Gerçek tenis

İnsan hiç beklemediği bir anda, çok değişik ve yeni deneyimler edinebiliyor. İki haftalık Oxford maceramda bunu anladım. Ve tenisin hiç bilmediğim tarihi bir yönüyle tanıştım

Meyzi ADONİ Spor
8 Temmuz 2015 Çarşamba

Bulunduğum okulda, 80 kişilik bir gruba, haftanın bir günü, üç değişik aktivite yapma fırsatı sunuyorlardı. Bu aktiviteler genelde, müze gezme tarzı şeyler oluyordu. Ama bütün bu müzelerden farklı olarak aralarında, ‘Gerçek Tenis’ diye bir gezi çıktı karşıma. İçinde tenis geçen bir aktivite görünce, benim dayanmam çok zor tabii, hemen atladım üzerine. O kadar kalabalık ekipten, benim dışımda yedisi zorla olmak üzere, sekiz kişi “Gerçek Tenis neymiş acaba?” soruları ile şehrin merkezinde, bir kütüphanenin yanında bulunan, ‘Real Tennis’ kulübüne gittik. Meğer benim senelerdir aşık olduğum, hem oynadığım, hem izlediğim, hem de hakkında yazdığım tenis, birazdan sizlere anlatacağım halden bugünlere kadar gelmiş.

Gerçek tenis, yaklaşık 500 - 600 yıl önce Fransa ile İngiltere çevrelerinde ortaya çıkmış. Raketler tahta ve ağır, topun rengi de yine sarı olmasına rağmen daha ağır ve birinin suratına çarptığı an dişleri kırabilecek bir güçte. Kurallar, günümüzde oynanan tenisten birazcık daha farklı. Öncelikle, kortun boyu, şimdi oynadığımız kortlardan daha küçük ve daha dar. Top yere değdiğinde çok fazla sekmiyor. Topu karşıya geçirirken, duvara çarptırıp öyle de geçirebilirsiniz,  topa çok kuvvetli vurup, karşı sahanın arka duvarına da çarptırabilirsiniz ve rakibiniz böylece top yere değdikten sonra vuruşunu yapabilir ya da şimdiki teniste yaptığımız gibi direk filenin üzerinden karşıya geçirebilirsiniz. Squash sporunu bilenler için, kısaca gerçek tenis, squash’la tenisin birleşmesi gibi bir şey. Kurallarla ilgili bir değişik şey ise, kortun sadece tek bir tarafından servis atabiliyorsunuz, iki farklı tarafta da servis atılmıyor. Servisi attığınızda solunuzda kalacak duvarın birazcık yukarısına hiza alıyorsunuz, oradan top duvara çarpıp, kortun da bir parçası olan çatı gibi bir şeyin üzerine düşüyor, oradan da sahaya iniyor. Kortun bir tarafında, duvarın bir parçası olarak, kırmızı bir kare var, duvarın birazcık içine girmiş. Ralli esnasında direk o karenin içine vurursanız topu, puan sizin oluyor. Karenin bulunduğu tarafta ralliye devam eden kişi ise (yani kare o kişinin arkasında kalıyor gibi düşünün), karşı sahada en arkada duran filelerin içine adeta ‘gol’ atar gibi topu atmayı başarırsa, puan o zaman onun oluyor.

Bu kurallar hem okurken, hem de oynamaya çalıştığınızda çok zor ve karmaşık gibi duyulsa da, eliniz alıştıkça daha anlamlı ve daha kolay bir hale geliyor. Puanlama sistemi olarak şimdiki tenisle bir farkı yok. Sadece bir set 5 - 5’e gelince, o set yediye uzamıyor da, altı olan doğruda kazanıyor.

Bu oyunda, raketin tutuşu bile farklı. Bu gezide, benim dışımda tenis oynamış olan kişiler de vardı ve deneme topları vururken, bize gösterilen hale adapte olmak hiç de kolay olmadı. Aslında hiçbirimiz de adapte olmak istemedik, sanki normal sahada normal raketlerimizde oynuyormuşuz gibi davrandık, öyle hareket ettik. İşin sonucunda da, toplar istediğimiz gibi karşıya geçmedi… Ya da şaşırtıcı bir şekilde on vuruşun ikisinde kaliteli toplar attık. Her sporda ayak oyunu çok önemli, ama duvara çarpan bir topun nereye gideceği çok belli olmuyor, onun yüzünden çok iyi takip ve çok iyi bir ayak çalışması gerekiyor. Top fazla sekmediğinden de, topa vurmak için çok fazla zaman yok. Koşmak lazım.

 

ŞİMDİ OYNANAN TENİS Mİ, GERÇEK TENİS Mİ?

Bu sorunun cevabı herkese göre değişebilir. Fakat ben tahta raketle, alışıldığından daha ağır olan topa vurduğum zaman “Ben normal, bildiğim tenisi istiyorum” dedim çevremdekilere. Belki de alışık olduğum, ilk öğrendiğim şey olduğundandır. Fakat, günümüzde oynanan teniste daha geniş bir alan, daha hafif toplar ve daha seyir zevki güzel olan bir ortam var. Gerçek teniste alan dar, seyirci koltuklarından da, kortun kenarındaki filelerden çok rahat her şey görülmüyor. Eski (gerçek) tenisin, günümüzdeki tenise karşı pozitif yanları da var. Mesela ralliler daha keyifli. İşin içine duvar girdiği için, daha uzun daha değişik vuruşlu ralliler çıkabiliyor meydana. Bu da eğlenceyi arttırıyor haliyle. Ama ne olursa olsun, ben hâlâ şimdi oynadığımız, ekranda izlediğimiz tenisten yana oyumu kullanıyorum.

Gerçek tenis kortları dünyada çok yerde mevcut değil. İngiltere’de yeterli sayıda kort var. Avustralya, Fransa gibi yerlerde de kortlar bulmak mümkün… Herkesin çok bilgi sahibi olmadığı bir aktivite aslında. Modern halini bildiğimiz bir şeyin, gerçek halini sorgulamıyoruz çünkü. Sorgulayanlar ya da bir şekilde karşılarına tenisin bu hali çıkmış olanlar da oynamaya ve kendi aralarında turnuvalar yapmaya devam ediyorlar. Ben sadece Oxford’daki kortu gördüm, fakat gideceğim başka şehirlerde de varsa böyle kortlar, gezmek ve aralarındaki farkları görmek çok hoşuma gider. Hepsi ayrı bir deneyim, insana ayrı bir şey öğretiyor.

Wimbledon haftası, İngilizler tenis sever, kesin tenisle alakalı güzel bir aktivite diye gittiğim yer, tenisin ilk hali olarak karşıma çıktı. İnsan çok iyi bildiğini zannettiği şeylerle ilgili her gün yeni şeyler öğrenmeye devam ediyor kısaca. Sizler de karşınıza çıkan hiçbir fırsatı kaçırmayın, benim grubumda bulunan yedi kişinin yaptığı gibi önyargılı olup “Amaan neyse bilmediğim şeyi yapmaya gerek yok” demeyin. Onlar da bilmiyorlardı, ama korttan çıktıklarında hepsinin yüzünde tatlı bir gülümseme vardı.

 

NOT: Bu hafta sonu Wimbledon finalleri var, çimlerin güzel yeşil rengi üzerinde bembeyaz giyinmiş tenisçileri izlemeyi unutmayın!