Her şeye, bir şey…

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
28 Ekim 2020 Çarşamba

Tuhaf günler; bir türlü geride kalmadı, kalamadı…

Bu işin başında, arkamıza yaslanmakla ilgili bir şeyler yazıp düşündüklerimi, hissettiklerimi sizinle paylaşmıştım.

İnsanın sahip olduğu çok önemli iki meziyet vardır: Unutmak ve alışmak. Bu korona işini unutmamıza imkân yok elbette ama ona yavaş yavaş alıştığımız ve onu kabul ettiğimiz neredeyse kesin… Mesela maskelerimize alıştık söylene söylene… Takma da göreyim, der gibi hepsi çünkü. Siyah, beyaz, renkli hatta markaların çalıştığı lükste ve logolu, hiç fark etmez; hepsinin verdiği mesaj ve yaptığı iş aynı. Bilmediğimiz bir mikroptan saklanıyoruz arkalarına.

Hepimizin elleri istediği kadar bakımlı olsun, tanınmaz halde. Dezenfektanlar, en yakın arkadaşımız oldu. Asansörlerden ödümüz kopuyor. En sık görüştüğümüz komşumuza bile o dar alanda rastladığımızda sırtımızı dönüp onunla öyle konuşuyoruz. Yeme içme mekânlarında masalar, en büyük özgürlük alanımız adeta… Sandalyeye oturup oturmaz önce maskeleri def ediyoruz başımızdan! Sanki soluduğumuz hava başkaymışçasına, eski biz’e kavuşuyoruz. Yeme içme faslı bitince de sohbeti uzatabildiğimiz kadar uzatıp bu özgürlüğün tadını çıkarmaya çalışıyoruz. Çalışıyoruz, diyorum çünkü aklımızın bir köşesinde biri, bana bir şey olmaz, derken diğeri, “Her yer mikrop, her an her şey olabilir; aman ha dikkat!” demeye devam ediyor.

Bir huzur yok anlayacağınız.

Her şeye, bir şey var.

Bu ‘bir’, hem tek hem belirsiz bir ‘bir’.

Bir meseleyi çözmek için günlerce çalışıyoruz, sonra birdenbire ‘her’ şey değişiyor, bambaşka ‘bir’ şey oluyor. Ne olduğu ve olacağı asla belli değil. Hiçbir şeyi kontrol edemiyoruz, hepsini kontrol ettiğimizi zannederken üstelik.

Program yapıyoruz, bir anda kendiliğinden iptal oluyor.

Bir şey yapmak için harekete geçmek istiyoruz, kendi kendimizi vazgeçiriyoruz.

Birine kızmak istiyoruz, herkes o kadar çaresiz ki kızmayı bir tarafa bırakıp başka bir duygunun peşine takılmayı seçiyoruz.

Tatil düşünüp kimseyi planımıza ortak edemiyoruz.

Sonuçta ‘her’ şeyimiz ‘hiç’ bile olamadan sadece belirsiz ‘bir’ şey olarak kalıyor.

Bütün bu acayip alışmanın iyi taraflarını yakalamaya çalışıyorum kendimce. Yirmi beş senedir çalıştığım ofisin yan tarafındaki bölüm odasına taşındık. Orayı düzenledim, Paris ve Prag’dan aldığım tablolarımı arkama astım. Dolaplarımı yeniden kontrol ettim ve bütün derslerimi sadece oradan anlatmayı seçtim. Çünkü ben okulda öğretmeyi seviyorum.

Erken kalkma, giyinme, makyaj yapma faslından sonra okuluma gidip odama girip kitaplarımı alıp sınıfa gitmeye alışık biri olarak, Zoom’a da oradan bağlanınca o alışkanlığı sürdürmüş gibi oluyorum ve bana çok iyi geliyor. Hatta ders başlamadan parfümümü bile tazeliyorum, o kadar yani!

Neden mi?

Yeni alışkanlıkları reddetmeden eskilerinin şeklini değiştirerek yaşamayı öğrendim de ondan.

“Her şer’de bir hayır vardır” gerçeğinden, kendime böyle bir iyi taraf yakalamaya çalıştım.

Daha bir idare eder oldum sanki hayatı. Sırtım arada bir yine tutulsa da uykularımda daha rahat eder oldum. Hayatı olduğu gibi kabul etmesek de o, bize kendini gayet güzel kabul ettiriyor aslına bakarsanız.

‘Her’ şeye ‘bir’ şeyi var çünkü…

‘İyi’ şeyler olsun da…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün