Tarihsel bir bunalımın eksikliği1 -3

Metin SARFATİ Köşe Yazısı
18 Temmuz 2018 Çarşamba

Zenginleşme isteği üzerine…

Yeni zamanların en ayırt edici özelliklerinden biri olacaktır. ‘Sonsuz zenginleşme isteği’; yeri göğü kapsayacaktır özellikle yakın dönemlerde. Postmodern zamanlar diye de isimlendirilecektir bu zamanlar.

Aristo’dan İşaya’ya, oradan İsa’ya ‘ölçülü’ olmaya davet çoktan unutulacaktır bu dönemde. Tutsaklık yeni bir biçim almıştır. Anders’in dediği gibi artık bu dönemin yeni diktatörleri olacaktır ve öncekilerden farklı olacaktır bunlar.

Kim bilir yeni diktatörler her hücremizi sessizce ele geçirip kendileri ortalıkta görünmeden mi yönetmeye soyunacaklardır bizi?

Hem de böylece özgür olduğunu sanmayacak mıdır birey? Kendisini, kendisinin yönettiğini düşünüp mutlu olacaktır.

Geçtiğimiz yüzyılın ikinci yarısından itibaren az bilimsel çalışma! yapılmayacaktır bu sanının inanç haline dönüşmesi için. Amaç gürültüsüzce bireyin tümüyle ele geçirilmesidir.

Kendine hayran, özgürlüğü salt ekonomik durumu ile elde edebileceğini sanan bu çağın büyülenmiş bireyi kendini kolayından teslim edecektir.

Çalışmak ama önce zenginleşmek efsunlu bir büyüdür bugün.

Denecektir ki insan bu isteği her zaman taşımıştır.

Hâlbuki insan içinde yaşadığı zaman dilimini ebedi sanma eğilimindedir, hep kendi zamanındaki gibi yaşanıldığını düşünecektir.

Unutulmaktadır ki sonsuz maddi zenginlik edinebilme imkânı teknik açıdan ancak modern zamanlarda mümkün olmuştur. Bu zamandan itibaren yer üzerinde maddi açıdan sonsuz bir var olabilme şekli düşünülmeye başlanabilmiştir. Yeni iktisadi düzen bundan sonra belki insanın bilinmez derinliklerinde yatan bu büyülü isteği kışkırtacaktır. Zenginleşme isimli yeni tapınağın tanrısı ancak bundan sonra insanları kendine tutsak edecektir.

Modern zamanların başında yeni keşfedilen kıtanın (Amerika vs.) tozunu toprağını çuvallara doldurup görkemli armadasına taşıttıran güçlü İspanyol komutanı şaşkınlıkla izleyecektir Amerikalı yerlilerin şefi ve nihayet dayanamayıp soracaktır; “Bu kadar çamuru ne yapacaksınız? Hasta mısınız siz.’’ İspanyol komutan duracaktır nihayet. Bir taşın üstüne oturacaktır belki. Süslü miğferini çıkaracaktır. Kaşıyacaktır başını ve gözleriyle, kim bilir hangi denizin derinliklerine yolculuğunu yaptıktan sonra şu sözcükler dökülecektir ağzından. Hepimiz adına çıkacaktır iki sözcüklü yanıt. Bütün yeni zamanlar adına çıkacaktır; “evet, hastayız.”

Anlam üzerine

Anders2, içinde yaşanılan dönemi, insanın tutsak edildiği bir dönem olarak niteler. Yeni ve kökten bir kölelik şeklidir bu. Anlık hazzın peşindeki insan başka bir var olma biçimi ile tanışmamış olduğundan bu tatmin duygusuna erişmek için her yolu deneyecektir. Bedeninin ve zihninin her hücresi bunun susuzluğu içindedir ve bu susuzluk hiç dinecek gibi görünmemektedir ona. Istırap çekmektedir, haykırışları tapınakların kubbelerinden göğe yükselmektedir. Tapınağın tahtına kurulu olan ise çare üretmek bir yana sinsice zevk duymaktadır sanki bundan. Istırabı dindirmek bir yana körüklemektedir bile. 

Akıl sanki Descartes ve Spinoza ile birlikte yok olup gitmiştir. Duygularının selinde tatmin arayan varlık onu her bulduğunu sandığında çaresiz akan sulara kaptıracaktır. Hâlbuki insan ancak bu arayışta anlamlandırmıştı yaşamını. Sel suları arasında yok olan aslında var olma biçimine yüklediği anlamdı.

III- Entelektüel üzerine

Orta Çağ’dan beri ama özellikle modern zamanlarda tüccar, zenginliğin üreticisi veya satıcısı olmuşsa, hemen yanı başında da (çoğunlukla karşısında) entelektüel olmuştur. Öyle ya, birisi ‘zaman satıcısı’ ise diğeri ‘kelime veya düşünce satıcısıdır.’ Sattığı düşünce de genellikle eleştireldir. Ama yetmez; birincisi zenginliği önce kendi adına, kendisi için isteyense entelektüel kelimeleri ile bozuklukları onarmaya çalışandır. Çabası önce kendisi için değil toplumun iyiliği içindir. Tüccar kendine ait olmayan zamanı satarken açıktır ki öncelikle ‘öteki’nin özgürlüğünü düşünmeyecektir. Erdemli olmayı veya onun örneğini topluma vermeyi de düşünmeyecektir. Entelektüel ise mutlaka bu ikisini düşünecektir. Bir toplum nasıl erdemli, zengin ve özgür olur sorularına yanıt arayacaktır. Sözcüklerle zihin ve gönüllere şekil vermeye çalışandır o.

IV- Bu topraklar üzerinde zenginleşme, özgürleşme ve Yahudi entelektüel    

Orta Çağ’a kadar, örneğin Maimonides’e kadar entelektüelin satacağı bir kelime yoktu. Tanrıya ait olan kelam satılamazdı çünkü. Öncelikle bunun eleştirisinde ve sözcüklerinde doğacaktı modern entelektüel. Eleştirisi de her zaman otoriteyi, bazen de ‘zaman’ satıcısı tüccarı ve zenginleşmeyi kapsayacaktı.

Bu topraklar üzerinde böyle bir gelişme yaşanmayacaktır. Üzerinde yaşayan Yahudi’nin entelektüeli de öyle olunca ‘sözcük satmanın’ anlam ve değerini bilemeyecektir. Gelişmenin sadece tüccarın ‘zaman satma’ becerisinden ibaret olduğu düşünülecektir o zaman.

 Alman veya Fransız Yahudi’sinin entelektüeli buralarda boy veremeyince erdem ve özgürleşmenin büyük anlamlarını halkına öğreten de kalmayacaktır.

Zenginleşmenin kendiliğinden erdemli olduğu ve özgürlük taşıyıcı olduğu sanılacaktır.

Anders’in dediği gibi yeni tür baskı rejimleri ne çok seveceklerdir bunu.

Marx’sız, Troçki’siz, hatta Buber’siz yaşayan bu toprakların Yahudisi için tek mutluluk kaynağı aslında sığ bir antisemitizmi yansıtan “dünyanın da artık Yahudileştiği” deyişi olacaktır.

Neyse ki İsaac Deutcher’den Einstein‘a kadar koca  bir entelektüel dünya ,bu çirkin deyişi üretenlerin karşısında dimdik ayakta duracaktır.

En azından bu vurgulanabilseydi, buralı Yahudi’nin ‘sözcük satıcısı’ tarafından.

1 Yazı 4. bölümüyle devam edecektir.

2Andres: Alman Filozof