Yazar mektupları

Avram VENTURA Köşe Yazısı
15 Temmuz 2020 Çarşamba

Geçenlerde uzun zamandır el atmadığım mektup dosyamı alıp karıştırdım. Baktım, her biri en az elli yıl önce yazılmış. Çoğu artık aramızda olmayan arkadaşların, yazarların, yayınevlerinin yazdıkları mektuplar. Okudukça geçmişte yaşadığım, ancak zaman içinde unuttuğum kimi olaylar, bunları paylaştığım insanlar bir bir gözlerimin önüne geldi. Hüzünlenmemek elde değil! O yılları düşündüm: Evlerde telefon sahiplerinin parmakla sayıldığı, iletişimin yalnızca mektupla sağlandığı o dönemlerde, duygu ve düşüncelerimizi yalnızca yazarak ifade ediyorduk. Bu mektupların postalanması, yanıtların beklenmesi sırasında yaşanan heyecanlar, duyulan kaygı ve korkular, kaç roman yazarının kurgusunda yer almıştır, kim bilir. O yıllarda yazılmış mektuplar korunmuş olsa, belki kimi hayatların tüm öykülerini bu yazışmalar içinde bulabiliriz.

Nitekim Edebi Bir Tutku adıyla kitaplaşmış Henry Miller ve Anaïs Nin’in mektuplarını okurken benzer şeyleri düşündüm. Ayrıca yazma tutkusu içindeki bu iki insanın, bu denli sık, uzun ve ayrıntılı mektuplarını okudukça, sanki yazmak için yaşamışlar diyesi geliyor insanın. Gerçi bu türün rekortmenlerinden birinin Voltaire olduğu söylenir. Yine onun gibi birçok yazarın mektuplarını da zaman içinde keyifle okumuşumdur. Benim ilgimi çeken bunların edebi düzeyleri, olaylara ayrıntılı bir şekilde eğilmeleri bir yana, yazmaya nasıl bu kadar zaman ayırmış olduklarıdır. Nitekim Miller, 12 Şubat 1932 tarihli mektubunda şöyle diyor: “Mektup yağmuru seni korkutmasın. Bu, kötü huylarımdan biri, kalemle başka iş yapamadığımdan rahatlamak için kullanıyorum.”

Henry Miller’i ilkin elli yıl kadar önce Yengeç Dönencesi adlı kitabıyla tanımıştım. Bir roman olarak beğenmekten çok mektuplarında olduğu gibi farklı ve çarpıcı anlatımı kadar o döneme göre cinselliğe olan yürekli yaklaşımı doğrusu beni etkilemişti. Daha sonra onun diğer kitaplarını da okudum. Aynı şekilde Anaïs Nin de ilginç bir yazar. Bu yüzden kitapları henüz yayımlanmamış, ama günlük ve mektuplarıyla yazma tutkularını doyuran birbirlerine âşık bu iki insanın yirmi yıl kadar süren yazışmalarını ilgiyle okuduğumu söyleyebilirim.

Kendi payıma bu güne kadar bir sayfayı dolduracak tek bir mektup yazdığımı anımsamıyorum. Bu belki benim yeteneksizliğimden, tez canlılığımdan belki anlatacak fazla bir şeyim olmamasından kaynaklanmıştır. Belki de yazarken ayrıntılara girmeyi sevmediğimden… Gerçi uzun zamandır, mektuplarla birlikte bu yazma alışkanlığını hep birlikte yitirdik. Çocuklarımız belki de hayatları boyunca ne bir mektup yazmış ne de almış olacaklar! Elektronik postalar ve sınırlı sözcüklerle iletilerini yazmak, herkesin kolayına geliyor. Hele sosyal medyada yarım yamalak tümceler, sesli harfleri yutulmuş sözcüklerle yazmaları yok mu, gördüğümde doğrusu üzülüyorum.

Geçmişten bu güne zengin bir mektup edebiyatı raflardaki yerini koruyor. Sanırım günümüz yazarlarının geleceğe bırakabilecekleri özel yazışmaları hiç olmayacak. Onların hayatını ve çevresini ancak kendilerini anlattıkları deneme ve günceleriyle daha yakından tanıyabileceğimizi düşünüyorum.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün