Samuel Menashe, şiir ve özgürlük üzerine

Perspektif
20 Mayıs 2020 Çarşamba

Laurent Mignon*

 

Gündüz-gece evde kapalı kalmak kolay değil. Yine de, bir klişe olsa da, söylemeden edemeyeceğim: Ev hapsindeyken dolu dolu bir kitaplığa sahip olmak gerçekten özgürleştirici. Korona salgını nedeniyle özgürlüklerimizin (daha da) kısıtlandığı bu günlerde, kitaplık artık ulaşamadığımız bir dünyaya açılan bir pencere. Kitaplar bizi özgürleştiriyor. 

Şiire merakı olan kızıma önermek üzere kitaplarımı tararken, yıllardır elime almadığım bir şiir seçkisini buldum: Christopher Ricks’in hazırladığı Samuel Menashe’nin ‘New and Selected Poems’ başlıklı antolojisi. Menashe’yi şair olarak çok sevmeme rağmen, son yıllarda onu biraz unutmuştum. Kütüphaneler sahiplerinin aynası gibi. Sahipleri dağınıksa, kütüphaneleri de öyle oluyor ve fiilin her anlamıyla, sahiplerinin kitaplarını saklıyor. Başka bir deyişle, kitaplığım kitapları hem koruyor, hem de onları bazen gözlerden uzak tutuyor, yani onları unutturuyor.

Ama doğrusunu söylemek gerekirse unutulmak Menashe’nin alınyazısında vardı sanki. İlk baskısı 2005’te yapılan kitabın yayımlanmasının nedeni, şaire ‘Neglected Masters’ yani ‘İhmal Edilmiş Ustalar’ ödülünün verilmesiydi. Bu ödül Amerika’daki prestijli ‘Poetry Foundation / Şiir Vakfı’ tarafından kariyerleri boyunca hak ettiği takdiri görmemiş Amerikalı şairlere veriliyor. Yalnız,  Menashe vatandaşı olduğu ve yaşadığı ABD’de uzun yıllar ihmal edildiyse de, İrlanda ve İngiltere’de durum epey farklıydı. Britanya adalarında tanınıyor ve okunuyordu. Bu İngilizce yazmanın getirdiği bir avantaj. Memleketinizde okuyucu bulamazsanız bile, mutlaka mavi gezegenimizin başka bir yerinde birkaç okur bulursunuz. Maltızca veya Lüksemburgça yazan şairlerin böyle imkânları yok. 

“Hiç kimse kendi memleketinde peygamber olamaz” diye Fransızca bir deyim var. Bu söz sanki Samuel Menashe için söylenmiş. ‘The Many-Named Beloved / Çok İsimli Sevgili’ başlıklı İlk şiir kitabı Londra’da 1961 yılında yayımlanmıştı.  ABD’de ilk kitabının yayımlanması için, şair daha on yıl bekleyecekti. 1971’de New York’ta ‘No Jerusalem but This / Yoktur Bundan Başka Yeruşalayim’ basıldı. Bu iki kitabın başlığından anlaşılacağı gibi Menashe’nin şiiri gizemci sayılabilecek bir arayışın ifadesidir. Tanah ve Talmud ilham kaynaklarından, mesela başlıksız bu kısa şiirde olduğu gibi:  

Adamotu kökleri

Lea’nın Yaakov’a rüşveti

Onunla yatsın diye

Al şiirlerimi.

Menashe’nin şiirinde her hareket, günahlar bile, ibadete dönüşüyor. Her dizesi bir çeşit kutsama. Minimalist bir yaklaşımla şiirlerini az sözcükle yazıyor ama her sözcüğün bütün çağrışım güçlerini kullanıyor. İngilizce sözcüklerin Cermen, Latin ve İbrani kökenlerini irdeliyor ve onlara şiirlerinde yeni bir hayat veriyor. Ne de olsa birçok dilin kaynaştığı Yidiş biliyordu. Fransızcası da mükemmeldi. Fransızca olarakkaleme aldığı Un essai sur l'expérience poétique: Etude introspective(Şiirsel Deneyim Üzerine Bir Deneme: İçgözlemsel Araştırma)başlıklı doktora tezini Paris Sorbonne’da 1950 yılında başarılı bir şekilde savunmuştu. İngilizce bir dünya dili olsa da, Menashe dilin içindeki dünyaların peşindeydi. Onları ararken ilahi olanı buldu. İlahi olan ise çoğu zaman şiirdeki söyleyiciyi her şeyden arındıran aşktır, başlıksız şu şiirde olduğu gibi: 

Ey Çok Yüzlü Sevgili

Methiyemi dinle

Mevsimler misali çeşitli

Günler gibi birbirinden farklı 

İhanetlerimin tümü son buluyor

Ben yüzünü görünce

Dizelerinde hayatın en sıradan ayrıntılarına, insanoğlunun ve de tabii ki insan kızının tecrübe edebileceği her duyguya değiniyorsa da, aslında aşk, hayatın anlamı ve ölüm gibi büyük konular daha ağır basıyor. New York’ta doğan Menashe’nin anadili Rusya’dan Amerika’ya göç etmiş anne ve babasından öğrendiği ve mükemmel bildiği Yidiş’ti. Bu durum şiir dilini etkilerken şairin köklü bir mirası yaşattığı bilincinde olmasını sağladı. ‘Old Mirror / Eski Ayna’ başlıklı şiirde bu bilinç ifadesini şu şekilde buluyor: 

Bu oval camda  

Sevgiye özgü bir göl 

Kendimle yüzleşiyorum 

Ben oğlun

Birebir sana benzeyen 

Oysa bir zamanlar iki kişiydik

Ama sadece babası değil, annesi ve annesiyle Yeruşalayim de şiirlerinde mevcut, hatırlanan anlar acı olsa da, mesela ‘My Mother’s Grave / Annemin Mezarı’ başlıklı şiirde olduğu gibi: 

Kemikler / Duvarına harç

Yeruşalayim

Toz / Sokaklarını koruyor

Her şairin özlediği ama bir türlü gidemediği bir ülke var. Ahmet Haşim’in ‘O Belde’de, Tevfik Fikret’in ‘Yeşilyurt’ta anlattıkları o ütopik yerler var ya... Başkaları ise, Nazım Hikmet ve Yahya Kemal gibi, doğup çocukluklarını geçirdikleri ama asla dönemedikleri toprakları özleyip durdular. Şiir özlemdir. Samuel Menashe’nin de vadedilmiş bir toprağı var ama onun özlediği yer belki de ulaşılmaz değil, ‘Promised Land / Vadedilmiş Ülke’ başlıklı şiirde ifade ettiği gibi:

Gözlerimin ötesinde

Bir dünyanın 

Eşiğinde

Güzel

Biliyorum gurbet

Hep umutla yeşeriyor

Geçemediğimiz nehir 

Akar ilelebet

Şiirlerini yeniden okurken, şairi de yeniden tanımak istedim. Hayatı hakkında bilgi toplarken sarsıcı bir gerçekle karşı karşıya geldim. II. Dünya Savaşı’nın sonuna doğru Samuel Menashe, efsanevi General George S. Patton’un üçüncü ordusuna bağlı, çok ağır kayıplar veren 87. piyade tümeninde görevliydi. Aralık 1944’ten itibaren benim doğup büyüdüğüm yerlerinin çok yakınında Fransa, Belçika ve Lüksemburg’da bulunup birçok genç Amerikalı askerle Nazi Almanyası’na karşı savaştı. Yani, ben şiirleri sayesinde biraz nefes alabileceğimi, zihinsel ve duygusal olarak biraz da özgürleşebileceğimi düşünürken, birden bire birey olarak özgürlüğümü sahiden ona borçlu olduğumu öğrenmiş oldum. Onu bir daha unutmayacağım.  

*Oxford Üniversitesi Şarkiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Hocası

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün