlanan Kulüp dizini iki günde bir çırpıda seyrederken, nedense uttuğum bu havalimanı maceramı yeniden hatırladım. Çocukluğumdan beri Müslümanlardan bahsedilirken ‘Türk’, Yahudilerden bahsedilirken Yahudi veya Musevi denmesinden rahatsız olurum. Eğer bir kişiyi anlatırken dininden bahsediyorsanız başka, ancak uyruğundan bahsediyorsanız laik ülkemizde herkes Türk’tür. 1950’li yıllarda bile özellikle de İstanbul’da, çeşitli dinlerden insanların birlikte yaşamasının daha normal olduğunu gördüm. Herkesin komşusunun bayramını bilip kutlaması, o senelerde bir insan “Şabat’ım var” diyebilmesi, insanların birbirine saygısı ne kadar güzelse, bugün büyük ihtimal söylemeye bile çekinecek olması çok üzücü.

Dönem dizilerini zaten çok severim, dolayısıyla Dudullu’ya kurulan, o yıllarda yaşamasam bile gerçekliğini yansıttığını düşündüğüm 1950’lilerin İstiklal Caddesi setine, dönemi yansıtan sayısız kıyafet ve aksesuara, daha önceden hiç bilmemelerine rağmen Ladino’yu doğru vurgularıyla öğrenen başarılı oyunculara, başrolde oynayan Gökçe Bahadır’ın bana yaşça büyük teyzeleri hatırlatan “Bonjour” ve “Merci”lerine ilk bölümden hayran kaldım. Türk tarihinin fazla konuşulmayan Varlık Vergisi gibi bir gerçeğini de işlemekten çekinmeyen yapımcı ve yazarlarına da çok saygı duydum. 

Şalom’un severek takip ettiğim yazarlarından Mois Gabay’ın da dizi yayına girdikten sonra diziye danışmanlık yaptığını öğrendim. Onu da emeği geçen herkes gibi tebrik ederim. Diziyi seyredene kadar tanıdığım, normalde aktris veya aktör olmayan birçok simanın da, figüran olarak dizide rol aldığını görmek yüzümü gülümsetti. Hem bunu ağızlarından kaçırmayacak derecede profesyonel davranmalarına, hem de medeni cesaretlerine bayıldım. Hatta hayatımda ilk defa, bir dizide figüran olmaya özendim. Yapımcısından figüranına herkesi tebrik ederim. 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün