Avrupa Avrupa duy sesimizi!

‘Gilets Jaunes’ Paris sokaklarını, İtalya bütçesi Avrupa Birliğini, Brexit anlaşmasının imzası İngiltere’yi, Deutsche Bank’ın merkezine yapılan baskın Almanya’yı karıştırırken biraz ekonomik gündemin dışına çıkalım ve Avrupa’ya, dünyaya farklı bir gözden bakalım, Avrupa Birliği maceramıza renk katalım.

Cüneyt DİRİCAN Ekonomi
5 Aralık 2018 Çarşamba

Üniversitede öğrencilerime hep diyorum “Bizim zamanımızda Erasmus, Interrail gibi imkânlar yoktu, bu fırsatları kullanın, kaçırmayın.” Geçen sene Rotterdam’dan geçerken Erasmus Üniversitesinin önünde kırmızı ışıklarda karar vermiştim. Akıl vermek güzel ve kolay, sen niye yapmıyorsun?

Aslında uzun zamandır iş yoğunluğundan akademik dünyaya doğru kaymaya başlayınca Erasmus’u önceliklerim arasına daha yeni alabildim. Başladım üniversitelerle yazışmaya. Sağ olsunlar 7-8 tanesinden kabul geldi. Ancak ek bütçeyi beklemek zorunda olduğum için geçen sürede daha fazla vakit kaybetmek istemediğimden, ilk kabul yazısı gönderen Siauliai State College’a “Tamam geliyorum” dedim. Ancak geliyorum demek yetmiyor.

İşin doğrusunu yapayım diye kültürel vizeye başvurdum. Dediklerine göre Litvanya zaten zor vize veriyormuş, kültürel daha uzun sürermiş... Vaktim yoktu, bir parmak kalınlığındaki evrakları topladım, kültürel olduğu için bir de kendin başvuru yapman gerekiyormuş, maceram başladı. Başkent Vilnius ile Siauliai arasında ulaşım gece yok, THY’nin indiği saat ile ulaşım arasındaki bocalamamda otel rezervasyonunu bir gece az yaptım diye az kalsın vizeyi alamıyordum. O kadar eski Schengen’ime rağmen, karşı okul “Hadi, artık ders programın bile belli, senin vize belli değil” diye mesaj atınca ben de aracı üzerinden konsolosluğa sordurdum. Öyle siz direkt temasa da geçemiyorsunuz. Sağ olsunlar kırmadılar ama uçmadan iki gün önce pasaport gelince ve vizemi orada öğrenince uçak bana iki katına patladı ama olsundu, Erasmus yapacaktım, kafaya koymuştum bir kere. (Ah şu serbest dolaşım, AB üyeliğimizin sürümcemede bırakılması yok mu; Anadolu’da İstanbul’un ilçesi kadar birçok ilin varlığı gibi Avrupa Birliği’nde illerimiz kadar Schengen ülkelere bakınca insan dert ediniyor).

Vilnius havaalanından dışarıya çıktığımda 3G otobüsü beklerken (yok otobüs hattı 3G, telefon hatları değil) “Seni yeneceğim Vilnius” sözcüklerini mırıldanıyordum. Okulda hocalar “Bu mevsimde donarsın, Portekiz’e gitsene, mayısa kadar hakkın var” deyince hemen araştırmaya başladım. Ne kadar soğuk olabilirdi ki? İngilizce İşletme Bölümünden bir öğrencim “Dert etme hocam şimdi öğreniriz” dedi, canlı Vilnius’a arkadaşına bağlandı. “İçlik, dışlık ne varsa getirin burası çok soğuk” deyince ürpermem İstanbul sınırlarında başlamıştı. Kars’ta Puşkin Café’ye eksi 18 derece Selsiyus’ta sığınmıştık. Daha mı soğuktu Baltıklar? Bu yazıyı Vilnius’tan yazdım. Dışarıda hareket halinde sıkıntı yok. Eksi 9 derecede gayet güzel yürünebiliyor. Özetle, burası boy veriyor, gelinebilir. Fakat bu haftaki bu yazı fikrine konu olan olay bundan sonra başlıyor.

 

İşte bu Türklerin ayak sesleri

3G otobüsünden indim. Otel yakınlarda olmalıydı ama birilerine sormalıydım. Avrupa’da gezenler bilir. Soru soracak birisini bulmak zordur, hele karanlık çökünce. Bulsanız bile soru sormanız zordur, sorsanız bile cevap almanız zordur ya nemrutturlar ya da İngilizce bilen pek yoktur. Özetle, Sinano Kebaptaki Azeri kız bana “Yandaki baklavacı bilir ona sor” dedi. Baklavacıda Antepli ve Ankaralı iki arkadaş. “Abi gel ben seni bırakırım” dedi, “Zahmet etme, yakındır” derken “Her gün bir Türk gelip adres sormuyor ya” dedi ve arabası ile otele bıraktı. Kartallı Baklava bundan sonra Vilnius’a giden herkese tavsiyemdir. Aynen geçen sene Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nun yan sokağındaki bizim ‘Chez Bal’ gibi. “Abi, boş verin hamburgeri yenge ve çocuklar özlemiştir size birer dürüm yapıp vereyim” demişti. Brüksel’e ilk gelişimde ise kendimi Kadıköy’de gibi hissetmiştim. Eğitimdeki Polonya, Fransa, Hollanda’dan arkadaşlarla öğlen gittiğimiz restoran Boşnak çıktı, bize yaprak sarma ikram etmişti. Taksici Azeri Türk’ü çıktı, merkez metro istasyonunda ‘Ordu Milli Takımına’ rastladım, metro çıkışında karşımda dönerci ama en komiği “Artık bir İtalyan pizzası yiyeyim” dedim, girdim Brüksel Borsasının karşı sokağında butik İtalyan restorana. Garson Türk olduğumu anlayınca “Abi bırak pizzayı sana güzel bir Konya etli ekmek yapayım” dedi. Brugge tren istasyonunda gece dönerken karanlıkta yanıma gelen bir kadın ve çocuğu bana İngilizce soru sorarken anladım “Bacım, ben de aynı treni bekliyorum” dedim, koca istasyonda sadece üç kişiyiz. Ama en güzeli Espanyol-Barça derbisi sonrasıydı. Maçtan sonra metroda giderken hangi durakta ineceğimizi kime soracağımı çok kolay buldum. “Hemşerim Las Ramblas’a en yakın hangisi?” diye sorduğumda hiç garipsemeden cevap veren Espanyol formalı taraftarın peki ben Türk olduğunu nasıl anlamıştım? Tespih çeken Espanyol taraftarını ilk defa orada görmüştüm. Venedik’te gondola bindiğimizde Provino bizim Türk olduğumuzu öğrencince “Ben de Tuzla’da tekne yaptırıyorum” deyip turu hediye etmişti. Amsterdam’da Van Gogh Müzesine giden otobüsü durakta ararken bizi anlayan bir gurbetçi kadın hattın numarasını söyledi. Riyad’da Galatasaray-Trabzon derbisini nerede seyredeceğiz diye düşünürken IBM Almanya’dan danışman arkadaşım Ahmet “Dert ettiğin şeye bak, karşı caddede berber var, orada Lig TV’de hem bakarız hem traş oluruz” dediğinde hayatımın şoklarından birini daha orada yaşamıştım. Mısır’da sabaha karşı çölde Kahire yolunda insan üniversite arkadaşına rastlayınca anlamıştım ki, kavimler göçü halen devam ediyor, Türkler durdurulamaz.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün