Yakınma

Avram VENTURA Köşe Yazısı
10 Şubat 2021 Çarşamba

Son zamanlarda her şeyden yakınanlar mı çoğaldı, yoksa bana mı öyle geliyor, bilmiyorum. Kuşku yok ki her alanda, bireysel ve sosyal ilişkilerde, giderek ağırlaşan sorunlar yaşıyoruz. Ekonomi, sağlık, eğitim, beslenme, gelecek kaygısı… Listeyi istediğimiz kadar uzatabiliriz. Her birimizin bu sıralama içinde yakındığı bir ya da birkaç konu mutlaka vardır. Öncelikleri değişse de, bu eskiden de böyleydi, insan var olduğu sürece her zaman böyle olacaktır. Benim söylemek istediğim, bu yakınmaların giderek farklı gelir ve kültür düzeyindeki daha çok kişi tarafından ve değişik ortamlarda dillendiriliyor olmasıdır. Kitle iletişim araçlarında, sosyal medyada bunları sürekli okuyor, izliyoruz. Ayrıca ne zaman başkalarıyla bir araya gelsek, her birimiz bizi bunaltan benzer konulardaki yakınmaları bir şekilde ortaya döküyoruz. Biliyorum, ekonomik sorunların çoğalması kadar, bunların yansımaları, hayatın farklı alanlarını da etkiliyor. Öyle ki insanların umutlarını zayıflatıyor, huzursuz ediyor, kaygılandırıyor, mutsuzluğa sürüklüyor.

Yakınan her bir insanın savunacağı, haklı bir nedeni mutlaka vardır, öte yandan yalnızca bizi etkileyen bir konunun, başkalarında nasıl bir karşılık bulabileceğini de hiç bilemeyiz. Nitekim ünlü Rus yazarı Tolstoy, yakındığımız yaşamın, kim bilir kaç insanın gerçekleşmemiş hayali olduğunu söyler.

Ahmet Hamdi Tanpınar da, Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanında, herkesin ömrünün kısalığından yakındığını, buna karşın da günlerini harcamak için farkına varmadan her şeyi yaptığını söyler.

Yakınmalarımızın bir kısmı, kendi seçimlerimizden kaynaklanıyor, bir kısmı da bizim dışımızda gelişen olaylardan… Diyelim ki bir kurumun, bir derneğin, bir yerel yönetimin ya da yaşadığımız ülkenin yöneticilerden yakınıyoruz. Dolaylı da olsa, onların o makama gelmelerinde bizim de bir payımız yok mu, onları biz seçmedik mi? Demokratik bir ortamda, yeni bir seçime kadar yakınmak bir yana, onlara katlanmayı öğrenmek zorunda kalıyoruz. 

Günlük gelişen olaylar içinde, kendi hatalarımız yüzünden süren yakınmalarımız hiç bitmiyor. Ne yazık ki çoğu kez, bunların sorumluluğunu başkalarına yüklemek için ayrı bir çaba harcıyoruz.

Bilinen öyküdür:

Adamın biri Tanrı’ya dua ederken devesi kaçmış. Bunun için yakınmaya başladığında Tanrı’dan bir yanıt gelmiş: “Yakınacağına, önce deveni bağlayıp sonra dua etseydin!”

Bu konuda en güzel yanıtı Mark Twain’de bulduğumu söylemeliyim:

Ünlü yazar, sorunlarımızdan yakınmamamızı, nasılsa insanların yüzde sekseninin bunlarla hiç ilgilenmediğini, geri kalan yüzde yirmisinin da bunları hak ettiğimizi düşündüğünü belirtir. Twain, çoğu kez gülmeceye sığınarak düşüncelerini dile getirse de, aslında bir gerçeği vurgulamış oluyor. Bu yüzden kime, niçin ve ne zaman yakındığımızı çok iyi bilelim. Yoksa bunlar öyle sıradanlaşır ki, gerçek sorunlar ortaya çıktığında, sözlerimizin hiç inandırıcı olmayacağını düşünüyorum.

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün