İzmir dinler tarihinde Yahudi Kültürü

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Genel Sosyoloji ve Metodoloji Ana Bilim Dalı Başkanı olarak görev yapan Doç. Dr. Hâle Okçay ile son yazdığı iki kitabı üzerinden İzmir Yahudileri hakkındaki sosyolojik gözlemlerini konuştuk

Tufan ERBARIŞTIRAN Söyleşi
3 Eylül 2014 Çarşamba

Hâle Okçay, yazdığı ilk kitapta (Din Sosyolojisi – İzmir, Kadınlar ve Yahudiler Üzerine), Yahudi kadınlarına yönelik genel bir değerlendirme yapıyor. Bu kitabında ‘kadın’ ağırlıklı bir tema işlenirken, en önemli bölümün İzmir’de yaşayan Yahudi kadınlar olduğunu özellikle belirtelim. Yeni yazdığı, ‘Dinlerin Kavşağında İzmir – Bir Sosyolojik Rehber’ kitabında ise İzmir’in dinler tarihini bir sosyolojik rehber görselliğinde anlatıyor. “Bir spesifik konu üzerinden, yani din üzerinden İzmir’i mercek altına alarak rehberlik edecek bu kitap size. s/11”

Hâle Okçay, son iki kitabında da İzmir’i ‘din’ üzerinden anlatırken, Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudilerin bir arada yaşadıklarını, her cemaatin kendi ruhani yapısını, bir sosyolog duyarlılığıyla gözler önüne seriyor. Okçay, bilimsel çalışmalarını nesnel ve araştırmacı bir duyarlılıkla kaleme alıyor.

Her iki kitabı tanıtırken, Yahudi kültürü üzerine ağırlık vereceğiz.  

Sayın Hâle Okçay, İzmir’in dinler tarihini bir sosyolog olarak gözlemleyen, araştıran, akademik kitaplar yazıyorsunuz. Akademik çalışmalarınızda, İzmir’in din tarihini anlatan, bu konuda bilinmedik birçok noktayı aydınlatan kitaplarınız var. Öncelikle bu ilginin kaynağını öğrenerek başlayalım istiyorum. 

Doktora tez konumu seçme aşamasında din kurumuna olan ilgim belirginleşti. 25 yıldır din kurumu üzerine yazıyor, konuşuyorum. Bir İzmirli olarak, İzmir bana bu konuda hayli malzeme sağlıyor. İzmir yıllarca yazmakla bitiremeyeceğimiz zenginlikte tarih ve kültür mirasına sahip bir şehir.

İzmir dinler tarihini bir sosyolog gözüyle anlatıyorsunuz. Yahudilerle ilgili epeyce istatistik bilgiler var. “17. yüzyıl hem İzmir için, hem de Musevi Cemaati için bir altın çağ olarak anılır. (s/50)” Özellikle şunu sormak istiyorum. Sözünü ettiğiniz dönemle ve günümüz arasında, İzmir Yahudi toplumunda temelde değiştiğini gözlemlediğiniz bazı değerlendirmeleriniz oldu mu?

İzmir Yahudi Cemaati’nin 17. yüzyılda yaşadığı bu parlak dönemi başka bir dönemde yaşamadığını biliyoruz. O dönemdeki ticaret ve tercümanlık hizmetlerindeki üstünlükleri cemaatin diğer gayrimüslimler arasında da seçilmesini sağlıyordu. Günümüzde artık İzmir’de Yahudiler dışında diğer cemaatlerden söz etmek pek kolay değil. İzmir’in ticaret ve sanayisinde iyi bir yerleri olsa da; hem Türkiye’nin ve hem de İzmir’in sosyo – ekonomik ve sosyo – politik koşullarıyla doğru orantılı bir konuma sahipler.

İkinci kitabınızla (Dinlerin Kavşağında İzmir – Bir Sosyolojik Rehber) ilgili sorular sormak istiyorum. Öncelikle kitabınızın kuşe kâğıt, bol fotoğraflı olması, okur açısından görselliği öne çıkartıyor. Giriş bölümünde şöyle bir açıklamanız var. “Bir yerel doku içinde bulunan, o bölgeyi etkilemiş ve o bölgeden etkilenmiş dinleri, dinsel grupları genel hatlarıyla okuyucuya iletebilmek. (…) Yani din üzerinden İzmir’i mercek altına alarak rehberlik edecek bu kitap size.” Kitabınızdaki açıklamalar, yaptığınız tespitler, gözlemleriniz sonucu şunu mu anlamalıyız; dinsel inançlar yerelden evrensele uzanır ve çok geniş bir alana yayılır. Bu süreçte bir diğeriyle aralarında tetiklenmeler gerçekleşir, karşılıklı iletişimle devam eder. Çeşitli nedenlerle, karşılıklı iletişimde ‘kırılmalar’, ‘içe kapanıklıklar’ olmasını bir sosyolog olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

‘Dinlerin Kavşağında İzmir:  Bir Sosyolojik Rehber’ adlı kitabım benim üçüncü eserim. Dinler tarihi bize gösteriyor ki, bir din bir yerde doğar ve zaman içinde yayılma gösterir. Hele bu dinler Hristiyanlık ve Müslümanlık gibi evrenselci dinler ise, bu kaçınılmazdır. Bir din ortaya çıkarken kendinden öncekilerden mutlaka etkilenmesi söz konusudur, bu da onun sosyolojik özelliğidir. Toplumlar arası ilişkilerdeki değişimler dinler arasında da etkisini göstermektedir. Sosyolojik olarak bir dinin içe kapanıklığından söz edemeyiz,  buna ‘geçirgen olmayış’ demek daha doğru olur ki, Yahudilik bunun en orijinal örneğidir.

1675’te İzmir’deki Yahudi nüfusu 10.000 civarındaydı. Günümüzde çok daha az olduğunu biliyoruz. İzmir’deki bu göçün temel gerekçesini, İsrail Devleti’nin kurulmasına, ekonomik koşullara bağlayanlar var. Bir bilim insanı olarak sizin gözlemleriniz nelerdir?

Bugün İzmir Yahudi Cemaati’nin nüfusu 1600 kişi civarında olmalıdır. İzmir Cemaati’nin gerek İsrail’e gerek diğer ülkelere ve İstanbul’a göçünün çok çeşitli sebepleri vardır. 1948’de İsrail Devleti kurulduğunda Türkiye’den bir göç yaşanıyor ve çeşitli stres dönemlerinde devam ediyor.  Ayrıca,  İstanbul iş ve eğitim nedeniyle özellikle gençler için bir çekim alanı olmakta. Diğer yandan, doğum oranlarındaki düşüş de nüfusun azalmasında önemli bir sosyolojik etkendir.

Kitabınızda İzmir’deki havralar, mezarlıklar, Yahudi tarihi ve bugünün bazı sorunları ele alınmış. Kemeraltı’ndaki eski Hahamhane (Konsilyo), bugün gerçekten çok kötü bir durumda. Bunun gibi binaların, havraların yeniden restore edilmesi, İzmir’e neler kazanacak? 

Tüm dinlerin kutsal mekânlarının İzmir kültür tarihinde önemli bir yeri vardır,  olmalıdır. Yahudi cemaatinin yüzyıllardır İzmir’de birçok havrası cemaatin dinsel ve kültürel ihtiyaçlarına cevap vermiş tarihsel yapılarıdır. Dinsel yönetim binası olan Hahamhane bugün kullanılmıyor ve harap bir durumda. Havraların kimi de aynı durumda,  Yahudhaneler de öyle… İzmir yerel yöneticileri, cemaat yöneticileri, kültür bakanlığı,  vb. kurumlar bu dinsel  -  kültürel mirasın aslına uygun olarak restorasyonunu sağlamaları gerektiğini düşünüyorum. İzmir için çok önemli bir kültür – tarih – turizm kazancı olacaktır.

Kitabınızda şöyle bir alıntı var. “1675 yıllarında İzmir’e seyahat eden Antoine Galland İzmir’deki Yahudi cemaatine dair gözlemleri şöyledir: ‘Musevilerin mevkii Rumlar ve Ermenilerden sonra gelir. (…) Türkler Musevilerin kendi içlerindeki uygulamalarla hiç ilgilenmezler. Bu, Türklerin her topluluk kendi kurallarıyla yönetilsin şeklindeki iyi niyetlerinin bir göstergesidir. (s/37)” Buradan yola çıkarak şunu sormak istiyorum. Yahudilerin –o dönemde– bir kenarda kalmalarının temeldeki gerekçesini nasıl yorumluyorsunuz?  

17. yüzyılda İzmir Yahudi Cemaati’ni anlatan Galland’ın görüşleri bu yönde.  Osmanlı İmparatorluğu’nda ‘millet sistemi’, dini ekalliyetlerin iç işlerinde kendi kendini idaresini öngörür. Galland’ın gözlemindeki sıralama, Rumların ve Ermenilerin ekonomik ve siyasi güçlerinin varlığı ile doğru orantılıdır. Yahudi cemaati kendi iç dinamiklerinde yukarıda da değindiğim gibi bir yükselme dönemi yaşamaktadır. Bu anlamda, her seyyahın Yahudi cemaatini farklı bir biçimde anlattığını da unutmamalıyız. 

‘Dinlerin Kavşağında İzmir – Bir Sosyolojik Rehber’ adlı kitabınızda,  özellikle görsellik öne plana çıkartılmış. Ayrıca, Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler üzerine hayli kapsamlı, sosyolojik bir rehber niteliğinde olduğunu söyleyebiliriz. Dinler arasındaki iletişimin temelinde kent kültürünün yeri nedir?  

 

Bugün İzmir’de kültür mirasının önemli bir parçasını, üç büyük dinin tarihsel eserleri oluşturuyor. İbadethaneler,  mezarlıklar, vb. gibi dini işlev gören yapılar sivil mimarinin anıtlarıdır. Ve kent kültürünün vazgeçilmez yapı taşlarıdır. Bu bakımdan, geçmişten geleceğe kentimizin yerel hafızasının korunması hem yöneticilerimizin ve hem de her İzmirlinin görevi ve sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Günümüzde üzerinde çok konuşulan dinler arası iletişimde bu kültür birikimlerinin yeri çok önemli olmaktadır. İzmir bu açıdan çok şanslı bir şehir.   

Bu güzel söyleşi için teşekkür ederiz.