Vatandaş Türkçe konuşacak mıyız?

Sami AJİ Köşe Yazısı
29 Mayıs 2019 Çarşamba

Meramımı anlatmak için artık her gün daha çarpıcı hale gelen bazı konuşma ve yazıları sizinle paylaşmak isterim.

Birkaç yıl evvel sevgili eşim bir kitabevine girmişti. Satışa bakan genç kızların birine ‘mecmua’ların bulunduğu yeri sordu. Kızcağız, gayet saf bir şekilde, “Efendim biz burada böyle bir şey satmıyoruz” demez mi? Neyse ki, eşim uzaktan o rafları fark edip, orayı işaret edince, satıcı hayretle, “Aaa! Dergi demek istiyorsunuz” diyerek şaşkınlığını belirtti.

Yine aynı yıllarda kendisi alışverişe çıkmıştı. İndirim kampanyaları başlamıştı. Bir elbise dükkânına girdi ve karşısına çıkan görevliye, “Tenzilat yapıyor musunuz?” diye sordu. Adamcağız “Hayır” cevabını verince, sevgili eşim, “Hayret! Her yerde var, sizde niye yok?” demişti. Neyse ki yardıma biraz yaşlıca olan mağaza sahibi yetişti ve gence “Oğlum, hanımefendi indirim var mı diye soruyor, niye hayır diyorsun?” deyip durumu kurtardı…

Günümüzde ise işler daha da karmaşık hale geldi.

Tenzilattan vazgeçtik. İndirim de geçerliliğini kaybetti. Şimdi ortaya ‘sale’ kelimesi çıktı. Fransızca, sondaki ‘e’ harfini telaffuz ederseniz, ‘tuzlu’ demektir. ‘E’ harfini yutarsanız, ‘kirli’ anlamında kullanırsınız. Farsçadan lügatimize giren ve yazıldığı gibi ‘sale’ diye okursanız, ‘….yıllık’ demektir. Diğer bir deyimle, o iş yerinde, aşina olduğunuz lisana göre, ‘tuzlu’(pahalı) veya ‘kirli’ veya ‘ne kadar eski olduğu bilinmeyen’ eşyaların satıldığı adeta ilan edilmektedir… İstediğiniz gibi yorumlayın. (Ama siz, siz olun, İngilizcesini kabullenin.)

Filmlere, spor faaliyetlerine, sanatsal etkinliklere, hatta daire satışlarına hâkim olmaya başlayan sözcüklere1 biraz daha değinmek istemiyorum.  Ancak biraz ileri gidilmeye başlandı gibi geliyor. Hele, bazı yorumcular, örneğin “Galatasaray takımının Fenerbahçe’yi ‘sürklase’ ettiğini” gençliğimizden beri duyarken pek yadırgamazdık. Son zamanlarda, GS’nin FB’yi ‘domine’ ettiği söylenmeye başlayınca anlamakta biraz zorlandık.

Resim sergilerinin açılış ‘kokteyllerine’ davet edildiğimizde, ‘avangard’ eserler görüyoruz… ‘Tuşelerin’ çok cüretli olduğundan bahsedilir.

Hele daire alırken ‘lansman’ fiyatlarına dikkat etmemiz lazım.

Siyasilerimizin kullandığı lisan da gittikçe ilginç hal almaya başlıyor. ‘Strateji ve taktik’ birbirlerinin yerine kullanılıp, ne demek istediklerini pek çıkaramıyoruz. Veya ‘kompetans’ sınırını aşan ‘sosyal medya fenomeni’ bazı kişiler, ‘subliminal mesajlar’ gönderip, ‘onore’ edilince, ağzımız açık kalıyoruz.  (Bre kardaş, ne diyolar yavu?)

Tanıtım levhalarını, eskiden duvara yapıştırdıkları ‘afişlerle’ tanzim ederlerdi. Şimdi bu işi ‘bilbord’larla yapıyorlar.

Birkaç gün evvel ise, bir siyasetçi karşı tarafta yer alan başka bir siyasiyi, halkı ‘irite’ etmekle suçluyordu. Milletin tamamının ne olup bittiğini kavradığına eminim!

Sanal âleme girmiyorum… Tamamen değişik küresel bir lisan oluştu… Artık bu dili, kulunuz anlamaktan aciz. Bu yüzden de ilgili aletleri de kullanmakta zorlanıyorum. Ancak kabullenmekten başka çare yok.

Buraya kadar söylediklerim mizah sahasına girer gibi görünüyor. Bendeniz başka açıdan bakıyorum.

Yabancı sözcüklerin, dilimize girmesi kolayca yayılırsa, başka bir medeniyetin üstünlüğünü de, ister istemez kabullenmiş oluyoruz. Bu durumun bizleri nereye kadar sürükleyebileceğini tahmin etmek bile zor.

Daha önemlisi nesiller2 arasındaki iletişimi, teması hatta duygusal ilişkileri zora sokuyoruz. Yüz sene, hatta elli sene evvel yazılan her türlü alandaki eserleri anlayamıyoruz. Böylece, gelenek görenek ve bilgisel her türlü eserlerimiz ya unutuluyor veya zevksiz tercümelerini okuma mecburiyetinde kalıyoruz.

Bir Fransız çocuğu, Moliere’in ‘Le Tartuffe’ oyununu, ilk yazıldığı şekli ile, rahatlık ve zevkle takip edebilirken, aynı asırda yaşamış ünlü şairimiz Nef’i’nin zeka ve felsefe ile yoğrulmuş, müthiş ahenkli, şiirsel hicivlerini ancak sözlük yardımı ile kavramaya çalışıyoruz.

Özetle, babadan oğula, oğuldan toruna, birikimlerimizi aktaramamak gibi büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız.

Eh, kaderimiz bu imiş, deyip kendimizi, doğudan ve batıdan gelen akımlara koy verip, yaşamaya devam mı edeceğiz? Yoksa en azından benliğimizi korumak için çareler mi arayacağız? 

Karar sizlerin…

---

1 Söz-cük küçük kelime manasına gelir… “Çekoslovakyalılaştırdıklarımızdan” lafı nasıl sözcük diye tanımlanabilir?

2 ‘Nesil’ yerine şimdilerde, ‘kuşak’ terimi kullanılıyor. Sevgili ve rahmetli İçtimaiyat hocam (tabi anladığınız gibi sosyoloji öğretiyordu) Ord. Prof. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, buna çok karşı idi. “Niye kuşak diyorlar, hâlbuki ‘uçkur, uçkur’ demeleri gerekirdi” sözlerini hâlâ hatırlıyorum. Tüm sınıf kahkahadan kırılmıştı. Aslında son günlerde kuşak da gündemden düştü. Yeni ‘jenerasyondan’ bahsediliyor.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün