Web´den Seçmeler

İsrail Yahudi devletidir. İlelebet de bu bölgede bu topraklarda yaşayacaktır. İbrahim Anlaşması’nda yazıldığı gibi bilim, turizm, inovasyon, çevre, eğitim, tarım, su sektörlerinde çok önemli meyveler verirse, bu bölgenin diğer sıkıntı içinde bulunan Sünni, Şii olsun toplumlarda inanılmaz bir haset veya bir aynı şeyi isteme talebi doğuracak. Sırada Lübnan, Irak, Suriye, Filistin, Gazze var. Bunlara bir örnek teşkil edecek. İvo Molinas (Ceyda Karan röportajı) www.tr.sputniknews.com

Diğer
23 Eylül 2020 Çarşamba
  • ORTADOĞU’NUN ÖNDE GELEN MÜSLÜMAN ÜLKELERİ, OSMANLI’NIN KÖTÜ ANILARINDAN BAŞKA SUNACAK MALI OLMAYAN, BUNA KARŞILIK İHVAN VE DİĞER DEVLET-DIŞI ÖRGÜTLERLE “ARAP DÜNYASI”NI ŞEKİLLENDİRMEYE ÇALIŞAN AKP TÜRKİYESİ’NİN YERİNE, İLERİ TEKNOLOJİ VE SİLAH, TIBBİ MALZEME VE YARDIM ALABİLECEKLERİ, ABD GÖZÜNDE KREDİ ALMAYI KOLAYLAŞTIRABİLECEK, İRAN KARŞISINDA CAYDIRICI GÜÇ OLABİLECEK İSRAİL’İ TERCİH ETTİLER

Hafta başında Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn, Washington’da İsrail ile “normalleşme anlaşmaları” imzaladılar. AKP rejimi bu normalleşme anlaşmalarını herkesten daha sert bir dille mahkûm ederken, bölgedeki tek “dostu” Katar’ın bir üst düzey yetkilisi, aynı günlerde Washington’da o ABD Dışişleri Bakanı Pompeo ile “stratejik diyalog” geliştirmekle meşguldü. Katar temsilcisi, “normalleşme” anlaşmalarını eleştirmedi, “Hele bir bakalım” gibisinden bir şeyler geveledi. Arap Birliği Örgütü’nün “zoom toplantısında”, dönemsel başkanlığını yapan Filistin yönetiminin bu “normalleşmeyi” mahkûm eden bir karar taslağı reddedildi. Daha önce Netanyahu’yu misafir eden Oman Emiri normalleşmeyi desteklediğini açıkladı.

Böylece, İsrail ile ilişkileri “normalleştiren” ülke sayısı, Mısır ve Ürdün’e BAE ile Bahreyn’in eklenmesiyle dörde çıkıyordu. Haaretz’e göre, Mossad Başkanı Yossi Cohen, sırada Oman, Fas, Sudan olduğunu düşünüyor.

Gerçekteyse büyük bir olasılıkla sırada, zaten uzun süredir masa altından diplomasi ve istihbarat alanlarında işbirliği yapan Suudi Arabistan var. Suudi Arabistan Bahreyn, BAE ile İsrail arasındaki uçak seferlerine hava sahasını açtı. Cuma günü Mekke imamı, vaazında “normalleşmeyi” eleştirmek yerine, “Peygamberin Yahudi komşularına ne kadar iyi davrandığını anlatmayı” seçmişti. Kimi yorumculara göre bu vaaz, İsrail’in bölgeye yabancı bir unsur değil tarihinin bir parçası olduğunu kabul eden bir söylemin şekillenmeye başladığını düşündürüyordu.

Ortadoğu’nun önde gelen Müslüman ülkeleri, Osmanlı’nın kötü anılarından başka sunacak malı olmayan, buna karşılık İhvan ve diğer devlet-dışı örgütlerle “Arap dünyası”nı şekillendirmeye çalışan AKP Türkiyesi’nin yerine, ileri teknoloji ve silah, tıbbi malzeme ve yardım alabilecekleri, ABD gözünde kredi almayı kolaylaştırabilecek, İran karşısında caydırıcı güç olabilecek İsrail’i tercih ettiler. Bu katara yakında Katar da katılır.

Ergin Yıldızoğlu

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/rejim-ulkeyi-cikmaza-surukledi-1766573

 

  • THY İSRAİL’E GÜNDE 14 SEFER YAPARKEN FAS’I KINAMAK... BU DA AYNI ŞEKİLDE GARİP KAÇTI

Bahreyn’in İsrail ile ilişki kurması bizim Dışişleri Bakanlığı tarafından protesto edildi. Emekli Büyükelçi Namık Tan:

“İsrail ile ilişkisi bulunan bir ülkenin, İsrail ile ilişki kurdu diye başka bir ülkeyi kınamasını komik buldum” diyor.

Derken, bizim Dışişleri Bakanlığı Fas’ın İsrail’e sivil uçuşlar için izin vermesini bir açıklamayla kınadı.

THY İsrail’e günde 14 sefer yaparken Fas’ı kınamak... Bu da aynı şekilde garip kaçtı.

Melih Aşık

https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/melih-asik/tarikat-kulturu-6308273

 

  • TÜRKİYE’NİN BALKANLAR’DA EN ÇOK YARDIM YAPTIĞI,EN DOSTANE İLİŞKİLER KURDUĞU İKİ ÜLKE...İSRAİL’İ TANIMA KARARI ALDI

Dünyada ne ilginç şeyler oluyor...

Birleşik Arap Emirlikleri’nden sonra Bahreyn de İsrail’le diplomatik ilişkiler kurdu...

Yani...

Yanisi şu...

Türkiye’nin yıllarca önce yaptığı, bugün de yapmaya devam ettiği şeyi yapıyorlar...

Demek ki dış politikamızda serinkanlı bir akıl varmış...

Sırbistan ve Kosova...

Türkiye’nin Balkanlar’da en çok yardım yaptığı,en dostane ilişkiler kurduğu iki ülke...İsrail’i tanıma kararı aldı.

Orada da bir adım öteye gitti... Büyükelçiliklerini Kudüs’e taşıma kararı aldılar.

Yani şu sıralar bizim en çok karşı olduğumuz şeyi yaptılar...

Demek ki dış politikada dostluk başka, menfaatler başka şeymiş...

Ertuğrul Özkök

https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ertugrul-ozkok/firtinayi-sevenler-de-bazen-sakin-limanlara-siginmali-41611454

 

  • İSRAİL İHTİYACI OLAN BARIŞI KÖRFEZ’İN TUZU KURU ÜLKELERİYLE İLİŞKİLENDİREREK KENDİ GERÇEKLİĞİNDEN DE UZAKLAŞIYOR

İsrail’le anlaşma, BAE ve Bahreyn açısından İran eksenine karşı ortaklığın resmileştirilmesi sayılır.

Mısır ve Ürdün gibi sınırdaş olmadıkları için Bahreyn ve BAE, İsrail’le hızla ilerleme sağlayabilir. Ortaklığın güvenlik ve istihbarat ayağındaki derinleşme İran’la gerilimleri tırmandırabilir. İranlılar oluşacak güvenlik boşluklarına daha agresif yanıtlar verebilir. Bu kritik süreçte Trump medya haberlerine atfen İran’ın bir Amerikan elçisine suikast düzenleyeceğini öne sürüp saldırıya 1000 kat misliyle yanıt vermekten bahsetti. İran’ın hedefe konulması çok işlevsel. Müttefikler üzerinde tahakkümü kolaylaştırıyor. Amerikan kamuoyunu maniple ediyor. ABD belki İran’la ilişkileri normalleştirmeyi deneseydi bölgede daha büyük bir barışı satın alabilirdi. Ama bu silah baronlarını çok üzer.

Özetle atılan imzaların özlenen barışı getireceği sözü basit bir serap. En yalın ifadeyle barış savaşan ya da teknik anlamda savaşta olan taraflar arasında olur. Filistinliler ve İsrailliler arasında; İsrail ile Suriye arasında; İsrail ile Lübnan arasında. Geçmişte Mısır’la veya Ürdün’le olduğu gibi. Güya İsrail, Arapları razı etmek için Batı Şeria’yı ilhak planını dondurmuş. Büyük lütuf! Ne zamana kadar? Times of Israel’e göre Trump 2024’e kadar ilhakı tanımayacağını söylemiş. Ya seçilemezse? Seçilse de 2024’e kadar ne olacak? Filistin devleti mi kurulacak? Suya yazılmış taahhütler bunlar. Arap tarafına giden çek karşılıksız. Aksine Arap sokağındaki dikenlerin kalkması İsrail’i daha da cesaretlendirecektir!

İsrail ihtiyacı olan barışı Körfez’in tuzu kuru ülkeleriyle ilişkilendirerek kendi gerçekliğinden de uzaklaşıyor. Arap ülkelerinin tamamı ikna edilse Filistinliler davalarını yitirmiş mi sayılacak? “Hepiniz Araplara satıldınız, artık dağılabilirsiniz” mi denilecek? Bütün Arap ülkeleriyle ilişkiler normalleşse bile Filistinlilerin gasp edilmiş toprakları ve haklarına dair anlamlı ve sürdürülebilir bir çözüm üretilmediği sürece barışa dair sözler anlamsız. Bu anlaşmalar sandıkları gibi İsrail’in güvenliğini temin etmeyecek. Gerçeğin tam orta yerinde yaşayan Yahudiler de bunun barışla, güvenlikle ilgisinin olmadığının farkında. Kökleri derin sorunlar ve yakıcı gerçekler siyasi şarlatanlık kaldırmıyor. Orta Doğu’nun bir anı bile bunu anlatmaya yeter.

Fehim Taştekin

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/09/17/arap-colunde-baris-illuzyonu/

 

  • VELHASIL GELİŞMELER GÖSTERİYOR Kİ KÜRESEL İNTERNET ÇAĞINDA DIŞ POLİTİKAYI ARTIK SALT "KUVVET", "SİLAH", "ORDU" ÜÇGENİYLE YÜRÜTEMEZSİNİZ

Anlaşmalara sert tepki gösteren ülkelerden biri olan Türkiye için bir parantez açarsak... Türkiye Dışişleri ağustosta uzlaşma deklare edilir edilmez çıkmaz şu açıklamayı yaparak imzadan caydırmaya çalışmıştı: "Kendi dar çıkarları uğruna Filistin davasına ihanet ederken, bunu adeta Filistin için yapılan bir özveri gibi takdim etmeye çalışan BAE'nin bu riyakar davranışını tarih de, bölge halklarının vicdanı da unutmayacak ve asla affetmeyecektir." (mfa.gov.tr/14.08.2020) Ancak uluslararası ilişkilerde bir aktörün yaptığıyla söyledikleri birbirini tutmaz ise diplomaside ciddiye alınmaz. Ki imzalar atıldıktan sonra 16 Eylül itibariyle bu yazı yazılırken de resmi açıklama yapılmamıştı.

Bu minvalde İsrail kurulurken ilk tanıyanlara bakmalı. SSCB 17 Mayıs 1948'de yani üç gün sonra tanıyor. Polonya 18 Mayıs'ta,  Çek Cumhuriyeti 18 Mayıs'ta, Nikaragua 18 Mayıs'ta, Uruguay 19 Mayıs'ta, Guatemala 19 Mayıs'ta, Macaristan 1 Haziran'da, Romanya 12 Haziran'da, Panama 19 Haziran'da, Kosta Rika 19 Haziran'da, Venezuela 27 Haziran'da tanıyor. Fransa 24 Ocak 1949'da, ABD fiilen 14 Mayıs 1948'de hukuken 31 Ocak 1949'da, İngiltere 28 Nisan 1950'de tanımış. Oysa Türkiye, İsrail'i ilk tanıyan Müslüman ülke. Türkiye İsrail'i fiilen 28 Mart 1949'da hukuken 12 Mart 1950'de tanımış. İslam ülkelerinden Mısır Mart 1979'da, Ürdün Ekim 1994'te, Moritanya Ekim 1999'da tanımış.

Mavi Marmara baskını ve "One Minute" çıkışı sonrası da diplomatik temsilcilikler kapatılmadı, ticaret sürdü. "Ticaret Bakanlığı verilerine göre, Türkiye'nin 2013'ten bu yana 5-6 milyar dolar bandında seyreden İsrail ile dış ticaret hacmi, 4 milyar 464 milyon doları ihracat, 1 milyar 601 milyon doları ithalat olmak üzere geçen yıl 6 milyar 65 milyon dolar düzeyinde gerçekleşti." (AA/29.05.2020) Şimdi bunlara bakınca Ankara'nın açıklamaları, feveranları dikkate alınır mı başkentlerde?  Velhasıl gelişmeler gösteriyor ki küresel internet çağında dış politikayı artık salt "kuvvet", "silah", "ordu" üçgeniyle yürütemezsiniz. "Ben istediğimle iş yaparım sen yapma" sözü tedavül kaldırmıyor. Ayasofya'nın statüsünü değiştirip cami yaptığında Mescid-i Aksa meselesinde, Kudüs meselesinde, yerine Hindu tapınağı inşaatına başlanan Babür Camii (Babri Masjid) vb konularda söz mühürleyemezsin.

Mehmet Ali Çelebi

https://artigercek.com/haberler/abraham-accords-ne-soyluyor

 

  • UMMAN İLE KARŞILIKLI ZİYARETLERLE BAŞLAYIP BUGÜN BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ VE BAHREYN’LE İMZALANAN KARŞILIKLI TANIMA VE NORMALLEŞME ANLAŞMALARIYLA DEVAM EDEN, ÖNÜMÜZDEKİ GÜNLERDE SUUDİ ARABİSTAN, FAS VE HATTA İSRAİL’İN KANLI BIÇAKLI HASMI KONUMUNDA OLAN SUDAN’A KADAR UZAMASI BEKLENEN İŞBİRLİĞİ HATTI İSRAİL’İN DEMİR KUBBE SAVUNMA SİSTEMİNE ATIFLA POLİTİKADA “DİPLOMATİK KUBBE” STRATEJİSİNE GEÇTİĞİNİ GÖSTERİYOR

Güvenlik tabanlı politikaların gündelik hayatın her anına sirayet ettiği İsrail’in uluslararası politik çerçevede milli güvenlik politikalarına destekçi toplamasının da çok büyük bir önemi bulunuyor. Askeri stratejilerde olduğu gibi diplomaside de David Ben Gurion’a kadar uzanan meşhur “Çevreleme Politikası”, İsrail dış politikasının ana manevra doktrinini oluşturuyor. Kurulduğu dönemde Türkiye, İran ve Etiyopya gibi Arap devletlerinin çevresinde bulunan güçlerle bu sahayı baskı altında tutmaya çalışan İsrail, yıllar içerisinde bölgede yaşanan değişimlerle Çevreleme Doktrinini, Filistin’in işgaline karşı kendisine muhalif olan bölge devletleri ve sınır tehdidi olarak gördüğü İran ve uzantılarına karşı uygulamaya çalıştı. Küresel manada ABD’nin Irak ve Suriye’deki askeri güçlerinin büyük bölümünü çekmesi, AB bütünleşmesinin sarsılmasından sonra AB üyesi devletlerin Orta Doğu’da bağımsız politikalar gütmesi, Rusya’nın Doğu Akdeniz’de askeri ve politik düzlemde etkisini artırması, Türkiye’nin doğu-batı koridorunda küresel bir enerji nakil merkezine dönüşmesi ve doğuda yükselen Çin’in ekonomik ve siyasi olarak Orta Doğu’ya kendisini hızla entegre etmesi gibi nedenler İsrail’in bölgedeki müttefik ihtiyacını artırırken aynı zamanda küresel ölçekte ABD’yi alternatifsiz olarak görmemesini sağlamıştır.

İsrail’in diplomasisinde eksen kayması tartışmalarına neden olan gelişmeler Arap Baharı ve İran’ın bölgedeki etkinliğinin artmasıyla başlayıp Trump Planı ile ivme kazanmış durumda. Arap Baharı ve hemen sonrasında yaşanan gelişmeler, bölgede İsrail’in lehine gerçekleşmedi. İsrail’in mevcudiyetini Batı ile bağlantıran akademisyen ve yazarlar tarafından “Batılı bir demokrasi” olarak nitelendirilen İsrail, kendi milli güvenlik stratejisi sebebiyle, Arap Baharının sonuçlarını demokrasi ile ilişkilendirmemiştir. Orta Doğu’daki bu etkinin Filistin’in işgaline devam ederken kendileri ile masaya oturmayacak yönetimleri ortaya çıkarması, İsrail’in bölgedeki diktatörler ile daha rahat anlaşabildiğini ispatlayan bir gelişme olmuştur. İsrail yönetiminde sınır güvenliği kaygılarının değişen küresel siyaset ile birlikte daha çok hissedildiği de aşikardır. Pek tabii bu kaygıların sonucu, mevcudu koruma yönünde hamleler değildir. Milli güvenlik tehdidi adı altında sınıflandırılan konuların bir meşruiyet aracı olarak kullanılmasıyla uygulanan bir işgal politikasıdır. Bu politika ise bölgedeki diğer tehditler bahane edilerek gölgelenmektedir.

İsrail, son on yılda Arap devletlerini bir bütün halinde görmektense, her farklı devletteki mevcut yönetimin ne pahasına olursa olsun ayakta kalması için destek verecek ve anlaşmaya müsait bir partner imajı çizmiştir. Orta Doğu’daki yönetimlerin şekli ve uygulamaları ne olursa olsun İsrail ile mevcut durumda asgari değişikliklerle kalıcı barış yapabilecek her aktör bir bölgesel partner statüsüne yükselmektedir. Umman ile karşılıklı ziyaretlerle başlayıp bugün Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’le imzalanan karşılıklı tanıma ve normalleşme anlaşmalarıyla devam eden, önümüzdeki günlerde Suudi Arabistan, Fas ve hatta İsrail’in kanlı bıçaklı hasmı konumunda olan Sudan’a kadar uzaması beklenen işbirliği hattı İsrail’in demir kubbe savunma sistemine atıfla politikada “diplomatik kubbe” stratejisine geçtiğini gösteriyor. Zikredilen devletlerin yöneticileri demokratik(!) İsrail tarafından kolayca anlaşılabilecek partnerler konuma gelmiş ve rejimlerinin güvenliklerini İsrail-ABD ekseninde yürütülecek politikalara teslim etmişlerdir.

Selim Han Yeniacun

https://www.aa.com.tr/tr/analiz/israil-in-orta-dogu-ya-entegrasyon-hamleleri-ve-degisen-milli-guvenlik-algisi/1976321

Podcast :

https://www.aa.com.tr/tr/podcast/israil-in-orta-dogu-ya-entegrasyon-hamleleri-ve-degisen-milli-guvenlik-algisi/1977026

 

  • İSRAİL İLE KÖRFEZ ÜLKELERİNİN AYNI KULVARDA YER ALMAK İSTEDİKLERİNİ ANLIYOR HATTA BUNU AÇIK AÇIK İLAN ETTİKLERİNİ GÖRÜYORUZ

Böylesi bir tören her gün olmuyor. İsrail Mısır ile 1979'da, Ürdün ile ise 1994'de, tam 26 sene önce barış anlaşması imzalamıştı. Bu nedenle BAE'nin kalın duvarda bir yol açtığını söylemeliyiz. Körfez ülkeleri ile İsrail'in hali hazırda yaklaşık 20 senedir devam eden ilişkileri vardı. Ancak BAE ve hemen ardından Bahreyn yaptıkları anlaşmayla bu ilişkiyi artık gizli saklı olmaktan çıkarıp daha görünür hale getirmeye karar verdiler.

Bu adım ile bu iki Körfez ülkesi, hem İsrail ile ilişkilerini bir çok alanda geliştirmek istediklerini, hem ulusal çıkarlarını şimdiye kadar dokunulmaz kabul edilen Filistin meselesi gibi konuların üstünde tuttuklarını gösterdiler. Ama daha da önemlisi, şimdiye kadar sürdüğü gibi gidebilecek bir işbirliğini görünür kıldılar, ele güne karşı bu ilişkiyi kabullendiklerini gösterdiler.

Bu kabullenmenin sebebi her iki tarafın işbirliği alanlarını genişletme isteğinden çok, tehdit algılarının benzemesinde yatıyor. Burada da hedefimize İran oturuyor. BAE açık açık bu ittifakı İran tehdidine karşı kurduğunu söylemeyip başka öncelikler öne sürse de, bu kararıyla İran'ın sinir uçlarına değdiği malum. Bu gelişmenin 1949 yılında İsrail devletini kendisi tanımış olmasına rağmen Ankara'nın da hoşuna gitmediği dışişleri bakanlığının kınama mesajlarından açıkça görülüyor.

Böylesi bir tablo, BAE'nin bir çok konuda ayrı düştüğü İran ve Türkiye'yi bölgenin önemli bir gücü olan İsrail ile dengelemek istediğini gösteriyor. Doğu Akdeniz'den Libya'ya bir çok gerilim noktasında gördüğümüz bloklaşmanın ise daha da sağlamlaştığı anlaşılıyor. İsrail ile Körfez ülkelerinin aynı kulvarda yer almak istediklerini anlıyor hatta bunu açık açık ilan ettiklerini görüyoruz.

Bu dengeleme ihtiyacının merkezinde, ABD'nin son iki başkanının Orta Doğu politikalarındaki değişim bulunuyor. Hem Obama hem de Trump bir çok kez Orta Doğu'dan Asya Pasifik'e kaymak istediklerini dile getirdiler. Bu durum Körfez ülkelerini bir hayli endişelendiriyor. Obama döneminde yerleşen güvensizlik, Trump dönemindeki Aramco'ya yönelik saldırı gibi büyük olaylarla pekişti. Bu nedenle, ABD seçimleri Orta Doğu için de çok önemli.

Karel Valansi

https://t24.com.tr/yazarlar/karel-valansi/yeni-bir-orta-dogu-nun-safaginda,28041

 

  • “İSRAİL YAHUDİ DEVLETİDİR. İLELEBET DE BU BÖLGEDE BU TOPRAKLARDA YAŞAYACAKTIR. İBRAHİM ANLAŞMASI’NDA YAZILDIĞI GİBİ BİLİM, TURİZM, İNOVASYON, ÇEVRE, EĞİTİM, TARIM, SU SEKTÖRLERİNDE ÇOK ÖNEMLİ MEYVELER VERİRSE, BU BÖLGENİN DİĞER SIKINTI İÇİNDE BULUNAN SÜNNİ, Şİİ OLSUN TOPLUMLARDA İNANILMAZ BİR HASET VEYA BİR AYNI ŞEYİ İSTEME TALEBİ DOĞURACAK”

“İsrail Yahudi devletidir. İlelebet de bu bölgede bu topraklarda yaşayacaktır. İbrahim Anlaşması’nda yazıldığı gibi bilim, turizm, inovasyon, çevre, eğitim, tarım, su sektörlerinde çok önemli meyveler verirse, bu bölgenin diğer sıkıntı içinde bulunan Sünni, Şii olsun toplumlarda inanılmaz bir haset veya bir aynı şeyi isteme talebi doğuracak. Sırada Lübnan, Irak, Suriye, Filistin, Gazze var. Bunlara bir örnek teşkil edecek. Ürdün ve Mısır da barış yaptılar ama gerçek bir barış yaptı ama gerçek bir barış değil. Sadece askeri anlamda saldırmazlık paktı diyebileceğimiz bir anlaşma. Bugün İsrail de Mısır da ne turistik ne ekonomik ne de yatırım anlamında işbirliği var. Sadece saldırmazlık anlaşması var. Birbirlerini tahrik etmeyecek politika güdüyorlar askeri anlamda. Ürdün’le de öyle. İnsanları refaha kavuşturan barış değil sadece, ekonomik anlamda da iki ülkenin güçlerinin parametrelerinin birbirine entegre olması. Bunu başarırlarsa bölge ülkelerine iyi örnek teşkil edecek. Tek bir domino etkisiyle İran hariç, belki o da olabilir, bu tür barışa yönelik fırsatları değerlendirme yoluna girecekler. ‘Bunun sonu yok, biz yaşadık, öleceğiz, torunlarımız hala savaş görecek’ diye düşünüyor halklar da. Teknolojiyle iletişim kanallarıyla dünyanın nasıl yaşadığını görüyorlar. Bir de kendilerinin nasıl yaşadığını görüyorlar. En azından masaya oturmaya başlamak lazım. Vizyoner lider yok toplumlarda. İsrail’de de yok ama Araplarda hiç yok.”

(...) “1.5 ile 2 milyon Arap vatandaşıdır ve eşit haklardadır. Sağlık ve eğitim bir İsrail Musevi’nin neden yararlanıyorsa onlar da aynı şekilde yararlanıyorlar. Yıllar önce yapılan bir kamu araştırmasında ‘Filistin devleti kurulsa, Filistin’e mi gitmek istersiniz, İsrail’de mi kalmak istersiniz?’ diye sormuşlar. Yüzde 65 İsrail’de kalmak istiyorum demiş, 1.5-2 milyondan bahsediyoruz. Her şey toz pembe değil. İsrail’in bir şekilde onlara devlet anlamında biraz ötekileştirme, ayrıştırıcılık muameleleri yapıyor olabilir. Keşke olmasa daha iyi. 1.5-2 milyon nedensiz değil, eşit İsrail vatandaşıdır bugün. Bugün İslam dünyasının çoğu bunun farkında değil. Bunun bilincinde olarak konuşmuyorlar ve çok şaşırıyorlar bunu duyunca. Ama o da politika yapıyor ortak liste dediğimiz Arap vatandaşlarını temsilen 13 üyesi var. Ötekileştirme yapıyor dedikleri kişiler neredeyse parlamentonun yüzde 9’u rahatlıkla konuşabiliyor. Toz pembe değil ama o da politikasını yapıyor. 1.5 milyon vatandaş İsrail vatandaşıyla eşit haklardan yararlanmakta. İleride olması gereken şahsen çok isteyebileceğim bir proje olur. Gerçek barışın ancak bu tür yeni yatırımlarla ve toplumların devletlerin fon arttırıcı yeni yatırımlarla olacağını inanıyorum.”

İvo Molinas (Ceyda Karan röportajı)

https://tr.sputniknews.com/ceyda_karan_eksen/202009171042875828-ibrahimabraham-anlasmasi-misir-ve-urdun-ile-saldirmazlik-anlasmasindan-farkli-halklari-baristirma/

 

  • “TARİHİN ASLA AFFETMEYECEĞİNİ” İLERİ SÜREN TÜRK DEVLETİNİN BÖYLE BİR ARKA PLANA SAHİP OLMASINA RAĞMEN ABD’NİN ÖNCÜLÜK ETTİĞİ İSRAİL İLE BAE VE BAHREYN ARASINDAKİ YAPILAN ANLAŞMAYA İLİŞKİN TEPKİSİNİ FİLİSTİN’İN YANINDA OLMANIN ÖTESİNDE SEBEPLERDE ARAMAK DAHA ANLAMLIDIR

Türkiye -İsrail ilişkileri Türkiye’nin, Fantom uçaklarının modernizasyonuyla başlayan ilişki boyutlanarak sürecekti. Gelebilecek tepkilerden çekinilmesinden dolayı önce gizlenen fakat Türkiye kamuoyunun varlığını İsrail radyosundan öğrendiği 23 Şubat 1996 tarihli ‘askeri eğitim ve iş birliği anlaşması’ imzalanmıştı. ABD’nin tam destek verdiği bu anlaşmaya Suriye ve İran sert tepki gösterecekti. 28 Haziran 1996 ‘da Kurulan Refahyol hükümeti sürecinde de Başbakan Erbakan rahatsız olmasına rağmen önüne getirilen anlaşmaları imzalıyordu. Erbakan’ın gelişmelerin dışında tutulması bu ilişkilerin hükümet değil bir devlet politikası olduğunun ispatıydı. Bir hükümetin varlığına rağmen uluslararası diplomasi askerlerin nezaretinde askerler veya cumhurbaşkanı tarafından yürütülüyordu. ABD-İsrail-Türkiye arasında Kasım ayında tatbikat yapma kararı alınıyor. Arap Birliği’nin, Suriye’nin ve İran’ın bu kararı sert eleştirmeleri karşısında bu ülkeleri ikna etmek için Genelkurmay Başkanı Karadayı Kahire’ye gidiyor. Mısır Devlet Başkanı Mübarek Türkiye’ye geliyor. Bu tatbikatın Ortadoğu’da yarattığı tepki 8 yıl birbiriyle savaşan İran Irak arasındaki havayı yumuşatmış, Suriye ile Irak’ı yakınlaştırmıştı. Yükselen tepkiler sonucu tatbikat ertelenecekti. Türkiye’nin Milli Güvenlik Kurulu (MGK), tarafından yönetildiği bir süreç işliyordu adeta. Böylece diplomaside asker ağırlıklı oluyordu (Aykol,1998: 119-133). 

Yirmi sekiz Şubat askeri darbesiyle Refahyol koalisyon hükümetinin dağılması sonucu Türkiye yeniden bir seçime gitti. Kurulan DSP-ANAP-MHP üçlü koalisyon hükümeti süresince de İsrail’le olan diplomatik ilişkiler devam ettirildi. O günlerde yoğun tepkiler sonucu iptal edilen tatbikat yine, Refah Partisinden ayrılıp 3 Kasım 2002 seçimlerinde tek başına hükümet kurabilen AKP iktidarınca 2008 yılında, “ABD ve İsrail'in Akdeniz'de Fransa yahut İspanya ile kapışması söz konusu olamayacağına göre, bunların Akdeniz'deki mevcut ve potansiyel düşman hedefleri illa ki İslam ülkeleridir” (Albayrak,2008) eleştirilerine rağmen gerçekleşti. 

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) tüm bu gelişmeler karşısında Filistin davasını sahiplenmek adına beşinci kez yine olağanüstü toplanmış “İsrail ürünlerini boykot kararı” alırken ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağını açıklamasının ardından yine olağanüstü toplantı yapan İİT, Trump’ın bu kararına karşı “Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak tanıyacağı” açıklamalarıyla yetindi. Bu son kararın pratik bir karşılığı olmadığı gibi alınan “boykot” kararının da bir karşılığı olmadı. Aksine, İsrail ile olan ticari ilişkilerinin arttığı görüldü. 

“Tarihin asla affetmeyeceğini” ileri süren Türk devletinin böyle bir arka plana sahip olmasına rağmen ABD’nin öncülük ettiği İsrail ile BAE ve Bahreyn arasındaki yapılan anlaşmaya ilişkin tepkisini Filistin’in yanında olmanın ötesinde sebeplerde aramak daha anlamlıdır. BAE’nin Ortadoğu politikasında Suudi Arabistan’la birlikte Mısır’ın yanında yer alması Türkiye’nin bölgeye yönelik, özelliklede Libya’ya ilişkin hesaplarının çıkmaza girmesinde etkili olmuştur. Türkiye’ye tek çare olarak iç kamuoyuna yönelik hamasetle Filistinsever gözükmekten başka yapacak bir şey kalmıyor.

Kazım Karaca

https://artigercek.com/haberler/ortadogu-da-baris-soylencesi-ve-gerceklik

 

  • GÜNÜMÜZ İSRAİL’İNDE GÖRÜLEN TOPLUMSAL UZLAŞI YOKLUĞU İSE TEMELDE MİLLİ KİMLİĞİN İÇERİĞİNİN DEĞİŞİKLİK GÖSTERMESİNDEN KAYNAKLANIYOR. ORTAK DEĞER SETLERİ TARİHSEL SÜRECİN KÜLTÜREL MİRASINI YANSITIRKEN; DAR ÇIKAR ALANLARI VE KISITLANMIŞ SOSYALLEŞME MEKANLARI TOPLUM DEDİĞİMİZ GERÇEKLİĞİN OLUŞMASINI ENGELLİYOR. İSRAİL’DE SİYASETİN BUGÜN ÇATIŞMALI OLMASININ NEDENLERİNDEN BİRİ DE BU OLSA GEREKTİR

İsrail’in kurucu siyasi elitleri 1948 yılında yönettikleri küçük ölçekli siyasi birim olan Yişuv’un egemen bir devlet olan İsrail olarak kuruluşunu ilan etmişlerdi. Yeni kurulan bu devlete gelen Yahudiler için hayatlarını idame ettirmek temel meseleydi. Kolektif çiftliklerde iş bölümüne dayalı istihdam stratejileriyle başarılı bir örnek ortaya koyan bu kurucu nesil, pratik çözümleri ve ideolojik kavramları birlikte harmanlama yoluna gitti. Bu durum yeni gelen göçmenlerin siyaseten kitlesel olarak radikalleşmelerini engelledi. Sağ veya sol uç siyasi akımlar İsrail’de kitleselleşemedi. Bunun istihdam stratejileriyle olduğu kadar yoğun endoktrinasyon çalışmalarıyla da sınırlandırıldığı söylenebilir. Fakat bu olumlu işleyişin arkasında sürekli beslenenin ise İsrail solunda oligarşik eğilimlerin kurumsallaşması ve kontrolden çıkmasının olduğu eklenmelidir. 1970’lerin sonlarına kadar hâkim siyasi pozisyonunu sürdüren demokratik sosyalist partiler monopolleşme eğilimlerinin beslediği oligarşik siyasi kültürün kapsayıcı niteliğinin zayıflamasıyla sandıkta yenilgiye uğratıldılar. O zamandan bugüne değin İsrail’de sol partilerin anlamlı bir seçim başarısı ve iktidarı elde etme deneyimleri olmadı. Bu durum esasında İsrail’de solun krizini aşacak ölçüde birtakım toplumsal eğilimlerin kökleştiğini gösteriyor. İsrail gibi bireysel kimliğin dini ve etnik bileşenler tarafından beslendiği ve güçlendirildiği bir siyasal ortamda kozmopolit değerleri popülerleştirmek oldukça güç gözüküyor.

Yahudi siyasetinin düşünürleri ve aktivistleri milliyetçiliği anlamlı, tutarlı ve kapsayıcı bir siyasal bileşen olarak teorileştirmenin üzerinde durdular. Kimlik krizinin yönetilememesi vatandaşlığın inşa edilememesini, o da devletsizliği ve iç savaşı ortaya çıkarabilirdi. Bu nedenle sosyalist Yahudi siyasetinin bile milliyetçiliği pratik ve kurumsal siyasetlerinin esaslı bileşeni haline getirdiğini vurgulamak gerekiyor ve bu bir tarihsel gerçekliktir.

Günümüz İsrail’inde görülen toplumsal uzlaşı yokluğu ise temelde milli kimliğin içeriğinin değişiklik göstermesinden kaynaklanıyor. Ortak değer setleri tarihsel sürecin kültürel mirasını yansıtırken; dar çıkar alanları ve kısıtlanmış sosyalleşme mekanları toplum dediğimiz gerçekliğin oluşmasını engelliyor. İsrail’de siyasetin bugün çatışmalı olmasının nedenlerinden biri de bu olsa gerektir.

Küçük ölçekli bir ülke olan İsrail’de gördüğümüz toplumsal eğilimlerin bölge ülkelerinde oluşan yeni sosyal ve siyasal gerçeklikle karşılaştırılması açısından önem taşıdığı söylenebilir. Şöyle ki, İsrail’de aynı dili konuşan, aynı dini en azından kültürel ortaklık ve tarihsel birikim olarak kabul eden ve siyaseti ortak meşruiyet alanı olarak gören bir nüfustan bahsedebiliriz. Şüphe yok ki bu nüfusun içerisinde çeşitlilik gösteren alt gruplarının oluşumuna da rastlıyoruz. Çeşitliliğin jeo-kültürel ve jeo-politik etkilerin etrafında şekillendiğini düşünürsek, kimliğin içerik olarak uzlaşması zor ve biricikliğini öne çıkaran bir formasyonunun olduğunu eklemek gerekir. Kimlik eğer değerler, yaklaşımlar ve stiller konusunda farklılaşırsa öteki ile kuracağı ilişki uyumlaşmaya yönelik bir refleks taşıyacaktır. Kimlik buna karşıt olarak coğrafi farklılıkların ve etnik özlerin etrafında anlamlı bir bütünlük kazandıysa öteki ile uzlaşmaya değil hakimiyet kurmaya yönelecektir. İsrail’de görülen toplumsal fenomenleri de bu açıdan ele almak yerinde olabilir. Dini farklılıklar ve hayat tarzları arasındaki çatışmanın yoğun olduğu İsrail’de esasında bu ikinci seçenek öne çıkıyor gibi görünüyor.

İsrail özelinde görülen bu fenomenin küresel siyasal eğilimlerin seyrini göstermesi açısından önem taşıdığı söylenebilir. Küresel siyasette siyasileşmenin, sosyalleşmenin ve üretimin/kazancın eskisine nazaran daha muğlak ve şekilsiz olduğu da. Bu belirsiz durumu öngörülebilir kılamamanın getirdiği kriz hali siyaseti her yönüyle çevrelemiş durumda. Sol ve sağ siyasetin anlamını kaybettiği, gruplaşmanın eskisi kadar değer taşımadığı ve her an işini kaybetme durumunun hâkim olduğu yeni bir düzendeyiz. Bu yeni düzeni birey ve devlet açısından sürdürülebilir ve yaşanabilir kılmanın çıkışı ise siyasete, sosyalleşmeye ve üretmeye yükleyeceğimiz yeni anlamlarla mümkün olabilir. Siyasette yeni-cumhuriyetçilik, sosyalleşmede otonom ve dayanışmacı birey modeli ve ekonomide ise esneklik ve akışkanlık önerilebilecek yeni modeller olarak öne çıkıyor.

Gökhan Çınkara

https://www.aa.com.tr/tr/analiz/toplumsal-hareketliligin-yeni-duzeyini-anlamlandirmak/1977537

 

  • ABD TELKİNLERİ, İRAN KORKUSU VE HATTA TÜRKİYE ETKİSİNİN UYANDIRDIĞI RAHATSIZLIK BAZI KÖRFEZ MONARŞİLERİ İÇİN KUDÜS DAVASININ ÖNÜNE GEÇMİŞTİR

Sonuç olarak yıllardır inkâr edilmesine rağmen Körfez ülkeleri İsrail ile ilişkilerini tesis etme girişimlerinde bulunmuş ve gelinen noktada bunu resmileştirme sürecine girmiştir. ABD telkinleri, İran korkusu ve hatta Türkiye etkisinin uyandırdığı rahatsızlık bazı Körfez monarşileri için Kudüs davasının önüne geçmiştir. Önümüzdeki günlerde Umman’dan da benzer haberler gelmesi şaşırtıcı olmayacak. “Filistin’in arkasında durmaya devam edeceklerini” ifade eden Suudiler için ise, Bahreyn bir ‘deneme tahtası’ olacak ve Riyad burada yaşanacak gelişmelere göre hareket planını güncelleyecektir. İsrail yönetiminin Filistin konusunda göstermelik bir adımı dahi, Suudi Arabistan ile benzer bir normalleşme sürecine girilmesi için yeterli olacaktır.

Bu anlaşmalar, Körfez’de İsrail etkisinin artacağı bir süreci beraberinde getirecektir. Tarafların söylemlerinde sürekli olarak İran kaygısı dillendirilse de Türkiye’nin bölgedeki varlığından endişe duyduklarını ve bu ittifakla Ankara’yı sınırlandırma beklentisine girdiklerini görmek zor değil. Bölgedeki Türkiye karşıtı blok artık daha somut bir hale bürünüyor. Kurumsallaşan bu ittifak Ankara’yı ilerleyen dönemde daha radikal hamlelerle mücadele etmek zorunda bırakabilir.

Yusuf Bahadır Keskin

https://www.star.com.tr/acik-gorus/israil-normallesmesi-bahreyn-icin-neye-gebe-haber-1573690/

 

  • İSRAİL İLE BARIŞMAK İÇİN SIRAYA GİREN KÖRFEZ ÜLKELERİ İÇİN BELLİ Kİ İSRAİL ARTIK ‘DÜŞMAN’ DEĞİL, BUNA KARŞILIK HAYLİ ZAMANDIR İRAN’DAN KENDİLERİNE YÖNELİK TEHDİT GELDİĞİ GÖRÜŞÜNDEYDİLER, SON ZAMANLARDA İRAN’IN YANINA TÜRKİYE’Yİ DE YERLEŞTİRME GAYRETLERİ OLDUĞU FARK EDİLİYORDU

Hiç unutmadığım olaylardan biri, İsrail ile Türkiye arasında yenilenmiş askeri işbirliği anlaşması sonrasında Hüsnü Mübarek’in telaşla Ankara’ya yolladığı dönemin Mısır dışişleri bakanı Amru Musa’nın söyledikleridir.

Mısır büyükelçisinin davetiyle gittiğim konutunda, Amru Musa’dan Türkiye’nin İsrail ile yakınlaşmasının yanlışlığını hükümet yetkililerine aktardığını işitince şaşırmış, o şaşkınlıkla kendisine “Fakat sayın bakan, sizin ülkeniz de Enver Sedat’ın sonradan Nobel barış ödülü almasını da sağlayacak Camp David’te Menahem Begin ile buluşmasının ardından İsrail’le anlaşmadı mı?” sorusunu yöneltmiştim.

Amru Musa’nın cevabı şu olmuştu: “Hayır, ikisi aynı şey değil. Biz anlaşmayla İsrail’le savaşmaktan vazgeçtik, yoksa aramızda bir barış anlaşması yok; siz ise yalnız anlaşmış olmuyor, üstelik bir de askeri işbirliğine gidiyorsunuz.”

Dışişleri bakanının kendisini bilgilendirmesi üzerine Mübarek’in de ertesi gün Ankara’ya geldiğini hatırlıyorum.

Şimdi Arap ülkeleri teker teker İsrail’le barışıyorlar.

Yalnızca barışmakla da kalmıyor, iki ülke arasındaki ilişkileri kalıcı kılmak üzere çok yönlü işbirliği alanları oluşturuyorlar.

Neden acaba?

Önceki gün anlaşmayı görüşmek üzere toplanan BAE Meclis’inden çıkan karar bazı ipuçları sağlıyor. Meclis, Washington’da imzalanan anlaşmanın stratejik açıdan bölgeye güven ve istikrar getireceğine inanıyor. Ayrıca dünya barışı için de bunu tarihi bir adım olarak görüyor. Kültürel ve dinler arası yakınlaşmanın da yararı olacağı kanaatinde.

Kısa süre öncesine kadar, BAE dahil bölgedeki Arap ülkeleri İsrail’in varlığını güven ve istikrara tehdit olarak görmekteydi.

Değişen bir ‘tehdit algısı’ söz konusu.

İsrail ile barışmak için sıraya giren Körfez ülkeleri için belli ki İsrail artık ‘düşman’ değil, buna karşılık hayli zamandır İran’dan kendilerine yönelik tehdit geldiği görüşündeydiler, son zamanlarda İran’ın yanına Türkiye’yi de yerleştirme gayretleri olduğu fark ediliyordu.

Arap ülkelerinin tuttuğu bu yeni yolu beğenmeyen ve protesto eden yalnızca iki ülke çıktı: İran ve Türkiye…

[Yeni duruma kendini uyarlayan yalnızca Körfez’deki Arap ülkeleri değil; Sudan’ın da İsrail ile anlaşmak için sırada olduğu duyuluyor. Bir ara sınırları içerisindeki bir adayı askeri üs amacıyla kullanılmak üzere Türkiye’ye tahsis eden Sudan. Tahsisi yapan 1989’da bir askeri darbeyle işbaşına gelip 30 yıl ülkeyi yöneten devlet başkanı Ömer Beşir’in kendisi geçen yıl bir askeri darbeyle devrildi. Sudan’daki eksen kayması için öyle bir darbe gerekiyordu.]

BAE Meclisi’nin anlaşmayı ‘stratejik’ olarak değerlendirmesine dikkatinizi isterim.

Fehmi Koru

https://fehmikoru.com/dunya-ekseninden-oynuyor-halil-sezainin-saldirganligina-dair-mansetlerle-oyalaniyoruz/

 

  • DÜN YAŞANAN HADİSENİN DAVASI VE HALKIYLA FİLİSTİN'İN LEHİNE SONUÇLARI OLMASI KÜLLİYEN İSRAİL'İN BİR İNSAN OLARAK FİLİSTİN VATANDAŞINA YÖNELİK DAVRANIŞLARINA BAĞLIDIR.BU, DAVASI VE HALKIYLA FİLİSTİN'E HİZMET ETMEK İLE ONU BAHANE OLARAK KULLANMAK ARASINDAKİ FARKI AÇIKLIĞA KAVUŞTURACAKTIR

Siyasi eylemlerinde bilimsel yaklaşımı benimseyen herkes işlerin, efsanevi sihirli yüzükten istenen dilek ve temennilere göre yürümediğini bilir.

Sonuçlar gözle görülür ve meyvesi elle tutulur hale gelene kadar beklenmelidir.

Dün yaşanan hadisenin davası ve halkıyla Filistin'in lehine sonuçları olması külliyen İsrail'in bir insan olarak Filistin vatandaşına yönelik davranışlarına bağlıdır.

Bu, davası ve halkıyla Filistin'e hizmet etmek ile onu bahane olarak kullanmak arasındaki farkı açıklığa kavuşturacaktır.

Bingazi'de başlayan gazetecilik kariyerimin en başından itibaren Filistin'in bir bahane ve gerekçe olarak nasıl kullanıldığını bizzat deneyimledim.

Olayları takip eden herkesin bildiği gibi, Muammer Kaddafi, 1 Eylül 1969'da Kral es-Senusi yönetimine karşı darbe yaptığında 1967 yenilgisi ve Filistin'in kurtarılması askeri darbenin gerekçe listesinin en başında yer almışlardı.

Şimdi de olaylar bandını 15 yıl geriye saralım bu kez, Arap Ordularının 1948'de Filistin'de uğradıkları hezimetin, Mısır'da 23 Temmuz 1952'de yaşananların, Mısır Ordusu'ndan subayların Kral Faruk yönetimini devirip yönetime el koyma gerekçelerinin başında geldiğini görürüz.

Dolayısıyla, Suriye'den Irak'a, Mısır ve Libya'ya Arap dünyasında düzenlenen her darbenin ya da amaçlarının sadece eski darbecilerin gidişatını düzeltmek olduğunu iddia eden yeni darbecilerin kalkıştıkları her silahlı hareketin gerekçeler listesi dikkatlice incelendiğinde, Filistin trajedisinin listenin başında yer aldığı görülür.

Bekir Uveyda

https://indyturk.com/node/244846/d%C3%BCnyadan-sesler/dava-ve-bahane-olarak-filistin

 

  • GEÇEN BİRKAÇ HAFTA, BAŞBAKAN BİNYAMİN NETANYAHU'NUN ELDEKİ BİR KUŞUN DALDAKİ İKİ KUŞTAN DAHA İYİ OLDUĞU ATASÖZÜNE İNANDIĞINI GÖSTERDİ

Geçen birkaç hafta, Başbakan Binyamin Netanyahu'nun eldeki bir kuşun daldaki iki kuştan daha iyi olduğu atasözüne inandığını gösterdi.

İlk olarak İsrail egemenliğini Yahudiye ve Samarya'nın bazı bölgelerine genişletmekten vazgeçti (bunun geçici  bir karar olup olmadığını zaman gösterecek). Trump yönetiminin paradoksal biçimde kendi barış planı kapsamında olan bu durumu onaylayıp onaylamayacağıysa belirsiz.

Bunun yerine Netanyahu, İsrail için hemen elde edebileceği somut bir şeye, Birleşik Arap Emirlikleri'yle barışa yöneldi.

Şimdi, Netanyahu bir kez daha İsrail'in hemen istediği bir şey için teorik faydadan vazgeçiyor (yanlış mesaj yollamıyor): Biri ilk kez Müslümanların çoğunlukta olduğu bir ülkeden olmak üzere Kudüs'te iki büyükelçilik daha.

Kuşkusuz, "eldeki kuş" perspektifi, Beyaz Saray'ın ısrar ettiği bir şey. Trump yönetimi, başkanlık seçimlerine çok az zaman kalmışken ilhakı desteklemenin getireceği uluslararası tepkiden kaçınmayı seçti ve Trump'ı barış yapıcı olarak sunabilecek hamleler yaptı.

Ancak İran anlaşmasında da gördüğümüz gibi, Netanyahu İsrail'in çıkarlarının tehditte olduğunu hissettiğinde, Amerikan politikalarıyla zıt düşmek pahasına da olsa nasıl karşı çıkacağını biliyor. Bu da mevcut durumda, faydaların maliyetlerden daha ağır bastığını düşündüğünü gösteriyor.

Lahav Harkov

https://indyturk.com/node/243686/d%C3%BCnyadan-sesler/israil-neden-art%C4%B1k-filistinlilerin-kosovay%C4%B1-%C3%B6rnek-almas%C4%B1ndan

 

  • ARAP, İSRAİL SORUNU 1997’DE CAMP DAVİD’DE MISIR İLE YAPILAN ANLAŞMA SONUCUNDA ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ, KİMLİĞİ ZEMİNİNDEKİ BİRLEŞTİRİCİLİĞİNİ YİTİRMİŞTİ

Bugün aşikâr olan Arap monarşilerinin, seçilmemiş liderliklerin, Filistin meselesini artık bir yük olarak görmeleri; bu sorunun Araplar için birleştirici olmaktan çok, giderek enerji kaybına yol açan, ABD-İsrail ekseninde, barış masasında makul bir çözümle kazanılacak bir mücadele olarak görülememesi. Arap, İsrail sorunu 1997’de Camp David’de Mısır ile yapılan anlaşma sonucunda Arap milliyetçiliği, kimliği zeminindeki birleştiriciliğini yitirmişti. Bununla birlikte o yıllardan bu yana bölgedeki yönetimler Arap sokaklarını bu dinamik üzerinden istismar etmeyi, Filistin meselesini “araçlaştırmayı” bırakmamışlardı. Mücadele Filistin’in özgürleşmesinden çok, İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi üzerinden yürümüştü. Diğer yandan yönetimler kendi baskıcı varlıklarını Filistin mücadelesine verilen sözümona destek ile örtmeye çalışmışlardı. Bu durumun Körfez versiyonu da yıllarca Filistin’deki üst kademelerden arta kalan cüzi miktardaki finansal yardımlarla Filistin halkının “açlığına” çare olmak gibiydi.

Yönetimler artık bu meseleyi sıcak tutmanın kitleler üzerinde bir etkisi olmadığını düşünüyor olabilir, haklı da olabilirler. 1967’deki 6 Gün Savaşı sonrası Yaser Arafat’ın Filistin’in Arap ülkeleri aracılığıyla  değil kendi ayakları üzerinde durması gerektiğini önceleyen  “Arapların Birliği Filistin’in özgürlüğünden geçer” şiarı  bugün yine doğrulanmış, ancak çok geç kalınmıştır; artık Arapların  birlik için ne motivasyon ne de istekleri söz konusu. Üstelik bölgedeki gerçeklikler ve dengeler tamamen değişmiş durumda.

İsrail, BAE ve Bahreyn arasında imzalanan anlaşmanın motivasyonu ve birleştirici unsurunun Filistin değil, İran tehdidi olduğu çokça yazıldı. Bu da Trump yönetiminin bir başarısı olarak görülebilir. Özellikle Suudi Arabistan ve Mısır öncülüğünde başlayan, ardından Körfez ülkelerini de içeren İran tehdidi  politikası nihayet bir anlaşmayla sonuçlandı. İsrail ise kendisi için her zaman tehdit olarak gördüğü Arap ülkelerini, yine kendine tehdit olarak gördüğü İran karşıtlığı paydasında birleştirdi.

Mete Çubukçu

https://www.birikimdergisi.com/haftalik/10279/yeni-ortadogunun-safagi-kime-sokuyor

 

Netten okumalar

  • İSRAİL: HARİTALARLA YILLAR İÇİNDE DEĞİŞEN SINIRLAR

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-54176065

  • İSRAİL'İN BAE VE BAHREYN'LE İMZALAYACAĞI BARIŞ ANLAŞMALARI NEDEN ÖNEMLİ?

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-54157292

  • ANLAŞMALAR ORTADOĞU'YU NASIL ETKİLEYECEK? | DÜNYA VE BİZ

https://www.youtube.com/watch?v=0c33GkFSANs

  • İSRAİL SİYASETİ – PODCAST (SPOTİFY)

https://open.spotify.com/episode/4dats7Z9S8NBECcZ9iJnu2?si=tekO2nbNQSatKZEHCKXZpQ#_=_

  • SULTAN ABDÜLHAMİT İLE SİYONİZM’İN KURUCUSUNU BİRLİKTE GÖRÜRSENİZ ŞAŞIRMAYIN - RAFAEL SADİ

https://odatv4.com/yazar/rafael-sadi/sultan-abdulhamit-ile-siyonizmin-kurucusunu-birlikte-gorurseniz-sasirmayin-18092023.html

  • İNTİKAM AMACIYLA YAPTIĞI DEHŞET VERİCİ KATLİAMLARLA "PRAG KASABI" OLARAK ANILAN NAZİ GENERALİ REİNHARD HEYDRİCH - ROXY CARMİCHAEL

https://onedio.com/haber/intikam-amaciyla-yaptigi-dehset-verici-katliamlarla-prag-kasabi-olarak-anilan-nazi-generali-reinhard-heydrich-921428

  • BAE, BAHREYN VE İSRAİL TARİHİ "BARIŞ ANLAŞMASINI" İMZALADI – BAL TREW

https://indyturk.com/node/244941/yazarlar/bae-bahreyn-ve-israil-tarihi-bar%C4%B1%C5%9F-anla%C5%9Fmas%C4%B1n%C4%B1-imzalad%C4%B1

  • ERMOZA AİLESİ İLE TANIŞACAĞIZ YAKINDA - NELLY BAROKAS

https://www.turkisrael.org.il/single-post/2020/09/14/ERMOZA-ailesi-ile-tan%C4%B1%C5%9Faca%C4%9F%C4%B1z-yak%C4%B1nda

  • BİR SENEDE 5 BİN 515 NEFRET SÖYLEMİ

 

http://bianet.org/bianet/nefret-soylemi/231120-bir-senede-5-bin-515-nefret-soylemi

  • KADIKÖY’LÜ SARA – SARA YANAROCAK 1-14 (DİZİ)

https://www.sarayanarocak.com/446382096

  • YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN: ROŞ AŞANA – SİNAN ESKİCİOĞLU

https://www.ocakmedya.com/yeni-yiliniz-kutlu-olsun-ros-asana/

  • SAVAŞIN İNSAN YÜZÜ, SAVAŞIN GERÇEK YÜZÜ – SELAY DALAKLI

http://bianet.org/bianet/yasam/231099-savasin-insan-yuzu-savasin-gercek-yuzu

  • SEFARAD MUTFAĞI'NA GİRİŞ: BOREKİTAS – LİAN PENSO BENBASAT

https://t24.com.tr/yazarlar/lian-penso-benbasat/sefarad-mutfagi-na-giris-borekitas,28069

  • İSRAİLİYAT: İSRAİL VE YAHUDİ ÇALIŞMALARI DERGİSİ – SAYI 6

http://israiliyat.com/tr/pub/issue/56813

  • ‘EŞİTLİK SAVAŞÇISI’ SEÇİME BİR AY KALAYA KADAR SAVAŞTI: HÂKİME HANIMA VEDA…

https://serbestiyet.com/featured/esitlik-savascisi-secime-bir-ay-kalaya-kadar-savasti-hakime-hanima-veda-41429/

  • İSRAİL, MISIR VE TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI – DOÇ. DR. SALİH BIÇAKÇI İLE SÖYLEŞİ – IŞIN ELİÇİN

https://medyascope.tv/2020/09/20/israil-misir-ve-turkiyenin-dis-politikasi-doc-dr-salih-bicakci-ile-soylesi/

 

Takılan tweetler

  • Gila Benmayor@GilaBenmayor

@meldaonur adlı kişiye yanıt olarak

Adın yabancı gibi?

- istanbulluyum! Yahudiyim!

- olsun o da insan

https://twitter.com/GilaBenmayor/status/1305512490634272769

  • Ankara'da Gez Git Ye@Ankaragezgitye

Ulus’taki Yahudi mahallesini GEZ.

 

https://twitter.com/Ankaragezgitye/status/1306916595122528256

  • Karel Valansi@karelvalansi

Suudi Arabistan merkezli Arab News’un manşeti:

Selam... Şalom... Barış!

 

https://twitter.com/karelvalansi/status/1306318523866787840

  • Kenan Cruz Çilli@kenancruz

Karşıyaka'daki Mehazakei Et HaRabim Sinagogu 19. yüzyılın sonlarında inşa edilmiştir. Günümüzde yerel belediye tarafından konservatuar olarak kullanılmaktadır.

 

https://twitter.com/kenancruz/status/1307732976130756609

  • Rıfat Özcan@rifatozcann

@globpodnetwork  ilk programı ile yayın hayatına başlıyor.

İbranice olarak her hafta Türkiye gündemi

 

Spotify:https://spoti.fi/3cggyyn

https://twitter.com/rifatozcann/status/1307727638430183425

 

TEK CÜMLEDE!

“Biz de bu ortamda İsrail’le ilişkilerimizi kopartarak bir yere varamayacağımızı görmeliyiz. İsrail’i bölge ülkelelerden tanıyan ilk ülke biz olmuştuk. ‘Başka ülkeler niye tanıyor?’ diyecek son ülke biziz.”

Onur Öymen

https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/oymen-israil-ve-bae-arasindaki-anlasmanin-turkiyeye-etkilerini-degerlendirdi-iliskileri-canlandirmaliyiz-1766871

“Kendi bayrak taşıyıcısı Türk Hava Yollarının (THY) İsrail’e günde 14 seferi varken, böyle bir kınama açıklaması yapmanın, muhataplarınızı gülümsetmekten başka bir sonuç vermeyeceğini, Dışişleri gibi bir kurumun, siyasi kadrolara anlatması ve böyle bir açıklamayı yapmaktan imtina etmesi gerekirdi.”

Namık Tan

https://yetkinreport.com/2020/09/15/yalnizlik-diplomasisi/

“İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye karar veren ülkelere karşı menfi bir tutum takınmak Filistinlilerin çıkarına değildir. Zira bu ülkeler Katar ve Türkiye gibi değiller. Aslında gerçekten istedikleri takdirde Filistinliler için bir can simidi olabilirler.”

Emel Abdulaziz Hezzani

https://indyturk.com/node/244276/d%C3%BCnyadan-sesler/araplar-filistin-meselesinde-hata-m%C4%B1-yapt%C4%B1

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün