Lütfen yalnız olmadığımı söyleyin

Ayşe ACAR Köşe Yazısı
13 Mart 2019 Çarşamba

Bu başlığı sanırım linç edilmemek için attım, “lütfen” kelimesinin beni kurtaracağını düşünüyorum, umarım.

Niye beni linç etsinler ki?

Çünkü her 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününde sessizce geri çekilip (sosyal medya ve özel mesajlaşmalardan) o gün yeryüzünde ben yokmuşum gibi davranıyorum. Sebebi, “Yahu bugün tarlada, fabrikada, evde çalışan emekçi kadınların günü, siz bilgisayar /masa başında çalışan kadınlar emek sarf etmiyorsunuz ki,” değil. (Böyle yorumlar da var malum) Emek kavramının kapsamı modern zamanlarda oldukça genişledi. Fabrikada çalışan bir robotun ‘emek’ kavramıyla ilişkisi konuşuluyor. (Yeni bir işçi sınıfı doğuyor ve Marx hayatta değil!)

Kadınlar Günü ile ilgili travmam bir TV programına dayanıyor. Bundan beş yıl önce ulusal bir TV kanalında konuklar arasında ben de vardım. Sunucu konuyu bir şekilde kadın meselesine getirdi ve stüdyoda bulunan konuklara “Buradaki herkes feminist, değil mi?” diye soru nitelikli bir onaylanmayı bekleyen cümleyi yöneltti. Konuklar arasında kadınlar ve erkekler vardı. Herkes “Elbette feministim,” dedi. Ben hariç. Hayatımda ilk defa bu konuda bu kadar net bir soruyla karşılaştım ve net bir yanıt verdim; “Hayır değilim.” Sunucu, konuklar, herkes şaşırdı ve dahası Twitter’da bir güzel linç edildim.

Neden “hayır” dediğime dair yaptığım açıklama kabaca şöyleydi:

“Kadın, erkek ayrımının olduğu bir kültürde ve ailede büyümedim. Ne erkek kardeşlerime ne bana ve ablama cinsiyetimiz hiç hatırlatılmadı. Yanlış bir şey yaptığımızda annem ya da babam ‘İnsan olana bu yakışmaz,’ dediler ve sonuç olarak davranış sergilerken, çalışırken, kitap yazarken, öğrenciyken vb. cinsiyetimle yapmadım hiçbir şeyi. Kadınların tarih boyunca tüm dünyada özellikle gelişmemiş ülkelerde haksızlığa uğradığı elbette görüyorum ve elbette bu durumu onaylamam mümkün değil, fakat her kadın kelimesinin, her erkek kelimesinin kullanımında ayrımın daha da derinleştiğini düşünüyorum. İnsan kelimesini tüm çalışmalarda öne almak mevcut sorunları daha hızlı ve daha kalıcı çözecektir diye düşünüyorum.”

Hâlâ aynı şeyi düşünüyorum. Cinsiyetleri sürekli hatırlatılarak büyütülen insanların yoğun olduğu bir dünyada belki bir ütopya bu söylediklerim. Ama benim gibi başka insanlar da olmalı, ki var olduklarını biliyorum. Cinsiyetimiz bize de yolda yürürken, TV ekranlarından siyasetçilerin yaptığı konuşmalarda ya da iş ortamlarında hatırlatılıyor. Bu gerçekliğin dışında değiliz. Sadece bu tür ayrımların insanlığın oldukça ilkel bir aşamasının dışa yansıması olduğunu görüyoruz.

Bu ilkelliğin düşünce tarihinin seçkin özneleri olan filozoflarda bile açığa çıktığı bir gerçek. Platon, Aristoteles, Hegel… Liste uzun. Fakat aynı zamanda bu filozofların hayranıyım. Düşünsel ürünlerinin öğrencisi olmaya ömrüm yettiğince devam edeceğim. Ama onlardan da açığa çıkan bu ilkelliğin ‘insan kavramı’nın henüz yeryüzüne sere serpe gelememiş olması ile ilgili olduğunu düşünüyor ve daha çok “İNSAN” dememiz gerektiğini söylüyorum. (İnsan gelmedi demiyorum, kavramı gelmedi diyorum, gereksiz linç etmeyiniz, lütfen. Hoş, Hegel olsa kavram gerçeklikten önce gelir, diyecektir ama bu konu uzun -ki bu konudan da linç yemeden sıyrılabilirim gibime geliyor.)

Kadınları güçlü kılmak için her Kadınlar Gününde sarf edilen, “kadın sosyolog, kadın yönetici, kadın yazar…” gibi tanımlamalar artık değişmeli. Ben bir yazarım, yazdığım kitapların cinselliğimle uzaktan yakından bir ilgisi yok. Kitap yazarken takviye olarak östrojen hapı almıyorum, aklımın bir cinsiyeti yok.

Bu tür meslek ve cinsiyet ilişkili tanımlardan kaçınmak için bazı girişimler de var. Mesela ‘bilim adamı’ tanımı ‘bilim insanı’ tanımına doğru dönüşüyor. Tanımdaki mantık hatası bir yana yine de önemli bir adım. (Hata şuradan kaynaklı; bilim insanı ayrımını yaptıran nedir? İnsan türünün dışında bilim yapan bir tür mü var? Yok eğer bilim yapan insanlar ayrı bir tür olarak görülüyorsa ortada ciddi bir ontolojik hata da var çünkü insan olmanın özsel ayrımı bilim yapmak değildir. Kategorik bir ayrım ise bilimci denilmesi gerekir.)

Özetle sorunun temelinde şu var; “ben, kendim” dediğimde bedenimi kastediyorsam zorunlu olarak cinsiyetimi hatırlarım ve ötekine hatırlatırım, fakat “ben, kendim” dediğimde tinselliğimi kastediyorsam (şuur, öz bilinç) insan olduğumu hatırlarım ve hatırlatırım.

Bedeni inkâr mı edelim peki? Ne mümkün! Nazım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı’nda Bedrettin’in dilinden söylediği gibi:

“yarin yanağından gayrı her şeyde

her yerde

hep beraber!

diyebilmek için…”

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün