İdare-i maslahat

Riva DUVENYAZ Köşe Yazısı
19 Şubat 2020 Çarşamba

Sefiller’i herkes bilir. Ancak 2019 yapımı günümüzde geçen, aynı ismi taşıyan filmi çoğumuz kaçırmış olabiliriz. Filmi yazıya taşımamın nedeni, yansıttığı tablonun her ülkenin gerçeği olması. Varoşlarda yaşayan alt sınıfların veryansınlarını toplumun genelini rahatsız etmeyecek şekilde halletme ve o insanların gerçek sorunlarına inmeden durumu idare etme üzerine kurulu yönetimler her ülkede mevcut. İdare-i maslahat durumu. İşi gerektiği gibi değil, günün şartlarına göre yapma, günü kurtarma yönetimi. Böylece asıl topluma alt sınıfın rahatsızlıkları bulaştırılmıyor.

Film aynı Victor Hugo’nun Sefilleri gibi Paris’in bir banliyösü olan Monfermeil’de geçiyor. Mahalle, Hugo’nun bir tespitini de film boyunca sorgulatıyor: “Kötü tohum yoktur, sadece kötü yetiştirici vardır…”

O mahalleler kendi içinde küçük bir ekosistem oluşturuyor. Devletin polisi de o faunada istemeden de olsa bir güç odağı olarak yerini alıyor. Polis, o mahallelerde adil ve akil olduğu için değil, saldığı korku ile saygı buluyor. Zira o polis sözde düzeni korumak adına kanun dışına çıkmayı kendinde hak görüyor. Çoğu kez ‘asıl’ vatandaşların rahatı sürdürülsün diye bu mahallelerde yaşanan polis tacizleri göz ardı ediliyor. Ve polise duyulan saygı korku ile karışık bir hal alıyor. Buralarda kanunun temsil ediliş şekli şehirle aynı değil. Asayiş alt sınıfın yaşam alanı içinde sınırlanarak sağlanıyor.

O mahallelerde okumaya ve teknolojiye meraklı çocuklar da var. O sistem de kendi aydınını çıkarıyor. Edward Said 2000’de Lübnan’da polise taş fırlatma pozu verdiğinde gettoların da kendi aydınlarını üreteceğini vurgulamak istemişti.

Polisin halletme, idare etme tavrını Fatih Akın’ın Paramparça’sında da görüyoruz. Almanya’da Kürt kökenli Nuri’nin öldürülmesi, polis tarafından pratik bir şekilde uyuşturucu kaçakçıları işi olarak ele alınmaya çalışılıyordu. Neo-Nazi bir eylem olma ihtimalini göz ardı ediliyordu.

Burada anarşizmin ilk temsilcilerinden Emma Goldman’a saygı duruşu gerek. Anarşizm devletsiz toplumu savunan felsefedir. Anarşizm devleti gereksiz, sevimsiz ve zararlı bulur. İddiası, gücün baştakini yozlaştıracağıdır. Hele mutlak güç, mutlaka yozlaştırır. Bu iddia Hobbs’un iddiasının tam tersidir. Hobbs’a göre insanlar doğa durumunda sürekli bir güvensizlik içindedir. Doğa durumu mutlak özgürlüğün ve mutlak eşitliğin geçerli olduğu bir kaostur. Bu yüzden Hobbs insanların, hepsini birden korku altında tutacak genel bir güce ihtiyaç duyduğunu iddia eder. Ben Emma Goldman’a daha yakın hissediyorum kendimi.

Film, ezilen alt sınıfların ara ara ses çıkarmasının gerekliliğini savunuyor. Ancak genelde ses duyurma şekli esas sorunu unutturup bizim gibi ‘her şey uyumlu olsun isteyen’ burjuvaya bir rahatsızlık hissi veriyor. Biz de bir an önce bu öfke püskürmesi dursun, durum idare edilsin istiyoruz.

Temel sorun kayıtsızlık… Sorun yok gibi gibi yapan genel otorite, alt sınıfları ‘zapt etmek’ üzerine çalıştıkça sesini duyurmak isteyen topluluklar huzur bozacaktır. Sefiller adlı bu edebiyat uyarlaması üzerinden, hafif de olsa bir huzursuzluk zerk edebildim mi size?..

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün