“İçgüdüsel olarak Emmy Ödülüne sarıldım!”

CBS televizyonunun ‘60 Dakika’ programına belgeseller hazırlayan Türk yapımcı Selin Özdemir, ‘The Wounds of War/ Savaşın Yaraları’ adlı çalışmasıyla ülkeye büyük bir gurur yaşatarak en prestijli televizyon ödülü olan Emmy’nin sahibi oldu. Haber Programında En İyi Hikâye Kategorisinde ödül kazanan Özdemir, mesleği için gözünü karartan bir karakter... Profesyonelliği ise ilk gün heyecanını hiç kaybetmemesinde gizli. Karşısındaki kişiyle gülüp, onunla ağlayabilecek denli empati yeteneğine sahip ve bu duygular meslek aşkıyla birleşince hayat yolu onu Emmy’e kadar götürdü.

Zehra ÇENGİL Yaşam
21 Kasım 2018 Çarşamba

O gece bir rüyanın gerçeğe dönüşünü yaşayan Selin Özdemir “Emmy Ödülünü sahnede elime tutuşturdular, iki elimle yapışmışım ödüle. Sonradan arkadaşlarım söyledi, içgüdüsel olarak Emmy’e sarılma ihtiyacı hissetmişim. Özgeçmişimde böyle bir ödülün olması harika bir şey, artık oraya da yazacağım” sözleriyle yaşadığı heyecanı esprili bir şekilde dile getiriyor.

 

CBS televizyonunun 60 Dakika programına yaptığınız proje ile Emmy Ödülü sahibi olarak Türkiye’ye bir gurur yaşattınız. Bu süreç nasıl ilerledi?

CBS’le yaklaşık iki sene çalıştım. 60 Dakika programına da ara ara bölümler yapıyordum zaten. Özellikle Suriye’yle alakalı pek çok bölüm hazırladık. Yetim kalan çocuklarla, kimyasal saldırılarla, Beyaz Berelilerle alakalı bölümlerimiz var. Bu bölümümüzün adı da ‘The Wounds of War/ Savaşın Yaraları’ idi. Hastaları iyileştiren doktorları anlatıyorduk. Bir derneğin varlığını keşfettik; Syrian American Medical Society diye geçiyor. Bu insanlar gerçekten bu işe kendilerini adamış kişiler.

Hazırlıklar ve çekimler ne kadar sürdü? bir izin almanız gerekti mi? Biraz belgeselin konusundan bahseder misiniz?

Yaklaşık beş ay. Önce doktorları, derneği tanıdık. Nerede neler yaptıklarını öğrendik. Hem Suriye, hem Türkiye ayakları var. Türkiye’de de sadece Hatay’da sınıra yakın bir noktada sadece Suriyelilerin bakıldığı bir hastanede çalışıyorlar, bakım ve ameliyatlar gerçekleştiriyorlar. Amerika’dan belirli periyotlarda gelen doktorlar var. Önce Türkiye’ye geliyorlar, sonra Suriye’ye gidiyorlar. Türkiye güvenli ama Suriye’de hastaneler bombalanıyor. O insanlar oraya belki bir daha dönemeyeceğini bilerek gidiyor. Böyle bir zorunlulukları da yok. Suriye vatandaşı olup Türkiye’ye göç etmiş olanlar zaten görev yapıyorlar, Amerika’dakilerin çoğu da kökenleri Suriye’ye dayanan doktorlar. O yüzden vatanlarındaki bu durumu iyileştirmek adına bir çaba için geliyorlar. Vatan sevgisi başka bir şey. Sağlık alanında büyük bir doktor açığı var. Suriye’dekilerin pek çoğu başka ülkelere göç etmiş. Yardım elini uzatmaları çok önemli ve kıymetli. İzin için de Türkiye’de Basın Enformasyon Müdürlüğüne bilgi verdik; her yurtdışı kanalı çekimine yaptıkları gibi bizimle de ilgilendiler. Suriye’ye gitmek çetrefilli oldu ve özel izinler gerekti.

Ne zaman başlamıştınız çekimlere?

2017’nin Mayıs ayında. On gün kadar çekim yaptık ve altı doktorla görüşüp röportajlar gerçekleştirdik. Bizim ekibimiz de altı kişiden oluşuyordu. Bütün yapımcılar kadındı.

 

“KADIN YÜREĞİYLE YAPILAN BİR BELGESELDİ”

 Demek ki bu belgesel biraz kadın yüreğiyle de yapılan bir proje oldu.

Evet, çünkü onun artılarını yaşadık. Detaycılık, araştırma, duygu... O insanlarla yeterli iletişimi kuramazsanız onlar sizinle bir noktaya kadar konuşuyor. Empati, televizyona ne çekerseniz çekin çok önemli diye düşünüyorum. Konuşup anladığınızı ve bu konuda ciddi anlamda üzgün olduğunuzu gördükten sonra size katkı sağlamak istiyorlar ve size izin veriyorlar. Ekibimizin başarısı empatiydi; biz de o acıları hissettik.

 

“SURİYE’DE GÖNÜLLÜLER DE FAHRİ DOKTORA DÖNÜŞÜYOR”

Suriye’de görev alan doktorlarla ilgili çekimler esnasında ne gibi zorluklar yaşadınız? 850 doktorun hayatını kaybettiğinden bahsediyorsunuz bir röportajınızda. Doktorlar nasıl koşullarda çalışıyor orada?

Yokluk içinde çalışıyorlar.  Mevcut hastaneler saldırılardan dolayı harap durumda, sağlık ekipmanı, personel konusunda büyük eksiklik var. Orada bir gönüllü sağlık alanıyla alakası olmamasına rağmen, yıllar boyunca insanlara müdahale ederek, yanındaki doktorlardan göre göre fahri bir doktora dönüşüyor maalesef. Mesela eczacılık okuyan bir genç... Doktor olmuş artık. Çünkü yapmak zorunda kalmış. Çok fazla yaralı var, birilerinin hayat kurtarması gerekiyor. Bizim orada çekmeye gittiğimiz şey Suriye’de yeni yapılan hastanelerdi.  Bahsettiğim dernek yeni hastaneler kurmaya çalışıyor bağışlarla. Ama artık hastaneler yerin altında kuruluyor. Bina dikmiyorlar, bildiğiniz mağara kazıyorlar. Dünya üzerinde başka örneği umarım olmamıştır. Çok büyük bir savaş suçu olarak hastaneler bombalanıyor. Şu an onların inşası sürüyor. Bu inşaatlar insanlara ümit veriyor, sağlık çalışanlarının bu şekilde hayatlarını kaybetmeyeceğini düşünüyor. Hayat kurtaranları kurtarmak adına bunu yapıyorlar.

Doktorlar Suriye’de çok fazla yüz nakli yapıyormuş. Böyle bir drama şahit olmak size ne hissettirdi ve etkisinden nasıl çıktınız?

İnanılmaz etkilendim, Suriye’de yaralananlara deyim yerindeyse ikinci bir hayat şansı ve yeni bir yüz verebilmek için Amerika’dan ekipmanlarıyla geliyorlar. Bu insanların bunları yapıyor olması bizler için de bambaşka bir dünya. Kendi adıma hayatım boyunca bu denli bir fedakârlığa rastlamamıştım. İnsanlara yardım etmek için kendi hayatını tehlikeye atmak çok kıymetli.

Hiç ölüm korkusu ya da tehlikesi yaşadınız mı?

Bizi koruyan insanlar da vardı ama hiç yaşamadık dersem yalan olur. Kafamızda yine de bir soru işareti oldu. Adanmışlık çok önemli, biz de belgeseli yaparken bizim de bir adanmışlık hissimiz vardı. Belgesel için çok uğraştığımız Suriye iznini elde ettikten sonra ‘Bana ne olur?’ sorusunu çok düşünmedik. O hikâyenin anlatılması için Suriye’ye gitmeye ihtiyaç vardı.

Aday olduğunuzu duyduğunuzda ilk düşündüğünüz neydi?

Aklımın ucundan bile geçmeyecek bir şeydi. Haber ve Belgesel Emmy Komitesi’nin 60 Minutes’in bölümlerine değer verdiğini hepimiz biliyorduk. Yapımcı olarak görev aldığım bu bölümün aday olabileceğini düşündüm. İnsan gerçekleşmeden emin olamıyor ama. İçten içe, bir beklentim vardı. Ortaya çıkan ürünü gördüğümüzde, gözlerim dolmuştu izlerken. İnanılmaz mutlu oldum.

 

“CBS GÖREVLİSİYLE SOKAKTA TANIŞTIM”

CBS’le yolunuzun kesişmesi nasıl olmuştu?

Spor alanında yapımcılığa devam ederken, görevimden bazı sebeplerle ayrıldım ve freelance olarak çeşitli haber kanallarına yapımcılığa başladım. Haber kanallarına, Avrupa Birliğine çekilen yapımlar için çalışmalar yürütüyordum. Maalesef havaalanının bombalandığı günlerde sonradan belirlenen teröristlerin Fatih’teki evine gitmiştik. O zaman bir Japon kanalı için haberler yapıyordum ve CBS ile sokakta tanıştım. Teröristlerin evinin önünde beklerken CBS görevlileri geldi. Onlarla konuşurken sonradan anlattıklarına göre bilgim ve olaya hakimiyetimden çok etkilenmişler; telefon numaramı istediler. İki gün sonra, “Yapımcıya ihtiyacımız var, çalışmayı düşünür müsün?” diye teklif geldi. Bunu şöyle yorumluyorum: Emmy’e uzanan bir yol ve tesadüflerden geçiyor. Bazen hayat her şeyi hazırlar derler, siz yeterince kendinize yatırım yapar ve çalışırsanız çok güzel kapıları açacak olayların başınıza geleceğini düşünüyorum. Gerçekten nereye gittiğinizde kiminle tanışacağınız belli değil, o yüzden her yere gidin. Tavsiyem bu olabilir.

Üniversitede de çektiğiniz belgesellerle ödül alan bir öğrenciymişsiniz. Bu temeller o zaman mı atıldı?

Ankara Üniversitesi Radyo Televizyon Sinema mezunuyum. Okurken de belgesele merak salmıştım. Olanları göstermek beni daha çok mutlu ediyor, gerçek daha çekici geliyor. Transseksüel bireylerle ilgili yaptığımız belgeselimiz ‘Eksik Dilek’ Ankara, İtalya, Almanya, Katar’da ödül aldı.

O akşam ödül töreninde sizin kategorinize gelindiğinde, zarf açılmadan önce ve isminiz açıklandıktan sonra yaşadığınız duyguları nasıl tarif edersiniz?

Kalp çarpıntısı! İnsan doğal olarak kazanmak istiyor. Sağ olsun ödülümüzü açıklayan kişi biraz geç kaldı, zarfı açamadı, çarpıntılar daha uzadı. İsmimiz söylendiğinde tüm ekipten ‘Oh’ diye bir ses çıktı. Çok mutlu olduk ve sahneye kendimizi attık ama bu sefer kalp çarpıntısı daha da arttı. Bitmeyen kalp çarpıntısı yapmışlar gibi. Ana yapımcımız konuşmasını yaptı, bana özellikle teşekkür ettiğini ve Suriye’ye gitmenin ben olmasam imkânsız olduğunu söyledi. Herkes beni alkışladı ve bu çok büyük bir gurur oldu. Emmy Ödülünü de sahnede elime tutuşturdular, iki elimle yapışmışım ödüle. Sonradan arkadaşlarım söyledi, içgüdüsel olarak Emmy’e sarılma ihtiyacı hissetmişim.

 

“YAPIM ASİSTANIYKEN ÇAY DA TAŞIDIM, BULAŞIK DA YIKADIM”

Marmara Gazetecilik’te lisans eğitimini tamamlamış bir basın mensubu olarak bir nevi aynı yollardan geçtik sayılır. Medya sektöründe artık çok fazla işsiz kalan meslektaşımız var, ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Benim de işsiz kaldığım, ümitsizliğe düştüğüm anlar oldu. Medyanın her alanında bu işe gönül koymuş insanların çalışmasını istiyorum. Maalesef olmuyor. Televizyon dünyası büyülü ve insanlar bir şekilde içinde yer almak istiyor. 15 yaşında karar verdim televizyonculuk yapmaya. Üniversite sınavında sadece Radyo Televizyon Sinema yazdım. Bunu hedefleyenlerin görev almasını istiyorum. İşsizlik oranını belki azaltabilirdik. İnsanlara iş için mailler bile attım. Çünkü tanıdık üzerinden ilerlemekten nefret ediyorum ve torpil mevzusu beni üzüyor. Başta yapım asistanlığıyla başladım. Çay da taşıdık, bulaşık da yıkadık, her şeyi yaptık.

Yapımcılık maceranızı uzun metrajlı bir sinema filmiyle taçlandırmayı düşünür müsünüz, yoksa habercilik size daha mı cazip geliyor?

Belgesel ve habere daha yakın duran bir insanım. Yapımcılık beni mutlu ediyor, bir uzun metrajlı filmin de yapımcılığını üstlenmek isterim. Bir şeyin bütün ayrıntılarına, ekibine, içeriğine hakim olmak çok meşakkatli ama alışıp öğrendikten sonra büyük haz veriyor.  

Sosyal medyanızda ‘La Casa De Papel’deki Berlin karakterinin çok büyük hayranı olduğunuzu yazmışsınız. Emmy Ödüllerinde karşılaştınız mı kendisiyle? Karşılaşsanız ne söylemek isterdiniz?

Karşılaşsaydım çok mutlu olurdum. Çok beğendiğim bir karakter oldu. “Bize sunduğunuz karaktere hayran oldum, ne güzel bir iş çıkarmışsınız” demek isterdim. İkinci sezonda da olması beni çok sevindirdi. Keşke bir projemde yer alsa... İsmini istediği her şey yapabilirim. Lizbon, İstanbul (Gülüyor)...

Hesabınızda bio bölümünde el yazısı notları çok sevdiğinizi belirtmişsiniz. Böyle bir koleksiyonunuz var mı?

Bir şeyler yazmayı seviyorum, ekrandan okumak beni mutsuz ediyor. O yüzden elle yazılmış şeyler, eski günlükler bana huzur veriyor. Eşim de bunu keşfetti; bana el yazısı notlar bırakıyor.

 

“ÖDÜLÜ SALONA KOYACAĞIM VE HER GÜN BAKACAĞIM”

Ödül için evinizde bir yer belirlediniz mi? Televizyonculukta gelinebilecek en yüksek noktalardan birine ulaştınız. Bundan sonra kendinize nasıl bir hedef seçeceksiniz?

Salonda bir yer belirledim, geldiği zaman oraya koyacağım ve her gün ona bakacağım. Koltuğu gören, kafamı çevirdiğimde göreceğim bir nokta.

Özgeçmişimde böyle bir ödülün olması harika bir şey. Bu çok önemli, bu başarı grafiğini sürdürmeyi çok isterim. Yaptığım işten mutlu olmam ise en önemlisi.

Uluslararası dizilerin de ödül aldığı bir platformda bulunan bir yapımcı olarak, Türk dizileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

En yakın arkadaşım senaryo yazarı Meryem Gültabak, onun yazdığı dizileri merakla izliyorum.

Dizi dünyasının dijitale kaymasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Muhteşem olduğunu düşünüyorum. Çünkü artık insanların hayatları değişmeye başladı. Bütün sektörler bambaşka bir yöne kayıyor. Eskiden olduğu gibi, annemizin babamızın 09.00 - 17.00 çalışması gibi değil. İnsanlar zamanlarını kendilerine ayırmaya gayret ediyorlar ve istedikleri şeyleri kendi istedikleri zamanda izlemeyi tercih ediyor. Akşam 20.00’de yayınlanan bir dizi bizim için uygun olmayabiliyor. Hepimiz artık çok meşgulüz. İstediğimiz zamanda istediğimiz içeriğe sahip olma durumu hepimizi çok mutlu etti.

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün