Savaş yılları, Türk Yahudilerinin yaşadıkları ve Struma

İkinci Dünya Savaşı yılları, tüm dünya Yahudilerinin en karanlık dönemiydi. Alman orduları Türkiye sınırlarına dayandığı halde, Naziler ve çeşitli ülkelerde işbirlikçilerin kitlesel kıyımına uğrayan Yahudiler için Türkiye, güvenlik içinde yaşanabilecek ve sığınabilecek tarihsel konumunu korudu

Yusuf BESALEL Perspektif
19 Şubat 2014 Çarşamba

Türkiye’den transit olarak  Filistin’e geçmek  isteyenlere  Türkiye Cumhuriyeti  yardımcı olmuş; çeşitli Türk konsoloslukları, Osmanlı ve Türkiye kökenli Yahudilere Türk pasaportu vererek  onları ölümün eşiğinden döndürmüştü. Türkiye, Yahudi mülteci kabul etmekte ise, diğer ülkeler gibi oldukça isteksiz davranmış ancak 60 kadar Alman kökenli Yahudi bilim adamına Türk üniversitelerinde yararlı olmaları için iltica olanağı sağlamıştır. 

İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye tarafsız  bir politika izledi, fakat Almanya, Alman Büyükelçisi eski Başbakan Franz Von Papen vasıtasıyla da Türkiye’yi savaşa sokmak  için devamlı baskı yaptı. Bunun yanı sıra Almanya, Türk kamuoyunu da kendi amaçları doğrultusunda etkilemeye  çalıştı. Gazeteciler, sanat ve bilim adamları  sık sık Almanya’ya çağrılıp Alman ideolojileri  telkin edildi. Birçok bakan dâhil, devletin önde gelenleri, Alman eğilimi  göstermeye başladılar.

20 Kura

1940 yazından 1943  ilkbaharına dek hiçbir Türk devlet adamı Yahudilerin eşitliği hakkında beyanda bulunmadı. Türk Yahudilerinin seferberliklerinde farklı işlemler yapıldı. Birçoğu yalnız Yahudilerden Kurulu birliklere yerleştirildiler, ne silah ne de belli bir görev verilmeden kötü iklim ve çevre koşulları altında tutuldular. Bu kıtalara 20 Kura adı verilmişti. Hâlbuki azınlıklar arasında yaygın olan bir kanı ise, azınlıkları kitlesel olarak imha etme tasarısı, hükümetin bir planıydı. Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, bu tasarıdan haberi olunca, Nafia Vekâleti’ne bağlı olarak  askere alınan azınlıkları Milli Müdafaa Vekâleti emrine aldırarak, kendi emir kumandası altına soktu ve böylece onları imha edilmekten kurtardı ve Mareşal’in adı bu ihtiyat birliklerindeki tüm gayrimüslimler tarafından minnetle alındı.

Varlık Vergisi 

Gayrimüslimleri kapsadığından ötürü Yahudilerle doğrudan ilgisi olan diğer önemli bir konu da Varlık Vergisi’dir.1942’de Başbakan Dr. Refik Saydam’ın vefatı üzerine başbakan olan Saraçoğlu’nun hükümeti, savaş koşullarının etkisiyle liberal bir ekonomi izlemeye başladı. Fakat fiyatlar yükseldi, karaborsa ve yokluklar başladı. Hükümet bunalımı çözmek için bir Varlık Vergisi çıkararak piyasadan parayı çekmeyi hedefledi; böylece mala talep azalacak ve fiyatlar düşecekti. Fakat Yahudilerin ticaretten başka bir şeyle iştigal etmeleri mümkün kılınmadığından, ‘tüccar’ sözcüğü Yahudi, istifçi, karaborsacı, vurguncu sözcüklerini de çağrıştırıyordu. Alman ideolojik propagandaları, ırkçı eğilimler ve kıtlık bu vergiyi doğuran etkenlerdi. Takdirlerde ölçek de yoktu, itiraz hakkı da. Yahudilere takdir edilen vergiler, çoğunun olanaklarına göre kat bekat fazlaydı. Birçok kişi varını yoğunu sattıysa da vergisini ödeyemedi.1943 Ocak ayında  vergi borcunu ödeyemeyeceklerin  mallarına el kondu; bu mallar yok pahasına Müslüman vatandaşların eline geçti. Borç sahipleri  tutuklanarak Aşkale’ye karlar içinde taş kırmaya gönderildiler. Gönderilen bin beş yüz kişiden sekiz yüzü Yahudi, diğerleri Rum ve Ermeniydi. Müslüman Türk vatandaşlarına konan vergiler sembolikti. Aşkale’ye gönderilenlerden hastalananlar ve ölenler oldu. Hayatta kalanların manevi yarası ise ömür boyu sürdü. Belli başlı Yahudi aileler  piyasadan silindi. İzmir Yahudi toplumunun önde gelenlerinden Bohor Gomel’le Prof.Avram Galanti o zamanlar Sanayi Bakanlığı’nda önemli bir görevi olan Şevket Süreyya Aydemir’e karşı mücadelede  bulunması ricaları sonuçsuz kaldı; Aydemir, Yahudilerin çoğaldığını, zenginleştiğini ve Türklerin savaşlarda öldüğünü ileri sürdü. Hâlbuki Yahudiler İspanya’dan göç ettiklerinden beri azalmışlar,19.yüzyıldan beri askerlik yapmışlar, özellikle Çanakkale Savaşı’nda çok kayıp vermişlerdi ve genellikle fukara semtlerde yaşamaktaydılar. İktidar yasayı iktisadi nedenlerden ötürü hazırlamış fakat bu arada azınlıkları da zayıflatmak istemiş  ve yasa, özelliklere Yahudilere karşı uygulanmıştı. Nitekim bu dönemde Yahudileri alaya alma, onları küçük düşürme ve tehdit olayları gerçekleşmişti. Bu vergi ile devlet önemli bir irat elde etmişse de gayrimüslimlerin ekonomi çarkından tecrit edilmesi, iktisadi bocalamalara yol açtı. Yurt içinde ve yurtdışındaki tepkilerin de etkisiyle, bu uygulamaya kısa süre sonra son verildi. 

İsrail devletinin kurulmasının yanı sıra bu vergi, İsrail’e büyük bir Türk Yahudi göçü oluşmasının temel nedeni oldu. Ayrıca ilk demokratik seçimlerde de Yahudiler, Cumhuriyet Halk Partisi’nin karşısında yer alan Demokrat Parti’yi desteklediler.

 

Alman tehlikesi azaldı

1943 yılı ilkbaharından sonra Alman tehlikesinin Türk sınırlarından uzaklaşmasıyla beraber, Türkiye tekrar Batı’ya yaklaşmaya başladı. Mal varlıklarına el koymalar bitti; borçların bakiyeleri silindi; tutuklamalar ve çalışma kamplarına gönderilmeler son buldu. Gazetelerdeki azınlıklara  ve özellikle Yahudilere yapılan saldırılar da son buldu; verginin antisemit olmadığı şeklinde özür ve savunma karışımlı yazılar yayımlandı. Böylece o zamanki İstanbul Defterdarı Faik Ökte’nin bir facia olarak adlandırdığı bu vergi ile ilgili sayfa 1943 yılının sonlarına doğru kapandı. Ancak Almanları dâhi sevindiren bu verginin, antisemit olmadığını  iddia etmek kolay değil… 

 Bu arada TBMM için ara seçimler yapıldı ve Avram Galanti Niğde’den milletvekili seçildi. Osmanlı İmparatorluğu 1492’de İspanya’dan kovulan Yahudi mültecilere kapısını açmıştı. Yalnız bu kez Türkiye, Almanya’yı tahrik etmek istemediğinden, Yahudi mültecilerin Türkiye’ye gelişleri ve geçişleri göze batmayacak şekilde sessizce ve kitle halinde değil, seçerek yapılmıştı. Türkiye, çeşitli Yahudi örgütlerinin kurtarma çabalarını Türkiye’den sürdürmelerinde, besin maddeleri gönderilmesinde  ve diplomatik ve siyasi alanlarda girişimlerin sürdürülmesinde Avrupa Yahudilerine yardım etmiştir. Türk diplomatları da, Avrupa’da sıkışmış Türk vatandaşı Yahudileri koruma altına alınmışlardır. Türkiye’nin Romanya büyükelçisi Hamdullah Suphi Tanrıöver, Romanya Yahudilerinin Almanlara teslim edilmemesi yolunda yoğun baskı ve çabalarda bulundu. Özellikle Bulgaristan ve Romanya Yahudilerinin kitlesel olarak kara ve deniz yoluyla Filistin’e geçmelerine izin verilmiş Rodos Yahudilerinin Türkiye’ye sığınmalarına olanak tanınmış  ve Hollanda’daki çok sayıdaki Türk Yahudi’si  kurtarılmıştı.

Türk gemileri Filistin’e mülteci taşıdılar; Yahudi kurtarma komisyonu yoluyla mürettebatlarıyla  beraber kiralanan çeşitli gemiler, Yahudi mültecileri Romanya limanından alıp Türkiye’ye, oradan da Filistin’e taşıdılar.

Yahudileri kurtaran Türkler

 İtalya’da Mussolini’nin iktidardan düşmesinin ardından Almanya, Yunanistan, Ege Adaları ve Rodos’u işgal etmiş ve derhal Yahudilerin imhasına girişmiştir. Birçok Rodos Yahudi’si Türk balıkçıları tarafından İtalya’ya kaçırıldılar. Türk konsolosu Selahattin Ülkümen’in olaya müdahale etmesi, birçok kişiyi mutlak bir ölümden kurtardı. Antalya’ya sığınan mültecilerin korunup selamete ulaşmaları sağlandı. Yunanistan’ın başta Alman bölgesindeki Yahudiler, kitlesel olarak ölüm kamplarına gönderildiler. Aralarından Türkiye doğumlu veya Türkiye vatandaşı olduğunu gösterebilenler kurtuldular. Türk balıkçıları ve kayıkçıları durumun daha yumuşak olduğu Yunanistan’ın İtalyan bölgesinden Yahudilerin çoğunu kaçırmayı başardılar. Selanik dâhil Batı Trakya’dan deniz yoluyla Türkiye’ye sığınanlar, ‘kazazede’sayılmış; kendilerinden  hiçbir belge aranmaksızın Türkiye’de kalmalarına ve Filistin’e geçmelerine izin verilmişti. Bunlar, Edirne ve İstanbul toplumlarından yardım görmüşlerdir.

Fransa’da Yahudiler

Öte yandan, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Fransa’da da Yahudilerin varlıklarına el konmuş ve toplama kamplarına sevkiyat başlamıştı. Gaddar anti Yahudi yasalar uygulamakta Paris’teki Vichy Hükümeti, Nazilerden daha baskın davranmaktaydı. Bu sırada Fransa’da bulunan Türkiye kökenli Yahudilerin bir kısmı Fransız vatandaşlığına geçmiş; bir kısmı da düzenli olarak vizelerini yaptıramadıklarından ‘gayrimuntazam vatandaş’ statüsüne girmişlerdi. Nazi işgalinden sonra tekrar Türk vatandaşı statüsüne girmek isteyen Fransa’daki Yahudilerin bu tutumunu Türk Hükümeti riskli gördü ve isteksiz davrandı. Fakat 1942 yılı başlarında Avrupa’daki tüm Türk konsoloslukları inisiyatifi ele alarak Yahudilerin toplama kamplarına sevk edilme tehlikesine karşın onlara ‘Vatandaşlık İlmühaberi’ dağıtmaya başladılar. Bu konuda Paris Büyükelçisi Namık Kemal Yolga, Marsilya’daki Türkiye Konsolosu Necdet Kent önemli rol oynadılar. Necdet Kent’in ifadesine göre, durumu uymayanlara bile müracaat formu (beyanname)doldurtulmuştu. Paris’teki caminin  personeli de vatandaşlıkları zayi olan Türkiye kökenli Yahudilere Müslüman olduklarını  kanıtlayan belgeler sağlayarak, Nazilerden kurtulmalarını sağladı.

Struma ve Salvador 

Öte yandan ‘Struma’ adlı Yahudi mültecilerle dolu geminin  batırılması olayı da bu dönemde  meydana gelmiştir. Romanya’nın Köstence  limanından  Filistin’e 769 Yahudi mülteci götürmekte olan ve aslında  600 kişilik istiap haddi bulunan köhne kömür gemisi Struma 12 Aralık 1941’de Köstence’den hareket etmiş fakat kısa zaman sonra motorları bozulunca, kılavuz gemiler tarafından İstanbul Boğazı’nın mayınlı  sularından geçirilmişti. Ancak İngiltere’nin Filistin’e göçü yasaklamış olması nedeniyle  ve de İngiltere  ile Türkiye Hariciye Vekâleti arasındaki  müzakerelerin de olumlu sonuç vermemesi  üzerine; İstanbul limanı açıklarında  günlerce bekletilen Struma  sahilinde bekleyen İstanbullu Yahudilerin acıklı bakışları arasında perişan yolcularıyla Karadeniz’e geri gönderildi. Struma Karadeniz’de motorsuz sürüklenirken, muhtemelen bir Rus torpidosu tarafından batırıldı ve sadece bir kişi kurtulabildi. Keza 1940 başlarında Bulgaristan’dan Filistin’e gitmek üzere yola çıkan köhne ‘Salvador’gemisine de  karaya yanaşma izni verilmedi. ‘Salvador’gemisi,Silivri önlerinde fırtınaya  tutularak battı ve 200 kişi donarak veya boğularak öldü. Bu olaylar zamanın dış siyasetine  kara leke olarak geçti. 

    Türkiye’nin Batıya yaklaşmasının iç siyasetteki en önemli sonucu, kısa zaman içinde (1944-1946 yıllarında) çok partili demokratik rejime geçmesi oldu. Bu gelişmeler de Yahudileri olumlu bir şekilde etkiledi  ve partiler Yahudilere açıldı.