Kötü Suyun Büyüsünde

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
8 Kasım 2017 Çarşamba

Şer-ab...

Nam-ı diğer kötü su.

Bazı dinlerde haram, bazısında helal, hepsinde ruhen ve fikren keyif...

Deliliğin kırmızı kapısı... 

Ondan söz etmek, onun adını ve tadını ağza almak her zaman günah iken bir adam, öldükten sonra toprağının meyhane duvarına tuğla olmasını düşlermiş. 

O adam, Ömer Hayyam... 

Gıyaseddin Ebul Feth Ömer Bin İbrahim adıyla da bilinen Ömer Hayyam, belki de bizim gizli gizli okumaktan hoşlandığımız, bir rubaiye şarabın tüm kırmızılığını yaymayı bilmiş lal renkli bir şair.. 

Kadife gibi,  samimi, sizi sarıp sarmalayan, yakan ve ısıtan, içinde yudum yudum eriten her dörtlüğünde size yasak zevklerinizi yeniden keşfettirir. Yalnızca şaraba değil, hayata dokunuşu da farklıdır onun. Bugün belki de düşünüp söyleyemediğiniz, yazamadığınız ne varsa o çoktan yazıp söylemiştir. 

Döneminin tüm bilgilerini edinmek ve onların peşinden gitmek en büyük yolculuğudur. Yaşamın sırrına şarabın lezzetiyle ermeye çalışan Hayyam, farklı ve evrensel bir dünya görüşünün sahibi olmayı başarmış bir düşünürdür aynı zamanda.  

Alaylı ve iğneleyici bire dille aşktan, şaraptan, kadından, dünyanın faniliğinden söz ederken yirmi birinci yüzyıla dokunmayı başarmış bir kalem üstadı... Onu okurken hem korkuyor, hem şaşırıyor, ona hem katılıyor hem de bu katılmışlıktan suçluluk duyarsınız:

Bir elimizde Mushaf; bir elimizde kadeh

Kimi helale yönelmedeyiz, kimi harama

Şu ham, şu olgunlaşmamış kubbenin altında

Ne mutlak kafiriz, ne tam Müslüman

Hepsini birden istemek, insanın hamurunda vardır. Hem bir lokma bir hırka, uyar bir yanınıza hem hayatın tamamını avuçlamaktır öbür yanınızın istediği... Hem dua edip Tanrı’ya yakın olmak için yanıp tutuşur bir tarafınız, hem kadehlerin kızıllığında, sevdiğinizin gözlerinde kaybolmak istersiniz.

İşte bu sebeple Hayyam’ı daha çok seversiniz.

Günahla sevabın birleştiği yerde dimdik ayakta durmaktadır, Şiirlerinin her dizesinde sizi ürküten bir yandan da içinize su serpen bir hava sezersiniz. 

Bir yandan da dünyanın her zerresinin ve hayatın her saniyesinin değerinin farkında olan tarafında dururken ona benzemek istersiniz. Hayyam, farkındalığınızı arttırır, sizi hayatla ilgili, ölümle ilgili, hayatı yaşamakla ilgili düşündürür:

“İnsan bastığı toprağı hor görmemeli

Kim bilir hangi güzeldir, hangi sevgili,

Duvara koyduğun kerpiç yok mu o kerpiç?

Ya bi şah kafasıdır, ya da bir vezir eli... 

Tanrı'nın karşısında boynu kıldan ince, hayatın karşısında tam bir tevekkülle ölümü kabul edişine, o yolda kendi istediği şekilde yürüme kararlığına hem gıpta eder hem vicdan azabı çekersiniz:

“Kaderin elinde boynum kıldan ince

Tüysüz kuşa dönerim ecel gelince

Yine de toprağımdan testi yapın siz

Dirilirim içine şarap dökülünce”

12. yüzyıldan bugüne hayat üstüne, ölüm üstüne, hayatı yaşamak üstüne ve tabii şarap üstüne ondan daha güzel söz söyleyen çıkmamıştır. 

Kötü suyun gönüllü esiri olmuştur Hayyam.

Ve aşkın... 

Onun tanımladığı aşkta tutku, huzursuzluk, vazgeçilemezlik vardır. Ona göre gerçek aşk;  yarım kalmışken tamamlanmışlık; ama tamamlanmışlıkta hala eksik kalmışlıktır. 

Aşk gerçek değilse, tutkusu olmaz.

Ateşi köze döner, kokusu olmaz.

Aşık olan gün, gece, ay ve yıl yanar;

Güneş, ışık, rahat ve uykusu olmaz. 

Şarabın sıcak karanlığı güneşi olmuştur Hayyam’ın... Yaptığı işin zaman zaman günah olduğunu kabul ederken zaman zaman da Tanrı’yı sorgulama yoluna gitmiş ona olan tüm sorularını korkusuzca sormayı bilmiştir: 

Güçlü olduğuna inandırdın beni,

Bol bol da verdin bana vereceklerini

Yüz yıl günah işleyip bilmek isterim

Günahlar mı sonsuz senin rahmetin mi?” 

Size hangi tarafının uyduğuna karar veremezsiniz Hayyam’ın. İsyankâr, hesap soran, taraf tutacaksa kendi yanında olan tarafı mı yoksa bütün kalbiyle ölüme, ölümden sonraki hayata bağlı, Tanrı’nın farkında olan,  ondan medet uman tarafımı? 

Bu geliş gidişli hal ona en güzel şiirlerini yazdıran haldir. Onda farklı bir yaşam felsefesi, bir ermişin ruhuyla bir rindin tercihi birleşmiş gibidir.

Hem hayattan zevk alarak, hem Tanrı’ya yakın olarak, hem ona meydan okuyup hem ona sığınarak yaşamanın tezatlığında 12. yüzyıldan beri, farklı coğrafyalarda onun dilini bilmeyen insanlara yarenlik etmiştir. 

İslam kültürünün içinde yetişmiş; dine ait edindiği tüm bilgi ve anlayışlarının yanında, yaşamı kendine has bir üslup ve kararlılıkla imbikten geçirmiştir: 

“İçin temiz olmadıktan sonra

Hacı hoca olmuşsun, kaç para!

Hırka, tespih, post, seccade güzel;

Ama Tanrı kanar mı bunlara?” 

Selçuklu’nun aydın düşünce dünyasında felsefeye günahkâr olmadan dokunabilmiş, toplum düzenine yönelik fikirler de ileri sürmüş bir düşünürdür aynı zamanda.

Yüzyıllara hükmeden şairlerin en büyüklerinden biridir Hayyam.

Dindarlığımıza da uyar, hovardalığımıza da... Meydan okuyan tarafıyla coşar, boyun eğişiyle hayatı ve bize getirdiklerini karşılarız. Topluma başkaldıran tarafı, isyan ettirir bizi, insan sevgisiyle dolu kalbi yumuşatır benliğimizi...

Size hangi tarafı yakın Hayyam’ın?

Asi olanı mı, kötü suda boğulanı mı?

Yoksa gece gündüz dua eden, tövbe eden tarafı mı?

Yoksa siz de hayatın sırrına ermişlerden misiniz onu gibi?

Sığdırabilenlerden misiniz bir koltuğa iki karpuzu?

Bakabiliyor musunuz hayata hem kutsal kitabınız hangisiyse onun sayfalarından hem de kırmızı bir kötü suyun damağınızda bıraktığı lezzetin ardından?

“Şarap sonsuz hayat kaynağıdır, iç,

Gençlik sevincinin pınarıdır, iç,

Gamı yakar eritir ateş gibi

Sağlık sularından şifalıdır, iç!”

Diyen tarafı mı; yoksa

“Rahmetin var, günah işlemekten korkmam;

Azığım senden, yolda çaresiz kalmam;

Mahşerde lütfunla ak pak olursa yüzüm

Defterim kara yazılmış olsun, aldırmam.”

Diyen tarafı mı? Yoksa siz de onun gibi iki yolun birleştiği yerde mi duruyorsunuz hayatınızda? Hayatın tüm nimetlerinden yararlanıp Tanrı’nın elinden mi tutuyorsunuz içiniz sıcacık? Becerebiliyor musunuz onun kadar hem ermişlik hem de rindlik yolunda yürümeyi?