İlk uçak

Joelle PİNTO Köşe Yazısı
22 Temmuz 2020 Çarşamba

Korona virüsünün bizi eve kapattığı günlerde, aslında evde kalabilmenin de bir lüks olduğunu bildiğim için bir yandan şükrederken, bir yandan da uçağa binmenin hayalini kurardım. Lokantaya gitmenin, bara gitmenin, tiyatroya gitmenin, sinemaya gitmenin ötesinde iki özlemim vardı; denize girmek ve uçağa binmek.  Denize girmek çocukluğumdan beri beni en mutlu eden an, uçağa binmek ise özgürleştiğim andır. Bulutların arasına girdiğim anda rahatlar, gitmek istediğim şehrin heyecanıyla dolardım. Seyahatim iş amaçlı bile olsa, ayaklarımın yerden kesilme hissi hoşuma giderdi. Havaalanı kuyrukları, pasaport kontroller, 11 Eylül olayından beri sertleşen güvenlik tedbirleri beni rahatsız etmezdi. İstanbul’un günlük araba trafiği, bana her türlü havaalanı karmaşasından daha yorucu gelirdi.  

***

İzolasyon günlerinin ilk özlemini, yani denize girmeyi haziran ayının ortasında kendi arabamla yaptığım üç günlük kısa bir yolculukla gerçekleştirebildim. Şimdi ise biraz daha uzun sürecek bir mesafe gitmem gerektiğinden, çevremdekilerin tüm endişelerine rağmen ben de korunaklı bir şekilde normalime dönmek ve uçağa binme seçeneğimi kullanmayı seçtim. Şehirlerarası bu yolculuğum için İstanbul Havalimanını tercih ettim. İlk izlenimim havalimanın dolu sayılmayacak bir düzeyde insan kalabalığı olduğuydu. Boş denmese de ‘normal’ zamana göre boş sayılırdı. Girişte insanlar, normal sokakta yürüyen insanlara göre biraz daha bilinçli ve sosyal mesafeli idi. Ancak ülkenin önde gelen havayollarının check-in kuyruklarında valiz bırakma sırası bekleyen insanların bekleme mesafesi tabii ki sosyal mesafenin oldukça altındaydı. Görevlilerin uyarılarına rağmen, huylu huyundan vazgeçmediğinden valizler ve akabinde kişiler ufak ufak öne kaymaya devam etti. Uçağa alımlar ise uzun seneler öncesinden yapılması gerektiği gibi, kişilerin sıra numarasına göre yapıldı. Uçak girişinde içinde maske ve antiseptik mendil bulunan hijyen kitleri dağıtıldı. Uçakta maske takmanın zorunlu olduğuna dair anons yapıldı ve kişiler bir daha maskelerini hiç çıkarmadı. Çıkarmaya çalışan bir-iki kişi hostesler tarafından anında uyarıldı. Bindiğim uçağın doluluk oranı, tama yakındı. Uçağın doluluğu herkes maskeli olmasına rağmen bende ufak bir endişe yaratsa da, ön çaprazımda Türkiye’nin en ünlü doktorlarından birini görmek beni psikolojik olarak biraz rahatlattı.            

***

‘Uçak yemeği’ lafı bir nevi oksimorondur. Yani ‘müthiş kötü’, ‘deli akıllı’ gibi tezat sözcüklerin bir araya gelerek anlamı kuvvetlendirmesi gibidir. Uçak ve yemek kelimeleri yan yana kullanıldığında, havayolu ne olursa olsun yemeğin kötü olduğu ima edilir. Yeni normalde uçaklarda yemek servisi de yok. Hatta kahve bile yok.  Bir zamanlar beğenmediğiniz o mide yakan peynirli sandviç veya boğazınıza hafif takılarak, elinizdeki karton bardaktan yudumladığınız çayla yuttuğunuz o sert kek bile artık yok. “Ben uçak yemeği yemiyorum” diyorsanız şanslısınız çünkü artık öyle bir seçeneğiniz bile yok. İnsan, gün gelir o mide yakan sandviçi bile özleyebilirmiş. Uçakta size tek ikram edilen içecek üstü kaplı porsiyonluk sular.  Onu da kapalı maskelerin ardından içmek mümkün olmayacağından, içebilmek için ufak bir risk analizi yapmak gerekiyor. Değer mi? Ona siz karar verin…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün