Rahmi Güner’in anılarıyla Van Yahudileri

9 yaşına kadar Van Başkale’de yaşayan Rahmi Güner oradaki yaşamını, anılarını ve 2001 yılında Van’ı tanımayan çocukları ve orayı özleyen hemşerileri için düzenledikleri gezinin ayrıntılarını paylaştı

Dora NİYEGO Toplum 0 yorum
2 Ekim 2013 Çarşamba

Kendinizi tanıtır mısınız?

1956 yılında Van’da Başkale’de doğdum. İlkokulun ilk üç yılını Van Fatih İlkokulu’nda okudum. Ardından, ailemle İstanbul’a göç ettiğimiz için ilkokulu Kuledibi’nde Okçu Musa İlkokulu’nda tamamladım. Ortaokulda ise Musevi Lisesi’ne devam ettim. Sonra da iş hayatına atıldım ve Mahmutpaşa’da manifaturacılık yaptım. 1976 yılında Bankalar Caddesinde kablo sektörü üzerinde çalıştım. 2006’da da reklam sektörüne atıldım. Leyla Güner ile evliyim. Kızım Belin Güner Nas psikolog, oğlum Doğan Güner de sosyolog.

50 yıl sonra Van ziyareti

 

Van’da yaşadığınız dönemdeki Yahudi yaşantısını anlatır mısınız?

Dokuz yaşına kadar Van’da yaşadım. O dönemde, Yahudilerin yaşadığı Başkale mahallesinde otuz, kırk Yahudi aile vardı.  1948’den önce, en az yüz aile varmış.  Van Yahudileri evde Targun lisanını konuşurlar. Akrabalarımın bir bölümü İran, bir bölümü Adanalı, bir bölümü de İstanbullu idi.  Gezer, Kutlar, Şen, Güner, Ergün, Başaran, Yener aileleri ise Van’lıydı.

O zamanlar yaşadığımız yeri, Dallas çiftliğine benzetirim. Bütün evler bahçe içinde idi. Her ailede en az yedi mevcut vardı. Evlerin sayısız odaları vardı. Tandır odası, erzak odası da vardı. Tuvalet her zaman bahçede olurdu. Ev hanımları alışverişe gitmezlerdi. Her ailede alışverişe giden bir hizmetkâr bulunurdu. Ev işlerinde en az iki hizmetkâr çalışırdı. Ahırda atlarımız olduğu için seyisimiz de vardı. Komut almak için, kapıda bir adam hazır beklerdi. Mutfak işlerine bakan ayrı bir kadın vardı. Bu kadın sebzeleri soyma işini yapar, kaşer kurallarına sıkı sıkıya bakıldığı için de, yemekleri evin hanımı pişirirdi. Büyük baş hayvanlar dâhil, çiftliğimizde her türlü hayvan beslerdik. İneklerin sütünü alırdık, ayrıca çıkan tezeği de yakar, ısınmak için kullanırdık. Her evin takas yoluyla alınan en az altı yüz koyunu (bir sürü) bulunurdu. Varlıklı ailelerin ise iki sürüsü vardı. Koyunlarla ilgilenmek üzere iki üç çobanımız vardı. Hiçbir şeyi hazır almazdık. Her şeyi çiftliğimizde bulundurur, kendimiz hazırlardık. Kadınlar ağır işçi sayılırdı. Evin hanımı sabah erkenden kalkıp bütün işleri denetlerdi. Boş zamanlarında ise komşuları ziyaret eder, dikiş nakış işleri yapardı.

Bildiğim kadarı ile Van Yahudileri çok dindar bir toplumdu. Dini bayramlardan, gelenek ve göreneklerinizden bahseder misiniz?

Çok dindar bir toplumduk. Pesah’ta değirmenin senelik temizliği yapılır, kaliteli buğday yıkanır, elli kilogramlık torbalara konup, uzun sapanlarla öğütülür, değirmende matsa unu yapılırdı. Matsa yapımını Süleyman Türkmen üstlenirdi. Sabah erken kalkar, tefiladan sonra, hamuru hazırlar, pişirme işini ‘alaha’ya göre yapar, kuyuda lavaş şeklinde hazırlardı.

Bayramlarda akrabalar bir araya gelirdik. Gelinler, damatlar, kardeşler aile büyüğünün evinde toplanırdık. Bayramlarda meşakkatli yemekler yapılırdı. Özellikle etli yemekler pişerdi. Pesah Bayramı’nda zeytin, bakliyat, peynir yenmezdi. İkinci gün pilav yenebilirdi. Kavurma, şifte (özel bir köfte), sebze, yapılan yemek türleriydi. Bayram günleri sinagog çıkışı, küçükler büyükleri ziyarete giderlerdi.

Şabat günleri çok kutsaldı. Cuma öğleden sonra, erkekler saat iki üç gibi dükkânlarını kapatırlardı. Yıkandıktan sonra da sinagoga giderlerdi. Cuma akşamları için özel yemekler yenirdi. Öncelikle etli yemekler tercih edilirdi. Bakliyat da pişirilirdi. Balık yenmezdi. Cumartesi günleri ibadet ve istirahatla geçerdi. O gün dünya ile ilişkiler kesilirdi. Biri ölse dahi, kimse başını çevirip bakmazdı. Hiç unutmam, dedemin koyun ticareti yaptığı bir köylü, cumartesi günü dedeme ödeme yapmak için geldiğinde, dedem ‘Şimdi parayı alamam, akşam yediden sonra gel’demişti.

Haham Yair Yona, hahamlığın yanı sıra, şohetlik görevini de üstlenirdi.  Koyunları kontrol eder, sinirlerini ayıklardı.  Haftanın bir günü koyun ve tavuk keserdi.

Erkekler hangi meslekleri yaparlardı?

En çok koyun ticareti yapılırdı. Ayrıca, manifatura, hırdavat, elektrik ticareti de yapılırdı. Yahudiler sermaye sahibiydiler. Sekiz ay kar yağan bir şehirde yaşadığımız için, sekiz ay boyunca köylüleri beslerlerdi. Bahar gelince, köylünün beslediği koyunları toplayıp, tüccarlara satarlardı. Koyunların yapağını da, Adana bölgesindeki yün fabrikalarına satarlardı.

Gençler eğitimli miydi? Evlilikler akrabalar arasında mı olurdu? Asimilasyon var mıydı?

Başkale’de lise olmadığı için, ortaokulu bitirdikten sonra, okumak isteyen gençler İstanbul’a giderlerdi.  Bazı gençler de Van’daki lisede okumaya devam ederlerdi.

Gençler çoğunlukla ev ziyaretlerinde kaynaşırlardı. Asimilasyonu engellemek için, daha ziyade akraba evlilikleri yapılırdı. Kız aileleri drahoma vermezlerdi. Yeni evliler genellikle aileleri ile yaşarlardı. 1964 yılında, bir ailenin kızı karışık evlilik yapınca, aşağı yukarı bütün aileler İstanbul’a göç ettiler.

 

Bildiğim kadarı ile, 2001 yılının mayıs ayında, Van Yahudileri Van’a bir seyahat düzenlediniz. Bu seyahatten biraz bahseder misiniz?

2001 yılının mayıs ayında Van’ı özleyen hemşerilerimiz ve Van’ı tanımayan çocuklarımız için, eşim Leyla ile birlikte bir Van seyahati düzenledik. Bu seyahate kırk altı kişi katıldı. Yurt dışından gelenler de oldu. Bize bir tur rehberi verdiler. Otelin sahibi Cebrail, meğerse eskiden dedemin yanında çalışan bir çobanmış. Van’a vardığımızda yirmi kişilik bir kafile bizi bekliyordu. En büyük ağabeyim İlyas, bu seyahat için İsrail’den gelmişti. Otel sahibi Cebrail, onu hemen Ağa ilan etti ve çerokeye bindirdi. Bize şehrin turunu yaptırdılar. Ardından Van Kedisi evini ziyaret ettik. Cebrail, hepimizi evine davet etti. Bizimle birlikte evine yüz kişi daha geldi. Salonu bir olimpik havuz boyundaydı. Yere, yer sofrası kurdular ve bin bir çeşit yemek ikram ettiler. Sonra bizi Van Kalesi’ne götürdüler. Otel sahibi Cebrail, bizden hiçbir şey için para almadı. Otelin restoranını bizim için kapattırdı. Etler kaşer olmadığı için, diğer yemeklerin yanında balık ikram ettiler. Yerel gazeteciler röportaj yapmak ve resimlerimizi çekmek için geldiler. Sivil polis, bize zarar gelmemesi için, oteli çembere aldı. Mahallenin Ağası (o da dedemin eski bir çobanı), hacı olmasına rağmen, bize olan saygı ve sevgisinden dolayı, hepimize içki ikram etti, bizimle sohbete katıldı.

Ertesi gün Başkale’yi ziyaret ettik. Başkale’ye girerken, iki üç bin kişilik bir kafile benzinlikte birikti. Ellerinde Kürtçe lisanında ‘Başkale’ye Hoşgeldiniz’ pankartları taşıyorlardı. Kızlar, yöresel kıyafetleri içinde, davul zurna eşliğinde folklor yaptılar. Tiyatro salonuna girdiğimizde bize bazı sorular yönelttiler. Sonra, mezarlığımızı ziyaret ettik. Mezarlığın tek taşına dahi dokunulmamış. Belediye Başkanı “Mezarlarda yatanların isimlerini verin, üzerlerine yazdıralım” dedi. Saygı duruşunda bulunduk. Sonra eski evlerimizi gezdik. Belediye Başkanı, eski geçmişimizi anlatan bir CD hazırlattı. Hep beraber CD’yi barkovizyondan izledik.

Van’da Elalyan adında bir ziyaret evi var. Eskiden hastalar burada şifa bulurdu. O köyü ziyaret ettik. Ağabeyim beraberinde getirdiği iki bavul kumaşı yoksullara dağıttı. Camiinin külliyesinde, bizler için süt ve peynir çeşitlerinden hazırladıkları yemekleri ikram ettiler. Kaşer olmadığı için et hazırlamadıklarını söylediler. Çay ocağında çay ve kahve ikram ettiler. Ücretlerini ödemek istediğimiz zaman ise kabul etmiyorlardı. ‘Sizler bizim kardeşlerimizsiniz’ diyorlardı. Dönüş günümüzde ise iki bin kişi bizi ağlayarak uğurladı.

 

 

Geniş toplumla iletişiminiz nasıldı?

Geniş toplumla ilişkilerimiz çok iyiydi. Bayramlarda karşılıklı birbirimizi ziyaret ederdik. Akşamları, erkekler birlikte iş yaptıkları tüccarları evlerine yemeğe davet ederlerdi. Benim orada yaşadığım dönemde, dedem Şamil Güner, toplumun tek ağası idi. Ağalık babadan oğula geçerdi. Ağanın kardeşine Efendi unvanı verilirdi. Geniş toplum da, bu hitap şekillerini kullanırdı. Ağalar, topluma adalet dağıtmakla yükümlüydüler.

Hatırladığım bir anım var. Bir gün sokakta bir yoksul ölüyor. Kimse onu yerden almayınca, dedem “Eğer bu yoksulu siz kaldırmazsanız, biz kaldıracağız” diye ilgili merciye başvuruyor. Dedemin bu davranışından çok etkileniyorlar. “Bu sözlerinle bizi öldürdün” diyorlar.

 

1 Yorum