Baskıyla mücadelenin gizli formülü

Vedat LEVENT Köşe Yazısı
29 Eylül 2021 Çarşamba

17 Temmuz 1994… ABD’de düzenlenen Dünya Kupası’nın final maçı… Pasadena – California’da hıncahınç dolu olan Rose Bowl Stadında dünyanın o dönemki en iyi iki futbol ülkesi olan Brezilya ve İtalya karşı karşıya geldiler. Tarihte ilk defa bir finalde iki takım 90 dakika boyunca yenişemedi ve şampiyonun belirlenmesi penaltı atışlarına kaldı. 90 dakika sonunda 30 dakika uzatmalar oynandı ancak 0-0’lık tablo bozulmayınca maç penaltılara gitti. Penaltı atışlarında Brezilya 3-2 öndeydi. Brezilya tarafında Santos atışını kaçırmış ancak Romario, Branco ve Dunga atışlarını gole çevirmişlerdi. İtalya tarafında ise Baresi ve Massaro atışlarını kaçırmışlar ancak Albertini ve Evani penaltıdan gollerini atmışlardı. Atış sırası İtalya’daydı. Gol olursa iki takım penaltı atışlarına devam edecekler, fakat İtalya atışı kaçırırsa Brezilya şampiyon olacaktı.

Ortam çok gergindi zira İtalya ve Brezilya’nın o ana kadar üçer dünya şampiyonluğu vardı. Bu maçın sonunda ise iki ülkeden birisi toplamda dört şampiyonluğa ulaşarak dünyanın en iyi futbol ülkesi olacaktı… Baskının adeta ete kemiğe büründüğü o kısacık zaman kesitinde, tüm ülkenin yükünü o anda topun başına geçen Roberto Baggio taşıyordu. Zor zamanlarda sahneye çıkan, elini her zaman taşın altına koyan ve oynadığı takımları kritik zamanlarda ipten alan efsanevi bir futbol kahramanı…

Baggio, topu beyaz noktaya koydu. Gerildi, koştu ve topa çok sert vurdu… O an nefesler kesildi… Kimse gözlerine inanamadı… Çünkü top çok farklı şekilde dışarıya gitti. Baggio, o kadar kötü bir vuruş yapmıştı ki (sokak tabiriyle betimlersek) topu tam anlamıyla ‘çarşıya’ göndermişti.

Baggio, o esnada milyarlarca televizyon izleyicisinin önünde ülkesinin tarihine etki edecek o çok küçük zaman diliminde çok büyük bir baskı altında kalmıştı. O yükün yarattığı endişeyle belki de on defa aynı pozisyonda skora çevireceği vuruşu gol yapamamıştı.

İskoç yazar Thomas Carlyle baskıyı şu şekilde tanımlıyor: “Baskı/basınç bir dürtüdür. Yanan bir ev ya da yetiştirilmesi gereken bir proje, stratejik bir amaç ya da yüksek riskli bir iddia, inatçı bir rakip ya da performans hedefi görünümünde karşınıza çıkabilir. Baskı aslında liderlerin performansının zirvelerine çıkabilmeleri için bir şans, aynı zamanda bir gerekliliktir. Atasözünü bilirsiniz: Basınç olmazsa elmas oluşmaz.”

Carlyle’ın kısa ve öz gözleminde şöyle bir problem var; gözlem hem doğru hem de yanlış. Şöyle ki, baskı insanı olağanüstü neticelere ulaştıracak bir katalizör olduğu kadar aynı zamanda performansa zarar verecek derecede aşılamayacak bir engel karakterine de bürünebiliyor.

Bu sene Tokyo Olimpiyatlarında baskının performans üzerindeki ezici etkisini 24 yaşındaki Amerikalı kadın cimnastikçi Simone Biles da tecrübe etti. Çok yetenekli bir cimnastikçi olarak bilinen ve 2016’daki altın madalya başarısını tekrarlayacağına kesin gözüyle bakılan Biles, madalya müsabakasından kısa bir süre önce psikolojik sıkıntılar yaşadığını öne sürerek turnuvadan çekildiğini ilan etti.

‘The Power of Pressure’ kitabının yazarı olan Dane Jensen’in bilimsel bakış açısıyla oluşturduğu bir hipotezi var. Bu hipotezden ilerlersek Baggio’nun ya da Biles’ın durumunu daha rahat anlayabileceğiz.

Kendi alanlarında üstün başarılara imza atmış sporcular olan Baggio ve Biles, Jensen’in “baskı denklemi” olarak adlandırdığı duruma dengesiz bir biçimde yakalandılar. Jensen’e göre, üç bileşen baskıyı kusursuz bir fırtınaya dönüştürüyor. Bu bileşenler:

1. Risk etmenine bağlı olan duruma kişinin atfettiği önem derecesi

2. Neticenin belirsizlik oranı

3. Neticeden etkilenecek olan üçüncü kişilerin sayısal yoğunluğu

Peki baskının zirve yaptığı bu mükemmel fırtınayı atlatmanın bir yöntemi var mı?

Jensen, dört adım tekniği ile baskının azaltılabileceğini ve sağlıklı seviyelere indirgenebileceğini savunuyor. Jensen’e göre bu adımlar sırasıyla şöyle:

  1. Kendine neyin risk altında olmadığını sürekli tekrarlamak.
    1. İçinde bulunulan duruma dışarıdan bir gözle bakabilmek. Bu yöntem, kişinin yaşadığı anı sanki dışarıdan başka bir yaşıyormuş gibi düşünme yetisi geliştirebilmesine bağlıdır.
    2. Baskının tepe noktasında kişinin tüm egolarından sıyrılabilmesi ve sonuca odaklanabilmesi.
    3. Neyin gerçekten acil olduğunu tartabilmek. Bu şekilde bir sıralama yapıp acil olmayanı erteleyebilmek.

Evet… Hayatımızın her alanında karşılaştığımız baskıyla mücadelenin matematiksel sebepleri ve olası çözümleri teorik olarak bu şekilde… Şimdi işi pratiğe dökme zamanı. Herkese kolay gelsin…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün