Referanslarımızı kaybetmeyelim

Resmi tarihle ‘hesaplaşmanın’ artık ‘demokratikleştiğini’ söylemiştik, “Artık herkes ezber bozuyor” diyerek. Haliyle ‘hesaplaşılırken’ el yükseltiliyor, seviye de gittikçe düşüyor. Düştüğü yer de toplumsal sorunlara davetiye çıkarmaya çok yatkın aslında.

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
5 Nisan 2017 Çarşamba

 

Resmi tarihle ‘hesaplaşmanın’ artık ‘demokratikleştiğini’ söylemiştik, “Artık herkes ezber bozuyor” diyerek. Haliyle ‘hesaplaşılırken’ el yükseltiliyor, seviye de gittikçe düşüyor. Düştüğü yer de toplumsal sorunlara davetiye çıkarmaya çok yatkın aslında.

Eğitimin kalitesinin giderek düşmesi ve cahil cesaretinin prim yapan bir ‘değer’ haline gelmesi, uydurduklarına, hayal ettiklerine inanan bir ‘güruh’ yarattı. Güruh, çünkü ortak değerleri parçalayıp yerine de yenisini koymak amacı da gütmeyen, gütse de becerebilecek kapasiteden yoksun, sadece yıkıcı bir grup söz konusu. Birbirlerinin uydurduklarından cesaret alarak her seferinde bir adım ileri gidiyorlar, hayal ettiklerinin tarihte yaşandığına inanmakla kalmayıp halkın önünde beyan etmeye de cesaret edebiliyorlar.

Cumhuriyet sayesinde belediye başkanı olmayı başarabilmiş biri, Cumhuriyet’i 1923’te yapılan bir darbe olarak tanımladı geçtiğimiz günlerde. Bir başkası da çıkıp “Çanakkale’yi sadece bir ulusun Kurtuluş Savaşı gibi göstererek ümmet şuurunu yok etmeye çalıştılar” buyurdu. Öyle bir hayal dünyası ki bu, Osmanlı sapasağlam ayaktaymış da Cumhuriyet’in kurucu önderleri bir hakkı gasp etmiş gibi ‘düşünüyor’, bir milletin tekrar ayağa kalktığı yere ‘komplo’ gözüyle bakıyor. Sormak gerek oysa, Maraş neden Kahraman, Urfa neden Şanlı, Antep neden Gazi diye. Zat-ı hazretlerinin dev çınarının hal-i pür melalini anlamak için çok uzaklara gitmeye gerek yok, beğenmedikleri Lozan’dan önceki Sevr’e bakmaları yeterli olacaktır. Darbe yapıldığını iddia ettiği Osmanlı o vakitte çoktan pratikte ‘ölmüştü’, Cumhuriyet’in kurucuları İstanbul’u Vahdettin’den değil, işgal ordularından almışlardı. İzmir Marşı’nın sözlerine baksalar, yaşananları çok daha iyi anlarlar, isterlerse.

Öte yandan tarihe bu açıdan baktığınızda Osmanlı’nın da Selçuklu’ya darbe yaptığını iddia edebilirsiniz pekala, darbe iddiası bu kadar kolay olduktan sonra. E bu sefer de biri kalkıp İstanbul’un fethine Konstantinapolis’in işgali der, bir bakmışsınız siz Sultan özlerken bir Paleologos televizyonlara çıkıp dedesinin servetini anlatıyor, tapulu topraklarını istiyor. Olamaz mı? Olabilir!

Cumhuriyet’e ve kazanımlarına saldırmak artık vaka-i adiyeden olmasına rağmen insanı irkilten bir şey var 1923’e darbe denmesinde: Toplumun farklı kesimlerinden insanlarımızın kesiştiği ortak referanslarımızın tehdit altında olması. Darbe diye anladığı mesele, bugün bu ülkede yaşayan herkesin paylaştığı bir referans noktasıdır ve bizi farklılıklarımızla bir arada tutan temel değerdir: Maraş’ı Kahraman, Urfa’yı Şanlı, Antep’i de Gazi yapan değer işte budur.  Kuruluş değerlerine saldırmanın doğal sonucu, bu değerlerin aşınması, bir arada tutan bağların zayıflamasıdır.

Bir yandan Cumhuriyet’i bir yandan Çanakkale’yi saldırgan göstermek, bunları İslam’a karşı olarak sunmak, kuruluş değerlerimize sövülüp referans değerlerimizin kaybolması riskinin yanında tarihin akışından, dünyanın gidişatından kopmak, ayrı bir yere düşmek demektir: Bugün iki farklı kampın din üzerinden çatıştığı bir dünyada yaşamıyoruz. 1923’ün en önemli başarısı da, dönemi ve gidişatı doğru okuyup gelecek için en doğru yatırımı yapmasıydı bir bakıma: Medeniyet bir taneydi, Türkler de bu medeniyetin bir parçası, insanlık ailesinin değerli fertleri olacaklardı. İşte Cumhuriyet devrimlerinin temel motivasyonu budur, savaş yorgunu yoksul bir milletin tekrar ayağa kalkmasını sağlayan da bu motivasyondur. Bu motivasyona, ortak referanslarımıza öyle veya böyle bir şekilde zarar vermek, aynı dili konuşmamızın önüne set çeker. Aynı dili konuşamayan insanların da o öyle büyük şehirlerdeki devasa panolara verilen reklamlardaki gibi tek devlet, tek millet olması zorlaşır: Bizi birlikte tutan reklamlar, seçim sloganları değil, bugün tehdit altında olan değerlerimizdir.

Ortak dile verilen zararın aramızdaki iletişimi nasıl zedeleyebileceğini yakın zamanda hep beraber gördük. 15 Temmuz ve sonrasındaki birkaç gün gündemde olan yorumlardan biri de, olanların gerçek mi yoksa tiyatro mu olduğu konulu tartışmaydı. On yıldan fazladır her yerde darbe şüphesi gösterilen, televizyonlardan darbe haberleri izleyen halkın bir bölümü, üzerlerinden jetler geçmesine, iki yüzden fazla insan ölmesine rağmen, bizzat deneyimledikleri olayın gerçekliğini sorgulamıştı. Bu konuda o insanların şüpheciliğini sorgulamak kötü niyetli bir tutum olur, çünkü yıllarca her şeye darbe denilmesi, futbol yorumcularının bile maçlarda hakem darbesi bulacak kadar darbe kelimesinin içinin boşaltılması, toplumu adım adım bu noktaya getirmişti. Başka bir deyişle, kavramların içlerinin boşaltılması, herkesin kavramı kendi kafasına göre kullanması, insanların gerçek hayatlarında karşılarına çıkan olguyu farklı şekillerde tanımlamalarına neden olmuştu. Her şeye darbe demenin getirdiği sonuçlardan biri bu kadar travmatikken, ortak değerlerimize de darbe demek, ateşe benzin dökmekten başka bir şey değildir.

Önemli olan son yıllarda yapılan kimi kasti, kimi ortamın coşkusuna kapılarak yapılan bu hataların önüne geçmek. Cumhuriyet’e saldırmakla kimsenin kazanacağı bir şey yok, ama hepimizin kaybedeceği çok şey var!