Siz, biz

Cemaat olmayı tam iyi veya tam kötü olarak betimlemek doğru değil, ancak bunun bir tercih olduğu kesin.

Riva DUVENYAZ Köşe Yazısı
30 Nisan 2019 Salı

Geçtiğimiz hafta sonu, Stockholm’de Nobel Müzesinin eski Küratörü Tobias Degsell’den güzel bir konuşma dinledim. Ödül belirleme sürecindeki gizliliğe ve titizliğe hayran oldum. Ancak konuşmada asıl dikkatimi çeken nokta Tobias’ın sürekli ‘işbirliği’ne vurgu yapmasıydı. Evet, Nobel Ödülü sonuçta bireye verilen bir paye. Ancak bilim dalları arasında geçişlerin şart olduğunu, bir camiada takılı kalmanın bilim adamını körelttiğini ve çoğu Nobel Ödülü’nün aslında bilimler arası iletişim ile mümkün olduğunu vurguladı. Aynı kafada olan insanların ufkunun ancak başka fikirlerle etkileşim ile gelişeceğini savundu.

Tabii ki ben de bundan hemen kendime sosyolojik bir yazı yazma hakkı çıkardım. Aynı görüşte insanların değişik fikirlerle etkileşime kapalı olduğunun en güzel örneği sandık zamanlarında ortaya çıkar. Örneğin Brexit nasıl onaylandı? Herkes şaşırır. Trump seçildi, nasıl olur? Halbuki ‘bizim etrafımızdaki’ kimse buna ihtimal vermiyordu. Büyükşehir’de İmamoğlu öne geçti. Tekrar sayalım.

Bunun sebebi, her ne kadar eğitimli de olsak, bireylik haklarımızı gönüllü olarak bir topluluğa devretmiş olmamızdır. Cemaat olmayı seçmek, her durumda kabul görmeyi sağlar. Sınırsız sevgi ve destek vardır. İlişkilerin duygusal olduğu, geleneklerin egemen olduğu toplulukta dayanışma üst düzeydedir, ancak kurunun yanında yaş da yanar bazen. Almanlar yenilince biz de yenilmiş olduk misali…

Sosyolog Tönnies’in tarif ettiği iki tür toplumsal yapı var. Gemeinschaft ve Gesselschaft. Bizim yukarıda bahsettiğimiz tür yapıya gemeinschaft deniyor. Yani ortak geçmişe sahip insanların dayanışması ve dışarıya kapalı yaşaması ile ortaya çıkan toplum. Kafka’nın kısacık öyküsü Gemeinshcaft’da anlattığı beş kişilik cemaat gibi: “Boyuna bir altıncı aramıza karışmak istemese gül gibi yaşayıp gideceğiz; bize bir şey yaptığı yok, ama hoşlanmıyoruz kendisinden, bu kadarı da yeter sanırım; istenmediği bir yere ne diye ille gireceğim diye uğraşır durur. Onu tanıyıp etmiyor ve aramıza da almak istemiyoruz.”

Cemaat olmayı tam iyi veya tam kötü olarak betimlemek doğru değil, ancak bunun bir tercih olduğu kesin. İnsanın bireysel önceliklerinden feragat ederek bir gruba ait olmayı tercih etmesi ve bakış açısını o cemaatin gözlüğü ile oluşturması bir seçimdir. Bir rahatlıktır hatta. Bir korumadır. Cemaat tercihi yapanlar, bir cemaate ait olmamayı yapay bulurlar. İnsanların sözleşmelere ve hukuka olan ihtiyacını ve bireysel çıkarların maksimize edilmesini küçümserler. İlişkileri hesaplı ve çıkarcı bulurlar. Aralarına katılmak isteyene de pek hoş bakmazlar. Yine Kafka’dan alıntı: “Gel gelelim, bütün bunları o altıncıya nasıl anlatırsın;  açıklamaya kalkmak kendisini bir bakıma aramıza almak olur, biz de en iyisi bir açıklamada bulunmuyor, onu da aramıza almıyoruz.”

Beni de kapsayan pek çok durumda cemaatleşme bir rahatlama getiriyor kesin! Ama bazen ağzımdan çıkan kelimelerin ortama hiç uymadığını hissederim. O zaman bir tercih yaptığımı istemeden olsa idrak ederim. Keşke Marquez kadar hür olabilsek: “Ben sizden de değilim, diğerlerinden de. Ben, ölüme dair yemin etmeyenlerden, tehdit savurmayanlardan, dinini ve ırkını aklının yerine koymayanlardanım. Ben, hâlâ şiir okuyanlardanım. Ben ölürken, vatanını yahut dinini değil, ‘sevgiliyi’ düşünecek olanlardanım…”

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün