Kaportacılarla camcılar mutlu

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
2 Ağustos 2017 Çarşamba

Seneler evvel büyüklerimizden, 1954 yılının Şubat’ında İstanbul Boğazının donduğunu duymuştuk. Kimi insanlar Boğaz’ın bir yakasından diğerine yürüyerek geçmişler, kimileri ortalara kadar ulaşıp gezinti yapmışlar, bazıları daha temkinli davranıp donan suyun yakınında hatıra resmi çektirmişler.

Gerçi denizler donmaz. Tuna Nehrinden kopup Karadeniz’den geçiş yapan buz kütleleri akıntı sayesinde İstanbul Boğazına gelmiş. Soğuğun etkisiyle de deniz donmuş.

O kış şehir korkunç bir soğukla karşı karşıya kalmış. Odun ve kömür kıtlığı olmuş. Ekmek sıkıntısı yaşanmış. Bu anlatılanları daha sonraları kitaplarda gördüğümüz resimlerle algılamaya çalıştık.

***

Biz de yıllar sonra torunlarımıza 27 Temmuz 2017’de yaşadığımız afeti, fırtınayı, tufanı ve ceviz iriliğindeki dolu tanelerinin camlara nasıl çarpıp parçaladığını anlatacağız. Geçmişe oranla teknoloji daha ileri olduğundan arşivlerde fotoğrafların yanı sıra sesli görüntüler de yer alacak. Konuyla ilgili Facebook’da yer alan fotoğraflar arasında en çok etkilendiğim Mili Mitrani’nkiler oldu. Hem ses hem görüntüyle olayı gri / siyah / beyaz renklerle özetledi adeta. Zaten yirmi dakika boyunca başka renk yoktu görünürde.

Günler öncesinden meteorolojinin kuvvetli yağış uyarısını biliyorduk. Ne kadar kuvvetli olsa yağmurdu sonuçta…

Fırtınanın yaşandığı gün tesadüfen evde eşim ve oğlumla birlikteydik. Anlayamadığım bir şekilde bütün pencerelerden garip sesler geliyordu. Dışarısını gri bir renk kaplamış, aralık kalan camdan içeri dolu taneleri giriyordu.

Hayatta kendinizi aciz hissettiğiniz zamanlar olmuştur. O dakikalarda kendimi aynen öyle hissettim. Tek yaptığım penceresi az olan mutfağa geçmek oldu. Yirmi dakika sonra fırtına dindi.

1954’te Boğaz’ın sularının donması bir doğa olayıydı. 2017’deki tufan / fırtına kanımca ekolojik dengelerle oynayan kitlelerin neden olduğu bir afetti.

Gün kaportacılarla camcıların. Kırılan camlar, büyük hasar gören arabalar eski hallerine dönmeyi bekliyor.

Pencereden baktığımda her odada farklı bir görüntü var. Fırtınada yerlerinden çıkan televizyon kabloları damdan aşağı sarkmış, bir sağ bir sol sallanıyorlar. Hangi kablonun hangi daireye ait olduğunu bilemediğim için dokunamıyorum. Diğer odalardaki manzara ise şöyle; üst katlardaki klimaların kalın plastik hortumları bağlantılarının bir ucundan özgürlüğe kavuşup rüzgârın yönüne göre camın önünde dans ediyorlar.

Modern Sanat Müzesinde ‘happening’ yaşıyoruz sanki.

Herkese geçmiş olsun.