B. Sachs evrende bir delik oluvermişti sanki: LEVIATHAN-(1)

Paul Auster, çağımızın çok okunan, sevilen ve ilgi gören yazarlarından biri. Onun romanlarında, insanı farklı açılardan ele alan, insan-yaşam denklemini felsefi bir anlayışla yansıtan, kendimizi yeniden tanımamıza yönelik bir anlatım buluruz. Ayrıca, siyasal ve sosyal düzen üzerine dolaylı göndermelerde bulunur. ‘Leviathan’ romanında da insanın ‘kimliği’ üzerine bizleri derin düşünmeye davet eden, -hatta buna kışkırtıcı da diyebiliriz-, kim olduğumuzu sorgulayan sağlam bir içerik ve anlatım görüyoruz

Tufan ERBARIŞTIRAN Sanat 0 yorum
9 Ekim 2013 Çarşamba

Sıradan bir cinayetin ardında, insanın kimlik arayışını ve bunalımlarını sergileyen, yerelden evrensele uzanan devasa bir öykünün yazıldığı metindir, ‘Leviathan’. Yaşadığı ülkedeki iktidarın politikalarını, sosyal yapısını, başka ülkelerle siyasal ilişkilerini beğenmeyen her ‘aydın’ kişinin okuması gereken bir kitap olduğunu söyleyebiliriz. Kitap her ne kadar roman tadında olsa bile karakterlerin yaşamları ve söylemleri bizi bu düşünceye yönlendirmektedir.

Benjamin Sachs, kendini aşmaya ve tanımaya çalışan, yazdıklarıyla bunu yansıtan, aslında özel yaşamı pek tutarlı olmayan bir yazardır. Onun bunalımları, yaşadığı çelişkiler, yazdıklarıyla bazen dalga geçmesi, yansıttığı insan-siyasal sistem çatışkısı bize Jean Paul Sartre’ı, Franz Kafka’yı, Albert Camus’u anımsatıyor. Kahramanın içinde yaşadığı siyasal/sosyal sistem (Amerika ve buna bağlı olarak Kapitalizm) gereği, kendine bir çıkış yolu araması, ancak sürekli patinaj yapması onu yalnızlığa iteler ve orada bırakır. B. Sachs, yazdığı metinlerle kendini var eden, yazınsal düzlemde kendi gerçekliğini yakalamaya çalışan bir yazardır. Her harf, her sözcük, her metin onun bedeni, duyguları ve düşünceleridir aslında. Böylesine ürkütücü bir bütünleşme söz konusudur. İnsan ve yazı iç içe geçmiştir. Düşünceler ve duygular yazıyla kendini dile getirmektedir. 

Benjamin Sachs’ın en yakın arkadaşı olan, Peter Aaron da bir yazardır. Arkadaşının sırrını açıklayan, onun düşüncelerini anlatan, tüm bunları dile getirirken de Kapitalist sistemin acımasızlığını ve yanlışlarını –dolaylı bir anlatımla – sezdiren bir yazar… Paul Auster yarattığı iki kahraman ile (Benjamin Sachs, Peter Aaron) yazınsal metnin içinde tek bir merkez oluyorlar. Üçü de aynı söylem içinde, okuru karşısına alıyor ve kendilerinin yaşadıklarını paylaşıyorlar. Aslında okur da bu üçlünün içine girmiş oluyor. ‘Leviathan’, içerik ve anlatım olarak siyasi ve sosyal bir sistemin yanılgıları, ayıpları, günahları üzerine yoğunlaşmış. Ancak, romandaki edebi anlatım, sıkıcı ve kuru bir içerik yaratmadan okurla konuşur gibi yazılmış. 

Peter Aaron, evine kadar gelen iki FBI ajanıyla tanışınca, bir tür paranoyak krize girer. “Sorular soracaklar, yaşantımı didik didik edecekler, kimlerle arkadaşlık ettiğimi öğrenecekler ve önünde sonunda Sachs’ın adı ortaya çıkacak. s/20” Bundan sonra roman Benjamin Sachs üzerine yoğunlaşıyor. Onun ikili ilişkileri, aşkları, sinir krizleri, yalnızlığı, karısının onu aldatması… Tüm bunlar Benjamin Sachs’ın kişiliğinde çağımızın hastalığı olan sahte dostluklara, çıkartılan savaşlara, devletin kendi vatandaşlarını aldatmasına kadar uzanıyor. Benjamin Sachs, ilk kitabını bir hapishanede yazar. Buraya girmeyi kendi istemiştir. Önemsiz bir suç işleyip aylarca yatar. Hapishaneyi mahkûmların kaldığı/tutulduğu bir yer olarak görmez. Orasını yeniden doğuş yeri olarak kabul eder.  Özgürlüğün kısıtlandığı bir alanda, bir yazar olarak yazı yazmak, düşünce üretmek, yazınsal anlamda çalışmak engel değildir. Hapishane yaşamın bir merkezi gibi özgürlüğün her yerde olabileceğinin kanıtıdır artık. Onun tüm yaşamı engebeli, sorunlu ve “köksüzdür”. Babası Doğu Avrupalı bir Yahudi, annesi ise İrlandalı bir Katolik’tir. Aile yapısı onun nasıl ‘sıkıntılı’ bir evde büyüdüğünün göstergesidir. Nitekim çocukluğunda sabotaj eylemlerinde kullanılan oyuncak bombalar yapmıştır. “Bubi tuzakları hazırlayan, öğretmenin arkasına ‘Beni tekmeleyin’ yazılı kâğıtları iğneleyen, kafeteryadaki çöp tenekelerinin içinde çatapat patlatan hep oymuş.” s/45  

SEMBOLİK İNİŞ VE ÇIKIŞLAR

Özgürlük Anıtı, Amerika’nın sembol olmuş anıtlarından biridir.  B. Sachs buraya çıktığında bir yükseklik korkusu yaşar. Aslında yazar burada bir ironi yapıyor. Kahramanına böyle bir anıtın ‘yüksek’ olmadığını, onun gerçekten özgürlüğü yansıtmadığını sezdiriyor. O anıtın yüksekliği ile sonradan yaşadığı olay arasında bir bağlantı olduğunu görüyoruz. Bir gece kaza sonucu, Maria isimli kızla balkondan aşağıya düşerler. Sachs, o anları şöyle anlatır. “Belki mutlak bir kesinlik duygusu. Müthiş, ezici bir kesinlik, mutlak doğrunun belirtisi” s/50. Bu çıkış ve inişler, tamamen sembolik bir yükselme ve düşmenin tanımıdır. İnsanın ruhsal bunalımları inmeyi, yere düşmeyi yansıtır. Aynı insanın yükselmesi ise başarıyı, mutluluğu ve aşkı tanımlar. Romanda böyle sembolik anlatımların olduğunu söyleyebiliriz. Hapishane insan yaşamında ‘iniş’, Özgürlük Anıtı da ‘çıkışı’ simgeler. Ancak, B. Sachs açısından gerçek böyle değildir.

Leviathan, kahramanların kimlik değişimleri, kişilik bölünmeleri, bilinç altından gelen takıntılar ve etkiler nedeniyle yaşadıkları sorunları aşmaya çalışan insanların romanıdır. Benjamin Sachs, öldürdüğü insanın kim olduğunu araştırır ve bulur. Maria’nın en yakın – Lillian- arkadaşının kocasıdır. Dimaggio’nun çantasındaki paraları, duyduğu vicdan azabı nedeniyle Lillian’a vermek ister.  Ancak, Dimaggio’nun odasına girdiğinde, onun yazdığı bir tezi görür. Yazarlığın verdiği duyarlılıkla bu tezi okur ve dünyası değişir. Aslen Yahudi olan Aleksander Berkman üzerine yazılmış bir metindir. Amerikan tarihinde grevcilere destek veren, muhalif olan, radikal bir eylemcidir, A. Berkman. Onun görüşleri kendisi etkiler ve Özgürlük Anıtı’nı bombalamak ister. Söz konusu Özgürlük Anıtı yıkılırsa, insanın özgürleşeceğini, sistemin çökeceğini, yeniden bir varoluşun yaşanacağını düşünmektedir.

‘İZ’LER YAŞAMDAN KESİTLER

Romanda karakterler ansızın kaybolur, yeniden ortaya çıkar. Bir süreklilik yoktur. Yazarın bunu bilinçli yaptığını düşünüyoruz. Bir karakter metinden kaybolurken, hemen ardında hayli kalın bir ‘iz’ bırakmaktadır. O izleri takip ederken, başka bir karakterin kaybolması ve yeniden ortaya çıkmasıyla, söz konusu ‘iz’ler belirginleşir, kendini gösterir ve net bir biçimde sizi etkiler. Okur bu anlamda bir iz sürücüsü gibi, elindeki ipuçlarını ve sınırlı bilgileri bir dedektif gibi toplayacaktır. Her biri diğerine bağlı olarak toplanılan bu ‘iz’ler aslında insanın yaşamından birer kesittir diyebiliriz. Her karakter farklı bir yaşamı yansıtmaktadır. Bazıları cinselliği, sanatı, ölümü, asosyal yaşamı, saflığı, çelişkileri paylaşır. Çağımızdaki insanların bunalımlarını, bazı savaşların gerçek nedenlerini, ikircikli yaşamın gizlerini, cinselliğin ne denli güçlü olduğunu dile getiren, hayli çarpıcı bir roman. Yakın tarihinin içindeki bazı siyasi/sosyal olayları, sistemin bunlara bakış açısını, sorgulamaktan korkan ve korkmayan insanların yaşadıklarını okuyoruz.

B. Sachs’ın merkezinde değişen dünya ve yaşanılan çelişkiler anlatılıyor. “Çevresindeki dünya değişmişti, bencillik ve hoşgörüsüzlüğün, aptalca göğüs yumruklayarak sürdürülen Amerikanizm hamasetinin egemen olduğu bu dönemde, Sachs’ın görüşleri sert ve ahlakçı kalıyordu,” s/127. Amerikan’ın sözü edilen dönemi, 1850’li yıllardan 1990 başlarına kadardır.

Romanın iletisini şöyle özetleyebiliriz: İnsanın kendini tanıması/aşması için siyasi ve sosyal sistemin kabuk değiştirmesi gerekmektedir. Doğum ve ölüm gibi, yükselme ve iniş gibi temaların ustalıkla işlendiği, insanı kendine yönelten, ciddi bir okumayla çok şeyler öğreneceğiniz bir roman, “Leviathan”.

LEVIATHAN

PAUL AUSTER

CAN YAYINLARI, ROMAN-EKİM 2012

1993 MEDICIS ENTRANGER ÖDÜLÜ

 

 

 

(1) Leviathan. Tevrat’ta sözü geçen, timsaha benzer bir canavar. Eski Ahit, Eyub, Bap 2, Bap 41. 

1 Yorum