Freud, post Yahudilik vs. - 2

Annemin karnındaydım henüz bilgeliğimi işaret edip beni sözcü olarak seçtiğinde, niye ölmem gerekiyor yine de, söyler misin? Musa´nın ölümünden

Metin SARFATİ Köşe Yazısı
21 Nisan 2021 Çarşamba

Kimliklerin dünyasında savrulmak

Kahramanlar çağı tarihin inen perdesinin arkasında hızla sahneyi boşaltmaktadır; toplumsal-toplumcu büyük projeler gibi kendini zihinsel düzeyde var etme, gerçekleştirme, olsa olsa gülümsetecektir artık. Bilgi dahi kâr unsuru olduğunda, gözetlemenin fildişi kulelerinde oturanlara güç sağlamanın ötesinde bir anlam taşımayacaktır.

İleri sürülecektir ki; kendiliğinden düzenlenen sistem, bireyi ancak düş kırıklıkları içinde yalnız bırakmıştır. Sistem, iktisadi ve düşünsel olarak bu aşamada artık anlamsız kalmış, hatta parçalanıp kosmosun sonsuzluğunda milyarlarca parçacık halinde savrulduğunda, “kendisi kendisine dahi yetmeyen birey” geriye tek gerçeklik ve meşruiyet kaynağı olarak kalmıştır.

Salt arzudur artık bu bireyi var edecek olan. Geçiciliğin tahtında, onun salıncağında var etmeye çalışacaktır varlık kendini. Arzusu dahi yeterli gelmeyecektir yine de kendisine; salıncağı her havalandığında, boşluğun içinde yok olmamak için tutunacak sağlam bir dal arayacaktır. Duygularının seline bırakacaktır kendini. O fırtınanın sarhoşluğunda, ‘kimliklerin dünyasında’ var olmak isteyecektir; modern dünya doğum sancıları içinde özgürleşme şarkılarını oralarda bestelemeye koyulacaktır. Modern sonrasında, arzularının yanılsamalarında tatmin olamayan, kimliğin illüzyonunda var etmeye çalışacaktır kendini.

Birey böylece arzusunun ateşini, kimliğin yakıcı tanımlamalarında bastırmak bir yana körükleyecektir.

***

Modernleşme uzağında kalmış -bizim gibi- toplumlar için her zamanki gibi özgün bestelerin silik kopyaları kaldığından, onlar için yeni dünyayı anlamak da zorlaşacaktır; mesela üzerinde yaşadığımız topraklarda modern sonrası dönem, eski değerlerin, efsunlu dogmaların, bitmez maddi ihtiraslara paravan olacağı bir dönemden ibaret olacaktır sadece.

Bu topraklar üzerindeki Yahudi toplumu da özgün bir modernleşmenin uzağında, batıdaki dindaşlarının nefes kesici entelektüalizasyon süreçlerinden habersiz kalacaklardır. Dünya toplumuna katkıda bulunmak gibi bir amaçları olmayacak, Türk toplumunun da ortalaması ile uyum içinde olmak temel endişelerini oluşturacaktır. İki toplum da buluşacakları ortalamayı vasatın altına düşürmek için yarışacaklardır sanki.

Yahudiliğin Freud’undan, Freud’un bunalımına

İsrail başta olmak üzere Dünya Yahudiliğinin, (judéité) 20. yüzyılın üçüncü çeyreğinden itibaren kendini, modern sonrası denilecek toplumun arzu ve kimlik kokusunun bulaştığı salıncağında bulması rastlantı olmayacaktır. Tarihsel bunalımının çalkantılarına yeni bir gerilim eklenecektir.

Belirtildiği gibi yaşanılan topraklar üzerinde ise böyle bir gerilimin varlığından bahsetmek dahi mümkün olmayacaktır.

İsrail veya New York’taki Yahudi, dinsel değerlerin dışında yeni bir kimlik arayacaktır bu post modern denilen zamanlarda. Tarihsel bilinçaltının ona yüklediğinden kurtulmak isteyecek, Lyotard’ın ‘kendisi kendi arzusundan ibaret’ olan dünya kavrayışına uyumlu bir kimlik arayacaktır kendine. Unutulmak istenirken herkes tarafından, farklılığından da vazgeçmek istemeyecektir.

Sanki salıncakta bir yol arkadaşı arıyordur kendisine; asıl olan geçici olansa artık, Yahudiliği de geçici olmalıydı.

‘Atanmış Yahudilik’ bir yüktü onun için, arzusunun doruklarında kendisi seçmek isteyecektir kendini; Yahudiliğini ne bir toplum başkanından, ne bir cemaat yöneticisinden ne de bir din görevlisinden bir çağrı ile almak istemiyordu.

Çağ kuşkunun ve belirsizliğin renklerine boyalıydı ama Yahudilik soruyu hep içinde taşıyan değil miydi zaten?

Ustasından öğrenmemiş miydi kuşku duymayı? Freud değil miydi Théodore Reik’a 1908’de yazdığı mektupta ilginç hikayeyi anlatan: “Okul müdürü genç İtzig’e sorar; Musa kimdi? Yanıtlar İtzig; Musa Mısırlı bir prensesin oğluydu. Öğretmen itiraz eder. Musa bir İsraillinin oğluydu. Mısırlı prenses onu bir sepette buldu. İtzig yanıtlayacaktır: Bu onun görüşü.

Paul Ricoeur yorumlayacaktır Freud’un yöntemini: ‘Kuşkunun hermenötiğinin’ büyük ustası diyecektir.

Wer war Moses - Kimdi Musa?

Goethe’nin de, Abraham’ın da sorduğu soruyu soracaktı Freud, ‘Totem ve Tabu’dan beri aklından çıkmayan soru Londra’nın sisli gecelerinde tekrar aklına düşecekti. “Wer war Moses?” Kolayından yanıtlanamayacaktı Yahudiliğin bu temel sorusu.

***

Karanlıkta yaklaşan tank paletlerinin gıcırtısı gecenin sessizliğini bozuyordu. Londra savaşa hazırlanıyordu. Sorular yer değiştiriyordu Freud’un inanmayan kuşkucu zihninde; peki kim öldürmüştü onu. Hızlı iktidar arayışındaki Joshua olabilir miydi, bunun nedeni acaba?

Berlin’in grisi düşecekti aklına. Orada da aynı sorular irkiltirdi onu. Ne kadar uğraştıysa, yeni gün yüzü görecek olan bilimini bunlardan ayrı tutmaya, başaramamıştı galiba. Yaşamı yansımıştı sanki bu bilime.

Nasıl da ağırlaşmaya başlayacaktı geceler Berlin’de, Viyana’da.

Musa’nın hikayesi onun dediği’ olamazdı. İtzig haklı olmalıydı. Gerçekler gerçekleri örtüyordu. ‘Totem ve Tabu’yu okumuş olan herkes bilirdi ki; Freud için Musa’nın öldürülmesi toplumsal bilinçaltında ancak bir tekrardan ibaretti. Freud’a göre sadece din değil uygarlık tarihi de tarih öncesi bir öldürmeye dayanacaktı.

Yahudilik ile, Yahudiliği ile bir hesaplaşma olacaktı belki de bilimsel açıdan pek güvenilemeyecek ‘Musa ve tek tanrıcılık.’ Jacob ile, babası ile, olan son hesaplaşması düşecekti aklına. “Ne Yahudiyim, ne Alman” demeyecek miydi ona Freud? Babasını aynen öz Yahudiliği gibi inkâr etmeye soyunacaktı. Kimsenin oğlu ve takipçisi olmak istemeyecekti. Musa Mısırlı ise Freud Yahudiliğin biyolojik-ırkçı yöneliminin önünü kesmeyi başaracağını düşünecekti. Yahudilik bir anılar dizisi bir etik perspektif ve nihayet kişisel bir karar olacaktı bu durumda.

Etik çünkü sanılanın tersine ancak özgürlüğün olduğu yerde mümkündü.

Ne kadar zor olacaktı bu sade önermeye bu topraklar üzerindeki Türk ve Yahudi toplumlarını ve yöneticilerini inandırmak.

Freud Freud’a karşı

“Monoteizm Yahudilerin keşfi değildir. Mısırlılara, güneş tanrısı Athon’a aittir. Mısırlı bir görevli olan Musa bu dine sahip çıkarak iktidara ortak olmak isteyecektir. Joshua onu durdurmak için yok edecektir.”

Eleştirilecekti Freud çok. Tezinin bilimsel düzeydeki yetersizliği bir yana, bu kadar zor bir zamanda Yahudiliğin temellerini dinamitlediği için eleştirilecektir. Öldürülen peygamberin yerine geçmeyi mi isteyecektir Freud?

Psikolojik bir otobiyografi miydi bu yapıt, Yahudi kimliğini geleneksel-dinsel’in dışında anlamlandırma isteği miydi?

Hasta olmasına rağmen yapıtın, bilincini yitirmiş bir yazar tarafından yazıldığı ileri sürülemeyeceğine göre Yahudiliğin tarihini yeni baştan anlamlandırma isteği daha makul görünmektedir.              

***

Londra sisi netliğe izin vermezdi. Onun için, yazacaktı Freud oğlu Ernst’e, “Bu kitabın yayınlanması somut olarak pek bir şey değiştirmeyecek. Ben varsayımsal bir milliyetçi perspektif için gerçeği yazmamazlık edemem.”

***

Freud, Camus’yü hatırlatacaktır. Bu toplumun da Yahudi’si ile Müslüman’ı ile entelejensyasını utandıracaktır.

Yazmalıydı büyük düşünür. Varsın doğu topraklarında her şey gibi bu da ihanet olarak düşünülsün.

Narsisizmden vazgeçebilmek

Ricoeur bu kitap için şöyle not düşecektir: “Yahudi Freud kendi narsisizmini doğrulayabileceği önemli konumunu terk ediyor. İsteseydi ilk etik monoteizmi insanlığa hediye eden bununla vazifelendirilen bir halka ait olmanın övüncünden yararlanabilirdi.”

O narsisizm ki bu coğrafyadaki iki toplumun da (Müslüman ve Yahudi) vazgeçemediği bir ruh halidir, entelektüelinin de biricik var olma nedenidir. Freud bilim insanı olma onuru adına, elinin tersi ile itecekti hepsini.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün