‘Haddini bilen’ toplum yaratabilmek

Mois GABAY Köşe Yazısı
18 Eylül 2019 Çarşamba

‘İkarus’un Hayatı’ Yunan mitolojisinin dengede kalmak ve haddini bilmek arasındaki ilişkisini anlatan en güzel hikâyelerinden biridir. Babası Daidalos ile birlikte kapatıldıkları labirentten kurtulmaları için babasının yaptığı balmumu kanatlarını takarak uçmaya başlar. Daidalos oğlunu baştan uyarmıştır. Fazla alçaktan uçarsa denize düşecek, çok yükseklere çıkarsa da güneş kanatlarını eritecektir. Ancak İkarus heyecanına yenik düşer ve güneş kanatlarını yakınca tepetaklak hayatını kaybeder. İkarus’un bu davranışı kimilerine göre sonsuz özgürlük hareketi iken hayatına mal olan ise haddini bilip, dengede kalamamasıdır.

Bolca hakaret, kabadayılık, gücün erkeklikle özdeşleştirilerek erkeğin övülmesi, korkaklığın kadınla özdeşleştirilerek kadının aşağılanması ve tüm bunlarla birlikte artan ivmede her geçen gün okuduğumuz şiddet olayları... Son yıllarda sürüye ayak uydurmayanlarımız durumu dehşetle tanımlasa da bir haddini bilmezlik toplumun her kesiminde kendini hissettiriyor. Siyasilerin “Eyy”, “Sen ki...” gibi sert söylemlerini model olarak benimseyen, kendi içlerinde emret efendimci bir anlayışla seslenen kitlelerin hele bir de maddi gücü biraz arkasına aldığında neler yapabildiklerini üzülerek gözlemliyoruz.

Hastanede doktoru darp eden, okulda öğretmenin üstüne yürüyüp, her türlü kamusal alanda “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye gelip göreceği var havasıyla  kabadayılık taslayanların gittikçe arttığı bir gerçekliği yaşıyoruz. Popülizm, ajitasyon ve bu nobran dil her geçen gün daha çok taraftar topladıkça toplumun nasıl geliştiğini görmek zor olmasa gerek. Yer yer mizah ve zekâ parıltıları taşıyan, derinliği bulunan bir eleştiriden çok uzak, haddini bilmezliği özgürlük ile karıştırıyoruz.

Yaşadığımız topluma paralel olarak ‘Had bilmemenin, birbirimize karşı dil sorunumuzun’ farklı boyutlarının kendi toplumumuz da zaman zaman etkilerini üzülerek gözlemliyorum. Hele farklı kurumlarda hasbelkader görev almaya gayret ettikçe aşırı tevazu ile had bilmeme arasında kimleri nasıl kaybedebildiğimizi de daha iyi anlıyorum. Dışarda dost meclislerindeki sohbetlerden kulak misafiri olduğum, kendilerini ‘okula sahip çıkmakla’ ‘okulun sahibi hissetmek’ arasındaki farkı karıştıran anne-babalar mı yoksa herhangi bir toplum kurumumuz hakkında en ufak araştırma ihtiyacı bile duymadan ‘Hariç’ten gazel okumaya meraklı’ dindaşlarımız mı dersiniz? Nasreddin Hoca ile Timur fıkrası misali, dışarıya karşı antisemit olaylarda gerekli tepkiyi vermekten, tarihsel kimi gerçekleri dile getirmeye kadar gösteremediği cesaretin bin mislini toplum yönetiminden bekleyip, onları korkaklıkla suçlayanlara ne demeli? Gönüllülük deyince burun kıvırıp, iş eleştirmeye gelince en ön saflarda oklarını saplayanlar da hiç soruyorlar mıdır kendine? Peki ya,72 yaşındaki Şalom Gazetesi’ni yıpratmaya çalışmak hangimizin haddinedir?

Or Ahayim Balat Musevi Hastanesi Vakfı Başkanı değerli ağabeyim Yaşar Abuaf’ın Brezilyalı şair Mario Raul de Morais Andrade’den esinlendiği sözleri yolumuzu aydınlatsın.*

• Şişmiş egoların bulunduğu toplantılara katılmayı hiç sevmiyorum.

• Başarılı olmuş insanların yerine geçmeye can atan şu kıskanç insanlara hiç tahammülüm kalmadı.

• Üst düzey bir makam için yapılan kavgaların çirkin sonuçlarına tanık olmaktan nefret ediyorum.

• İnsanlar içeriğe değil, sadece başlıklara bakar oldular. Benim zamanım ise başlıklarla uğraşmayacak kadar değerli artık...

Haddini bilebilmek sanılanın aksine kişinin kendini sınırlaması değil, sağa sola takılmadan özgürce kendi sınırlarını çizebilme kabiliyetidir. Kendini bilmek, haddini bilmekle başlar. Çocuklarımıza hayatın her adımında ‘İkarus’un kaderini yaşamayacakları, insana saygı ve sevgiyi temel alan, kişisel ego ve kıskançlıklardan uzak ve sınırlarını özgürce çizebilecekleri bir eğitim verebileceğimiz yepyeni bir eğitim-öğretim yılı dileklerimle...

* Yaşar Abuaf’ın yazısının tümünü Or Ahayim’in Yaşam Işığı bülteninden okuyabilirsiniz.

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün