Ankara’dan İsrail’e bir vefa öyküsü

Çocuk yaşta bir evlilik sonucu dünyaya gelen Alegra Haver Albahari yaşamının zorluklarını, o dönemin değer yargılarını, İstanbul ve ardından İsrail’deki yaşantısını anlattı

Dora NİYEGO Toplum 0 yorum
24 Nisan 2013 Çarşamba

Alegra Haver Albahari, 1945 yılında Ankara’da doğdu. Elli üç yıldır da İsrail’de yaşıyor. Ev hanımı olan Albahari’nin eşi, bir şirkette, patronunun şoförü olarak uzun yıllar çalıştıktan sonra emekli oldu. Bugün, hem anneanne, hem de babaanne olan Alegra Haver Albahari’nin bir kızı, bir oğlu ve beş tane de torunu var. Canından çok sevdiğim vefalı annesi de onunla beraber yaşıyor.

Biraz çocukluk yıllarınızdan bahseder misiniz?

Annem on altı yaşında, babam da on dokuz yaşlarında iken evlenmişler. Çocuk denecek yaşta evlenmek zorunda kalmalarının nedeni de bendim. Nişanlılık döneminde annem hamile kalmış. Evlendikten sonra da, babam Ankara’da iş bulduğu için, orada yerleşmek zorunda kalmışlar. Babam iyi bir terzi ustası idi. Ankara’ya gelir gelmez, o zamanlar Yahudilerin yerleşmeyi tercih ettikleri Saman Pazarı mahallesinde ev tutmuşlar. Annemin hiçbir yakını yanında olmadığı için, Saman Pazarı semtindeki sinagogda hahamlık görevi yapan Mösyö Yusef’in hanımı Madam Viktorya, o zor dönemde anneme çok destek olmuş. Hatta annemin lohusalık döneminde, ona kızı gibi bakmış. Allah rahmet eylesin. Eskiden ne kadar özverili insanlar vardı. Bu devirde böyle insanlar bulmak zor.

Annemin ve babamın mutlulukları uzun sürmemiş. Ben doğduktan iki yıl sonra, geçimsizlik nedeni ile ayrılmışlar. Çaresiz kalan annem, İstanbul’a ailesinin yanına dönmüş. Biliyorsunuz, o zamanlar, bir kadının boşanması çok ayıp karşılanırdı. Aileler boşanmış kızlarının, eşinden ayrılıp, baba evine dönmelerini hoş karşılamazlardı. Hele annem gibi, kucağında bir çocukla baba evine dönen bir kadını, ailesinin evine alması imkânsız gibiydi. Anneannem anneme, “Kızını babasına verirsen seni eve alırız, yoksa bizimle kalamazsın,”demiş. Anneciğim, gençliğinde çok cesur ve güçlü bir kadındı. Hiçbir zorluk onu yıldırmadı.

Annem, Kuledibi’nde, Neve Şalom Sinagogu’nun yanında bulunan cemaat yetkililerine başvurarak, onlardan iş istedi. Böylece, 1950 yılında, Birinci Karma İlkokulu’nun yemekhanesinde çalışmaya başladı. Aynı zamanda, okuldaki bütün sınıfların temizlik işlerine de bakıyordu. Tatar Bey sokağındaki evimizi, Mösyö Rafael’den kiralamıştık. Ahşap, üç katlı bir binaydı. Tuvalet ve mutfak evin dışındaydı. Evin su tesisatı ve çeşmesi yoktu. Suyu dışarıdan alırdık. Erkek gibi kadındı annem. Sabahın köründe bebeğini kucağına alır, kış gününde okulun yolunu tutardı. Akşamüstü, eve dönünce de, ısınabilmemiz için, kapı eşiğinde mangalı yakar, ateş yanana kadar da mangalı körüklerdi. Bu zor hayat şartlarına rağmen, annem beni hiç bir şeyden mahrum etmeden, prensesler gibi büyüttü. O zamanlar, mahallede onu tanımayan yoktu. Herkes ona saygı duyar, çocuklar ve büyükler, herkes onu Madam Ester diye çağırırdı. O yıllarda Birinci Karma’da okuyanlar annemi hatırlarlar. O zamanlar, başka türlü büyütülürdük. Büyüklerimize saygı, bütün Yahudi ailelerinin vazgeçilmez kuralıydı.

Bir süre sonra, babamın ikinci kez evlendiğini duyduk. Babamın ikinci evliliğinden iki kardeşim oldu. Fakat babam işsiz güçsüz kalınca İsrail’e göç etti. O sıralar, ben yedi sekiz yaşlarında idim. Babamla hep mektuplaşmaya devam ettik.

Ailenizin diğer kadınları da, anneniz gibi güçlü müydüler?

Annemin ailesi çok fakir olduğundan, anneannem zengin ailelerin yanında çamaşırcılık yapardı.  Dört çocuğunu büyütebilmek için çalışmak zorundaydı. Teyzem belli bir yaşa gelince, o da çalışmak zorunda kaldı. Yoksa nasıl evlenebilecekti? Drahoma parası yoktu. Drahoma, o zamanlar çok kötü bir adetti. Cemaatimizde çok da fakirlik vardı. Teyzem, Yenikapı’da Çakıl Gazinosu’nda ve Beyoğlu’nda Türkuaz Gazinosu’nda sigara ve eğlencelik satmaya başladı. Çevremizdeki Yahudi aileleri teyzeme iyi gözle bakmıyorlardı. Fakat teyzem çok namuslu bir kadındı. Başka hangi işte çalışabilirdi ki? Ne annemin, ne de teyzemin okuma yazması dahi yoktu. Ailemiz çok fakirdi. Dedem onları, küçük yaşta, hizmetçilik yapmaları için zengin ailelerin evlerine yollamıştı. Teyzem, Çakıl Gazinosu’nda çalışırken, Hüseyin amca ile tanıştı. Evlendikten sonra da bir çocukları oldu.

O zamanlar, İstanbul Yahudileri iki sınıfa ayrılırdı. Esnaf ve fakirler Kuledibi’nde, zenginler ise Şişli, Nişantaşı ve Kurtuluş’ta yaşarlardı. Hali vakti yerinde olanlar, yazları Caddebostan’a veya adalara giderlerdi. Bizim gibi fakir halk ise, cumartesi ve pazar günleri, ya Moda, ya da Caddebostan’dan denize girerdi.

İsrail’e göç etmeniz nasıl oldu?

Onbeş yaşına geldiğimde, annem ‘Bu kızı drahomasız nasıl evlendireceğim?’ diye düşünmeye başladı. O ara, bir gence âşık olmuştum. Ama drahomam olmadığı için ve de, ayrıca annem babam ayrı oldukları için, gencin ailesi evlenmemize rıza göstermediler. Annem, İsrail’de kızların drahoma vermesi gibi bir âdet olmadığı için, göç etmeye karar verdi. 

Hiç unutmam, babam bizi karşılamaya geldiğinde, karşısında naylon çorap ve hafif topuklu ayakkabı giyen bir genç kız görünce çok şaşırmış ve çok heyecanlanmıştı. Sekiz yaşında ayrıldığı kızı, artık genç kız olmuştu. Birbirimize sarılarak hüngür hüngür ağladık.

İsrail’deki hayatınız nasıl oldu?

İsrail’e geldiğimizde, bize Tel Aviv’e yakın ve İzmirli Türk Yahudilerinin yaşadığı Yeud köyünde ev verdiler. Annem iş bulunca çalışmaya başladı. Ben de lisanı öğrenmek için ‘Ulpan’a girdim. İbranice okuma yazmayı, okulda merhum öğretmenimiz Nisim Behar’dan öğrenmiştim. Bu sebeple, lisanı öğrenmem çok zor olmadı.  Zamanla yeni arkadaşlar edindim. Yeni edindiğimiz dostlar, bize çok yardım ettiler. Yaşadığımız yerde hepimiz eşittik. Zengin fakir ayırımı yoktu. Gösteriş yoktu. Her şeyden önemlisi de, bir genç kızın evlenebilmesi için, drahoma vermek gibi bir mecburiyeti de yoktu. Yaşadığımız köyde, sevgili eşimi tanıdım. Askerliğini bitirmesine altı ay kalmıştı. İzinli geldiğinde, bir arkadaşımın evinde beni görüp beğenmişti. Askerliğini bitirdikten sonra, bir yıl içinde evlendik.

Evlendikten yedi yıl sonra da bir oğlumuz oldu. Bir süre sonra da bir kızımız oldu. Bugün, oğlum, İsrail’in büyük hapishanelerinin birinde gardiyanlık yapıyor. Kızım ise büyük bir şirkette sekreter olarak çalışıyor. Çok şükür Allah’a, fakirlik günlerimiz çok gerilerde kaldı. Mutlu bir yaşantımız var. Bugün, dünyanın yarısını gezdim diyebilirim. Tabii, benim için onca fedakârlığa katlanan annem de bizimle yaşıyor. Canım anneciğime prensesler gibi bakıyorum.

1 Yorum