Kim küçük, kim büyük?

Futbol tamamen bir bilinmezlikler oyunu, en zayıf rakip en güçlüyü yenemeseydi bu spor bu kadar izlenen bir spor olmazdı.

Rıfat KARAKÖY Spor
5 Kasım 2014 Çarşamba

Yaklaşık bir - iki ay önceydi. Galatasaray evinde ilk Şampiyonlar Ligi maçını oynayacaktı. Galatasaray’ın rakibi Belçika liginin köklü takımlarından Anderlecht’in kendi liginde tam 33 şampiyonluğu vardı.

Türkiye’de herkes futbolu çok sever. Apartmanınızın görevlisini elinde bahis kâğıtları ile görürsünüz hemen kafasını kaldırıp “bu maç kesin şöyle biter, yaz abicim kupona” der. Evinizden biraz ilerleyip bir taksiye binersiniz, aracın radyosunda spor programı açıktır. Şoför sorar “Ne olur abi akşam maç?” Herkes futbol konuşur, severiz futbolu. Herkesin kafasında 4-4-2, 3-5-2 gibi bir oyun şablonu ve ilk 11 planı vardır genelde.

Galatasaray - Anderlecht maçının sabahı da klasik bir ‘Türkiye’de futbol’ sabahı idi. Sabahın erken saatlerinde çalıştığım iş yerine gitmek için bindiğim servisin şoförünün maç muhabbetiyle başladı gün. Ardından şirkette hemen hemen her sabah futbol konuştuğum Kerem isimli arkadaşla kısa bir futbol muhabbeti yaptık. Derken bana bu yazıyı yazdıran olay gerçekleşti.

Çalıştığım yerde güzel bir arkadaşlık ve komik bir ortam var diyebilirim. Herkes başlı başına bir karakter. Şirketin en konuşkan ve deyim yerinde ise en fırlama adamı, bir Galatasaray taraftarı olan Ahmet Aksoy.

Anderlecht maçı sabahı yanıma gelip “Ne olur akşam maç?” dedi. Ben de Galatasaray’ın formsuz olduğunu, Anderlecht’i yenemeyeceğini düşündüğümü söyledim. ‘Bahse var mısın’ muhabbetlerinden sonra, ben beraberliği, Ahmet arkadaşım ise Galatasaray’ın galibiyetini aldı.

Anderlecht’in lig performansına bakmıştım, her şey çok pozitif gözüküyordu. Tek handikap Anderlecht’in kadrosunun çok genç ve tecrübesiz olmasıydı. Şirketteki Galatasaraylılar gün boyu benimle kafa bulup, “Anderlecht kim? Grubun en zayıf halkasıyla içeride oynuyoruz. Bebelerle oynayacağız” gibi yorumlarda bulunuyorlardı. Bir de şirketin Fenerbahçelisi ve hep ortayı bulmaya çalışan ismi var; Murat Güvendi. Bütün gün bizi birbirimizi maddi sıkıntıya sokmayalım diye Ahmet Aksoy ile olan bahsimizden vazgeçirmeye çalıştı. Sonuçta ikimiz de bu sevdadan vazgeçmedik.

Maç başladığında Anderlecht oyunu kontrol ediyordu. Ardı ardına pozisyonlardan yararlanamadılar. Ta ki ikinci yarının başına kadar. Anderlecht benim beklediğimden çok daha iyi mücadele etmişti, neredeyse Galatasaray’ı evinde mağlup edeceklerdi ki uzatma dakikalarında sahneye Burak Yılmaz çıkıp maçın berabere bitmesini sağladı. Bu benim bahsi kazandığım anlamına geliyordu. Ancak bahsi kazanmaktan çok böyle bir yazıyı kaleme almama yardımcı olduğu için memnunum diyebilirim.

Benim de dahil bir çoğumuzun “O kim? bunları kesin yeneriz” dediğimiz takımların tarihine bakınca her birinin bizim kulüplerimizden daha başarılı ve köklü bir tarihi olduğunu görebiliriz. Yazının örneğindeki Anderlecht’in müzesinde iki Kupa Galipleri Kupası, iki UEFA Süper Kupası, bir de UEFA Kupası olduğunu göz önüne aldığımızda, bizim Galatasaray’ımızdan daha başarılı bir tarihi olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz.

Futbol tamamen bir bilinmezlikler oyunu, en zayıf rakip en güçlüyü yenemeseydi bu spor bu kadar izlenen bir spor olmazdı. Bana göre bu sporda karşındaki küçümsemeyip, ciddiye aldığın ölçüde varsın. İşte özellikle milli takımlar klasmanında son birkaç büyük turnuvayı kaçırmamızın sebebi tamamen karşımızdakini küçük görmemizden kaynaklanıyor. Yoksa ne bizim Milli Takımımızın İzlanda Milli Takımı’ndan ne de Galatasaray’ın şu anki Anderlecht’den bir eksiği var. Bu yazının karakterleri Ahmet Aksoy, Murat Güvendi, Kerem Ercan ve şirketteki çalışanlara da yazının kafamda canlanmasında yardımları olduğu için teşekkür ederim.

Not: Anderlecht forması giyen 1993 Honduras doğumlu Andy Najar’ı Galatasaray maçını izlerken çok beğendim. O gün bu gündür Najar’ı takip ediyorum. Her iki kanatta da oynayabilme özelliğine sahip çok yetenekli bir oyuncu. Bunu da sayfalara not düşelim.