Yahudi diyalektli Türkçe kahkaha

Perspektif 1 yorum
5 Mayıs 2021 Çarşamba

Erdem Beliğ Zaman

Büyük tiyatro yazarımız Haldun Taner, Keşanlı Ali Destanı piyesi kitap haline getirildiğinde yazdığı takdim yazısında; kendisini Türkiye gibi gülmeyi bilmeyen bir ülkede komedi yazarlığı yaptığı için tenkit eden Alman bir dostunun bu piyesinin temsilini bir Almanya turnesinde, üstelik tamamına yakını işçi ve işçi yakını olan Türk seyircilerle beraber seyrederken şahit olduğu kahkahalardan sonra kendisinden özür dilediğini yazar. “Türkler, güldürü sanatına birçok mizah kahramanı kazandırmış millettir ve senelerce bu yarattığı kahramanlara doyasıya gülmüştür” diye de ilâve eder. Sadece kendileri mi gülmüştür acaba? Sayın Sunay Akın, Birleşik Devletler’de Türkiye’yi II. Cihan Harbi’ne sokmak için yapılan bir radyo programında spikerin, “Türklere ne demek istersiniz?” sorusuna dünyaca meşhur komedyen Charlie Chaplin’in, bir Nasreddin Hoca fıkrasıyla karşılık verdiğini nakleder. Hakikaten Türkler, yarattığı İncili Çavuş, Bekri Mustafa gibi kahramanlarıyla bu sorunlu coğrafyada kendilerini biraz olsun tebessüm ettirme, rahatlatma fırsatı bulmuş; kendileri güldükçe dünyayı da güldürmeyi başarmışlardır. Mizah kahramanlarını, onları nüktedanlıkta aratmayan tiplerle destekleyip, espri-severlere büyük bir güldürü külliyatı mirası bırakmışlardır. Bu külliyatın kahramanlarının hepsi Müslüman-Türk de değildi. Aralarında bir ekalliyet taklidi vardı ki diğer taklitler arasından sıyrılıp memlekette başlı başına bir mizah kahramanı mertebesine erişmişti: Yahudi tipi...

Salamon’un Akbaba dergisinin kapağında olduğu fotoğraf Cemal Nadir çizimidir ve Levent Cantek ile Levent Gönenç’in hazırladığı Muhalefet Defteri isimli kitaptan alınmıştır.

KARAGÖZ VE ORTAOYUNU

Mizahımızda Yahudi tipi, Türkiye’ye İspanya’dan gelen Yahudi vatandaşlarımızın karikatürize edilmesiyle oluşturulmuş yerli bir mizah tiplemesiydi. Senelerce fıkra, hikâye, piyes, radyo programı ve filmlerde halka kahkaha attırmıştı. Bu tip yerine göre isim de almıştı; gah Salomon olmuş; gah Moiz, gah Azarya, gah Mişon... İsmi değişmişti ama vazifesi değişmemişti. Salomon da, Moiz de, Usta Azarya da, Mişon da dinleyenlerine, seyredenlerine kahkahalarla dolu saatler armağan etmişlerdi. Mizahımızdaki Yahudi, Türk Yahudilerine ait bir tiplemeydi. Türkçeyi Yahudi diyalekti dediğimiz kendine has bir diyalektle konuşan, bugün artık emsaline rastlayamayacağımız bir tip... Diyalektinin en belirgin hususiyeti ‘g’ harfinin ‘y’ harfi olarak söylenmesiydi. ‘Gece’ kelimesi Yahudi diyalektiyle ‘yece’ şeklinde söylenirdi. İkinci bir hususiyeti ‘ı’ harfinin daima ‘i’ harfini verecek şekilde telaffuz edilmesiydi. “Aslını sorarsan kıra geziye gittik!” cümlesi Yahudi diyalektinde, “Aslini sorarsan kira yeziye yittik!” halini alırdı. Gene diğer hususiyetlerinden biri bazı ‘ü’ seslilerinin yeri geldiğinde ‘u’ seslisine dönüşmesiydi. Yahudi diyalektiyle konuşan birinin dilinde ‘güzel’ kelimesi ‘yuzel’; ‘görüp’ fiili ‘yorup’; ‘göre’ kelimesi de ‘yore’ halini alırdı. Bir de kelime başlarındaki ‘ö’ sesi, Yahudi diyalektinde incelip-kalınlaşır ‘o’ sesini verecek şekilde telaffuz edilirdi. ‘Öyle’ kelimesinin ‘uyle’ şeklini alması gibi. Elbette Yahudi diyalektinin bu kaidelere ilave edilecek daha başka hususiyetleri de vardı lâkin en göze çarpanları genel hatlarıyla bunlardı.

Karagöz resmi ise Yapı Kredi Yayınlarından çıkan küratör Cengiz Özek’in hazırladığı Karagözüm İki Gözüm katalog kitabından alınmıştır.

Yahudi tipinin, Türk mizahında yer aldığı ilk yer tiyatroydu. Türk Tiyatrosunun ananevî türleri Karagöz ve Ortaoyununda Yahudi tipine, Farsça ‘Yahudi’ manasına gelen ‘Cuhud’dan bozma ‘Cud’ denirdi. Bu oyunlarda Yahudiler uyanık, paragöz, korkak ve işini-bilen biri olarak tipleştirilirdi. Yahudi yahut jargondaki ismiyle ‘Cud’ oyuna daima fasıl kısmında dahil olup; oyununa göre ya Karagöz’le ya Kavuklu ile muhavere eder; bu muhavere de Karagöz’ün yahut Kavuklu’nun yanlış anlamaları sebebiyle ekseriyetle kavgaya dönerdi. Sempatik tabiatı, tatlı diyalekti, mizaha meyilli mizacı Yahudi tipini, Karagöz’ün ve Ortaoyununun aranılan rollerinden biri yapmıştı. Bulabildiği tüm kâr-ı kadîm (yani klasik) Karagöz ve Ortaoyunu metinlerini kitap haline getiren Cevdet Kudret’in çalışmasına göre; tespit ettiği 39 Karagöz oyunundan onunda (Aşçılık, Bahçe, Eczahane, Kayık, Mandıra, Orman, Ödüllü yahut Karagöz’ün Pehlivanlığı, Salıncak, Sünnet, Yalova Safâsı) ve gene tespit ettiği 27 Ortaoyununun 15’inde (Fotoğrafçı, Ferhad ile Şirin, Eskici Abdi, Çivi Baskını, Büyücü Hoca, Hamam, Kağıthâne Safâsı, Kızlar Ağası, Kunduracı, Mandıra, Ödüllü, Pazarcılar, Sünnet, Telgrafçı ve Meyhane Âlemi) Yahudi tipi yer alır. Bu oyunlarda Yahudi tipinin mesleği ya sarraftır, ya eskici ya da bezirgân... Takdir edersiniz ki bu meslekler oyunların eskiliğine-yeniliğine göre değişmiştir. Eskiden Türk Yahudileri çoğunlukla eskicilikle iştigal ederdi lâkin zaman geçtikçe, para kazandıkça bezirgânlık ve sarraflık yapmaya başlamışlardı. Bu oyunlarda Yahudi tipleri ya Balat’ta otururdu ya da Hasköy’de. Malumunuz Karagöz’de ve Ortaoyununda her tip kendi şarkısıyla perdeye yahut meydana gelirdi. Ortaoyununda Yahudi tipine mahsus bir zurna havası vardı. Karagöz oyununda ise Yahudi tipi, Hüseyni makamında okunan “Balat kapisindan yirdim içeri /  Kuriçalar oturmuş iki keçeli / Çok oldu mu burdan yarim geçeli? / Andey andey ande Balat’a”[i] sözlerine sahip şarkısıyla perdeye girerdi. Bu şarkıya bazı oyunlarda daha da gülünç hale getirmek için Judeo-Espanyolca, Rumca ve Türkçe karışık bir halde de rastlanırdı: “Ande vamoz el de aki, / Yo kero por aki, / Kaminamoz el Balata, / Cumbuş kon salata.../ Ande ande ande? Yel Balat’a”[ii]

CUMHURİYET’TEN SONRA

Karagöz ve Ortaoyununda tutulunca Yahudi tipi, Cumhuriyet’ten sonra modern sahnelere taşındı. Darülbedai’nin harika bir mukallit olan aktörü Hazım Körmükçü (Karagöz de oynatırdı) bu taklitle temsillere çıktı. 1943’te bugünkü Ferhan Şensoy’un Ortaoyuncular heyetinin bulunduğu Beyoğlu’ndaki Fransız Tiyatrosunda perde açan ilk Ses Opereti’ndeki temsillerde icra ettiği Yahudi taklitleriyle beğeni toplayan bir diğer aktör Aziz Basmacı idi. Basmacı da Yahudi taklitleriyle İstanbul seyircisini kahkahalara boğmasını bilmişti. Bilhassa ‘Salomon’ tipini kendince yorumlayıp karakter haline getirmişti. Ses Opereti’nden seneler sonra Kenan Büke ve Sadettin Erbil ile ortak olarak kendi heyetini kuran Basmacı, burada sahnelenen piyeslerde de Yahudi taklidiyle seyircileri güldürmeye devam etmişti. Devirlerinin en büyük komedyenlerinden olan Vedat Karaokçu, Zeki Alpan ve İran asıllı Muzaffer Hepgüler de bu taklitte muvaffaktılar. Gerek sahnede, gerek beyaz perdede, gerekse televizyonda bu tipi lâyıkıyla canlandırmışlardı (Hatta Muzaffer Hepgüler’in ölmeden önce televizyonda son canlandırdığı tip, TRT’deki Tarihî Temaşa programında hayat verdiği Yahudi eskici tipiydi)[iii]. Memleketimizde bu taklidi en iyi yapan aktör ise şüphe yok ki Necdet Mahfi Ayral’dı. Hatta Necdet Mahfi Bey Yahudi diyalektiyle o kadar iyi konuşurmuş ki, Hazım Körmükçü onun sanatını, “Benden de iyisin” diyerek takdir edermiş. Necdet Mahfi Ayral’ın kızı Sayın Jeyan Mahfi Tözüm, babasının bu taklitteki maharetinin sebebini çocukluğunun geçtiği Paşabahçe’de birçok Türk Yahudi’si komşusu olmasına bağlar. Onlarla muhabbeti Necdet Bey’in bu taklitte olağanüstü bir başarıya ulaşmasını sağlamış. Yahudi diyalekti, devrin komedi sanatında en rağbet edilen diyalektti. Şöhreti dünyaya yayılan İtalya’nın en meşhur film komiği Totò’nun filmleri Türkiye’ye geldiğinde, prodüktörler Totò’yu Necdet Mahfi Bey’e Yahudi diyalektiyle konuşturmuş, bu sayede Totò, Türkiye’de de çok sevilen bir komedyen olmuştu. Bu taklitle Totò o derece özdeşleşmişti ki İtalyan komedyeni ülkemizde Türk Yahudi’si zannedenler dahi vardı!

Tiyatrodaki komedilerde beğeni toplayan Yahudi tipi, diyalektiyle beraber, Ercüment Ekrem Talu, Osman Cemal Kaygılı, Orhan Seyfi Orhon gibi mizahçıların nükteli kalemleriyle mizah mecmualar ve hikâye kitaplarına taşındı. Artık Yahudi tipi kayda geçmişti. Sahnelerdeki başarısı mizah hikâyelerinde de devam etmiş olacak ki devrin en meşhur karikatüristleri Cemal Nadir Güler ve Ramiz Gökçe, Yahudi tipini karikatür sahasında tecrübe ettiler. Cemal Nadir Güler, Akbaba dergisinde bir Türk-Yahudi’si olan ‘Salomon’ karakterini yarattı. Tıpkı Ortaoyunu ve Karagöz’deki gibi Cemal Nadir Güler’in Salomon’u da cimri, işini bilen ve açıkgözdü. Tek farkı giyimiydi. Artık Yahudi tiplemesi, cübbesini ve sarığını atmış, ikiye ayırdığı uzun sakalını kısaltmıştı. Bunun yerine, kel başını örtmek için kalın kaşlarına dek inen melon bir şapka takan, öne doğru kıvrılan sivri bir sakal bırakan bir şekle bürünmüştü. Güler, Salomon karakterinde, mizahımızdaki alışılagelmiş Yahudi tipinden farklı olarak para sevgisini bir adım öteye taşıyarak aşka çevirmişti. Ramiz Gökçe’nin Karikatür Dergisinde çizdiği Moiz ise Cemal Nadir Güler’in Salomon’uyla alakası bulunmayan mazbut, sevimli, erkek güzeli bir çocuktu. Yalnız Salomon’a benzeyen bir babaya sahipti. Ramiz Gökçe’nin Tutum Haftası dolayısıyla çizdiği bir arka kapak karikatüründe Moiz ile babası arasında şu diyalog geçmişti:

“Moiz: Baba bu hafta tutum haftası imiş. Paramızı iyi tutmalıyız değil mi?

 Moiz’in babası: Bilâkis, paralara elimizi bile sürmemeliyiz!”[iv]

Maalesef devrin bazı Yahudi karikatürleri, Yahudi düşmanlığını gütmeye dek gidecek, mizahın sevimli yüzünü şeytanlaştıracaktı.

FIKRALAR

Yahudi tipinin ve Yahudi diyalektinin en uzun süre yaşadığı yer ne sinema, ne tiyatro, ne de edebiyat oldu... Yahudi tipi Salomon, Mişon, Moiz isimlerini aldı. Yanına aile fertleri Rebeka’yı, David’i, Vitali’yi de katarak fıkralara transfer edildi. Artık halk muhayyilesi, cimrilikle yahut açıkgözlülükle alakalı bir fıkra icat ettiğinde, bunu en iyi taşıyacağına inandığı Yahudi tipine yakıştırıyordu. Yahudi, mizahımızda diğer ekalliyet taklitlerinden farklı olarak bir fıkrada başkahramanlığa dek yükselen tek zimmî taklitti. Öyle ki memleketimizde sadece Yahudi fıkralarına ayrılan fıkra kitapları da yayınlanmıştı[v]. Bu tarz fıkralar Bal Mahmut (Mahmut Baler), Aziz Basmacı gibi taklit kabiliyetine sahip çok iyi fıkra anlatıcılarının dillerinde bambaşka nüktelere bürünüp ayrı bir mahiyet kazandı. Aziz Basmacı, ekserisi Yahudi fıkralarından müteşekkil bir fıkra kitabı dahi bastırmıştı. İşte Atatürk’ün sofrasında da bulunmuş Bal Mahmut’tan bir Yahudi fıkrası:

“Moiz’i işlediği bir suçtan idama götürürlerken ona sormuşlar:

- Söyle bakalım son olarak istediğin bir şey var mı?

- Ne istersem yapilabilir mi?

- Biz idama gidenlerin arzularını imkân dahilinde yapmağa çalışırız.

- Uyle mi, o zaman kolay. Bana çilek veriniz da yiyeyim!

- Hoppala! Ocak ayında çilek olur mu?

- Ne zaman oluur?

- Haziranda, temmuzda.

- Eh... zarari yok ben beklerim!”[vi]

Bu da Aziz Basmacı’dan:

“General, harpte yararlık gösteren erlerle hasbihal ediyordu. Herkes generale başından geçenleri anlatıyordu. General, köşeye süzülmüş ola Salomon’a,

- Eee, söyle bakalım Salamon sen bir şeyler yapmadın mı?

Salomon:

- Yaptım efendim.

- Anlat bakalım.

- Efendim ben harpte düşmanım kolunu kestim...

- Peki, niye kafasını kesmedin? Diyen generale Salomon şu cevabı verir:

- Efendim ben kolunu kestim çünkü kafasını başkası kesmişti!”[vii]

Örneklerden de anladığınız gibi bir zamanlar Salomon’a, Mişon’a ait olan fıkralar bugün isim değiştirerek Kayserili, Temel fıkraları olmuştur. Çünkü artık Yahudi diyalektiyle konuşan pek kalmadığından, paragöz ve cimri özellikleri Kayserili tipine; hazırcevaplılık ve uyanıklık özellikleri Temel karakterine yakıştırılmak suretiyle fıkra kahramanları değiştirilmişti.

Yahudi diyalektini, sadece profesyonel manada mizah gayesiyle kültürümüzde yer eden bir diyalekt saymak haksızlık olur. Yahudi diyalekti, İstanbul folkloruna Türk Yahudi vatandaşlarımız sayesinde tebessüm uyandırıcı güzel tekerlemeler kazandırmıştır. Bunlardan birini yine bir konuşmamızda Sayın Jeyan Mahfi Tözüm’den duymuştum. Onun da babası Necdet Mahfi Bey’den duyduğu bu tekerlemeyi, geçen asrın başında Yüksekkaldırım’da tezgâh açan Yahudi işportacılar makamla okurlarmış: “Bizim usta top atti,/ Apartumani satti. / Ola apoeptamisi, / Yedi buçuk tanesi, / Koy verdik yakasini, / Para toplamasini...” Dikkat ederseniz tekerlemede iki dilin Yahudi diyalektiyle söylendiğini görürüz: Türkçe ve Rumca... O devirde İstanbul’un en kalabalık ahalilerinden biri de Rumlardı. İşte böylesi kozmopolit bir şehirdi İstanbul...

Bazen onur kırıcı raddeye gelmesine rağmen Türk Yahudileri, kendileriyle yapılan tüm bu gırgırı, tüm bu dalga geçmeyi hoş görmüşlerdir. Bundan en ufak bir kırgınlık hissetmemişler, aksine halkın mizah kahramanı olacak kadar bu kültüre sindikleri için mutluluk duymuşlardır. Diyalektlerinin mizahî tarafının farkında olduklarından, bunun dalgası bizzat geçmesini de bilmişlerdir.

Salomon’uyla, Mişon’uyla, Moiz’iyle, Usta Azarya’sıyla, Türkiye’de Yahudi gibi Türkçe konuşmasıyla güldüren İtalyan komedyen Totò’suyla; Türk Mizahından bir Yahudi diyalekti gelip geçmiştir. Belki bugün Türk Mizahından Yahudi diyalekti silinmiştir, doğru; fakat attırdığı kahkahaların akisleri gök kubbede takılıkalmış hâlâ çın çın ötmektedir! Kahkahanın naftalinlisi kullanılmaz elbet; kullanalım, tekrar gülelim demiyorum. Sadece bugün güldüğümüz yüzlerce ânın birinde dahi olsa senelerdir bizi güldüren bu diyalekti hatırlasak diyorum. İnanınız bu küçük yâd ediş, bizi senelerdir kahkahalara boğan bu diyalektte bir vefa gülümsemesi oluşturmaya yeter de artar bile!

Not: Büyük sanatkârımız Sayın Jeyan Mahfi Tözüm’e verdiği bilgilerden ötürü teşekkürü bir borç bilirim.



[i]              Muhittin Sevilen (Hayali Küçük Ali), Karagöz, sayfa 195

[ii]             Cevdet Kudret, Karagöz, Cilt Ⅰ, sayfa 149

[iii]            1979 Ramazan Ayı.

[iv]            Karikatür Dergisi, 12 Birincikanun 1936, sayı 50

[v]             2000’li senelerin başına kadar da yayınlamaya devam etti. Yahudi fıkralarından oluşan tespit edebildiğim son fıkra kitabı 2006’da yayınlanmış bir kitaptı.

[vi]            Baldan Damlalar, sayfa 63-64

[vii]           Aziz Basmacı’dan Fıkralar, sayfa 30

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün